“Akşamdı, hava tam kararmamıştı daha/ Kan içindeydi, düşmüştü/ Akşamı görmek istemem artık/ Akşam kuşlarını görmek istemem/ Geceyi sesleyen yıldızın kımıltısını da/ Öldürdüler onu/ Döverek...”

Ali İsmail, Göktepe, Erdost...

Kavga kötü bir şeydir. Konumuz rakı, meyhane… Rakının meyhanenin olduğu yerde -eskiden kavga gürültü de eksik olmazdı. Bütün o meyhanede nostalji meraklılarına duyurulur. Kavgası az olan meyhanenin adından önce “nezih olduğu” söylenirdi. Epeydir meyhaneler zaten ve gayet nezih yerler.

Meyhanede yahut sokakta: Kavgaların pek azı kavga etmeye değer şeylerdir. Kavgadan korkmak ise hem insani bir şeydir, hem de normali budur.

Rakı Ansiklopedisi’nde Sennur Sezer’in Meyhane Kavgaları maddesine bağlanıyoruz:

Kavgaların aynı masada beş dakika öncesine kadar canciğer kuzu sarması, üstelik okumuş yazmış, efendiden kişiler arasında çıktığı da görülmüştür. Yazarlar arası düşünce tartışmaları, her yerde olduğu gibi meyhanede de kavgaya dönüşebilir. Ece Ayhan o şıkırdım üslubuyla böyle bir kavgayı anlatır: “...naiv ve gerçekten ilginç ressam Fahir Aksoy; Sait Faik’in orada Lambo’da bir büyük kavgasını anlatmıştı. O zamanlar hemen hemen bütün tartışmalar soyut ve olmayacak şeyler olurdu genellikle. (...) Bir gece Peyami Safa da vardır. Yine soyut bir konu tartışması sürdürülüyor içkiler içilirken. Sözgelimi, Paris’te Louvre Müzesi (ya da Sarayı) yanıyor. Ünlü resim Mona Lisa’yı mı kurtarırsınız: yoksa orada bulunan küçük bir çocuğu mu? (...) Peyami Safa, ben olsam bu durumda Mona Lisa’yı kurtarırdım! diyor. Sait Faik ise Peyami Safa’nın bu sözüne karşılık olarak, aslanlar gibi kükreyerek ve bas bas, yüksek sesle, bağırarak ve hatta biraz da Peyami Safa’nın üzerine yürüyerek: Hayır, ben o çocuğu kurtarırdım! diyormuş. Büyük bir ağız dalaşı! Sait Faik ayağa kalkmıştır. Mösyö Lambo tezgâhından çıkarak onları ayırıyor, yani daha doğrusu araya giriyor: Yapmayın, etmeyin çocuklar! diyerek...”

Konunun abukluğunu görmezden gelip tasavvur edince insan hakikaten sinirleniyor. Bir tarafta kimin nesi olursa olsun bir resim, öbür tarafta kanlı canlı anne baba evladı bir çocuk. Ağzına  sağlık Sait Faik. Ben de olsam ben de kükrerdim.

Kavga etmek gerekebilir. Kavgada dövmek değil adil olmak esastır. Durana, kaçana, korkana, sarhoşa, çocuğa, hayvana, güçsüze vurulmaz.

Silahsız birine sopayla vurulmaz.

Bir kişiye beş kişi vurulmaz.

Günahsız birisine bırakın vurmayı yan bakılmaz. Kötü laf edilmez.

Ali İsmail’i dövdüler. Ama ne dövmek. Sonra tedavi etmediler. Sonra Ali İsmail öldü. Katiller kaçtı. Neyse ki görüntüler çıktı. Katiller yakalandı. Yargılandı.

10 yıl 10 ay. En yüksek ceza bu oldu. 4 yıl yatar mı bilinmez.

Bu 10 yıl 10 ayı tekrarlayıp durdum. Bir yerden tanıdık geliyordu. Tekrarladım. Sonra buldum. İlhan Erdost’un katillerinden en yüksek ceza alan da 10 yıl 8 ay almıştı. 6 aya indirmişlerdi sonradan. Hiç yattı mı bilmiyorum.

• • •

Doğanın Diyalektiği, orijinal adıyla Dialektik der Natur. Engels’in bitmemiş eseri. Meşhur. İlk baskısını Kasım 1970’de, son baskısını Ekim 2006’da yapmış. 8 yıldır baskı yok. Tabii ki Sol Yayınları’ndan.

İlhan Erdost bu kitabın yayıncısı olduğu için tutuklandı. Türkiyenin utanç mekanı Mamak Cezaevi’ne götürüldü. Ve abisi Muzaffer Erdost ile beraber üç tane er bir tane çavuş tarafından dövüldü. Abisi Muzaffer Erdost’un gözlerinin önünde öldürüldü. Biri tescilli ve sicil sahibi faşist olmak üzere 4 tane ‘vatani görevini’ yapan el kadar genç öldürdü.

Bunlar olduğunda sene 1980’di. Onlarca yıl geçti. Bugün İlhan Erdost’u dövenlerle yaklaşık aynı yaşlarda Ali İsmail’in katillerine en fazla verilen ceza 10 yıl 10 ay. 4 yıl yatar mı bilinmez?

Metin Göktepe’yi de çok kişiyle beraber tutuklamış sonra döverek öldürmüşlerdi. Devlet “Duvardan düştü yahu” diye dans ederken kamuoyu oluşmuş, döverek öldürdüklerini kabul etmişlerdi. Onun katilleri de ancak 1 yıl 8 ay yattılar. Zaten az olan cezalarını kim affetti dersiniz? Duyarlı, dürüst, şair Bülent Ecevit’in o meşhur, siyasileri düşünce suçlularını, medeni bir ülkede içeri girmeyecekleri içeride bırakıp katilleri, işkencecileri, tecavüzcüleri salan “Rahşan affı” affetmişti.

Pek çok kişi gibi benim de aklıma hemen alçakça, döve döve öldürülenlerin sembol isimleri İlhan Erdost ve Metin Göktepe geldi aklıma. Belma Akçura’nın da gelmiş. Ve Faili Belli’ye “Dövülerek Öldürülenler” diye çok güzel bir yazı yazmış Akçura. Yazısı şöyle bitiyor:

“33 yıl önce öldürülen İlhan Erdost’un kızı Alaz Erdost Ali İsmail Korkmaz’ın davasının takipçisi olarak mahkeme salonunda bekliyor… Yanında Göktepe’nin ablası Meryem Göktepe’nin okuduğu şiiri mırıldanarak….

“Öldü kardeşim/ Öldürdüler onu/ Akşamdı, hava tam kararmamıştı daha /Kan içindeydi, düşmüştü/ Akşamı görmek istemem artık/ Akşam kuşlarını görmek istemem/ Geceyi sesleyen yıldızın kımıltısını da/ Öldürdüler onu/ Döverek/ Bağırmadı bir kez olsun/ Ölüm mü içiyordu sesi/ Uyku mu çağırıyordu sesi/ Onun için görmek istemem/ Ölümü içen sessizliği/Uykunun çağırdığı sesi de…”
Kısacası; döverek öldürdüğünüzde öldürdükleriniz bitmiyor, aksine çoğalıyor…”

Zaten bu katillerin bir sebep sahibi olmak bir kenara bir işe yaradıklarını düşünmeleri bile ahmakça. Ogün Samast o kadar konuştu Hrant’ı niye öldürmüş anlayan var mı? Charlie Hebdo canileri... Peygamberleri ile alay edilen karikatürleri bütün dünyada popüler yapıp 60 bin basan dergiye 4 milyon bastırmak için mi yaptılar bütün bunları?

Bir de Sabahattin Ali var. O da bu devletin döverek öldürdüklerinden. Bu ruh hastalarını düşündükçe onun dizeleri geliyor aklıma: “Zaman zaman mağlup olsam bile etime / İnsan olmak dokunuyor haysiyetime”