Türkiye demokrat bir aydınını daha yitirdi. Ali Ülkü Hoca hem iyi bir hukukçu hem iyi bir akademisyen hem iyi bir idareci hem de iyi bir hocaydı. Türkiye'nin demokratikleşmesi ve hukuk devletinin kurumlaşması için hiçbir karşılık beklemeden, cesaretle mücadele etti.

Ali Ülkü Azrak Hoca için...

Prof. Dr. Mehmet Ö. Alkan (İ.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi Öğretim Üyesi)

Hem İyi bir akademisyen hem iyi bir hoca ve hem de iyi bir idareci olan Ali Ülkü Hoca'yı 1986 yılında tanıdım. 1985 yılında Ankara Siyasal'ı bitirmiş, 1986 yılında da İstanbul Siyasal'da yüksek lisansa başlamıştım. Ali Ülkü Hocayla ilk kez fakültenin koridorunda karşılaşmıştık. Yanında, şimdi her biri çok değerli akademisyen ve kendi alanında uzman olan Şebnem Sayhan, Adalet Alada ve Sezai Temelli ile birlikte yürüdüğünü hatırlıyorum. Elinden hiç düşmeyen piposu ve etkileyici ses tonuyla hemen dikkatleri üzerinde toplardı. Ancak daha önemlisi öz güveni ve kendinden emin duruşu, ilkelerinden taviz vermeyen tutumu, eleştiriden geri durmayan akademik yaklaşımı, ders anlatırken konusuna hakimiyeti ile hepimizde hayranlık uyandırırdı.

O zamanki adı Siyasal Bilimler Fakültesi olan İstanbul Siyasal'ın 1979'daki kurucu hocalarındandı. Prof. Dr. Tarık Zafer Tunaya Hoca’mızla birlikte, fakültenin kurumlaşması için çok emek verdiğini ve 12 Eylül faşizminin hışmından fakültenin en az hasarla kurtulması için elinden geleni yaptığını Tarık Zafer Hoca'dan dinlemiştim.

1980'li yılların ikinci yarısında başta demokratikleşme ve hukuk devleti olmak üzere birçok konuda eleştirilerini esirgemedi. Ali Ülkü Hoca'nın en sert eleştirdiği kurumların başında YÖK gelirdi. YÖK'ün 12 Eylül faşizminin bir ürünü olduğunu, bir tahakküm kurumu ve üniversiteler, öğretim üyeleri ve öğrenciler üzerinde bir baskı aracı olduğunu her zaman cesaretle dile getirmişti. Üniversitelerin akademik, idarî ve malî olarak özerk olması gerektiğini ısrarla belirtirdi. Ali Ülkü Hoca yalnızca eleştirmekle kalmadı, alternatif olarak "Nasıl bir üniversite" sorusunun da cevabı üzerine düşünen ve yazan bir insandı. Bu konuda 1991 yılında başta yine hocalarımızdan Prof. Dr. Burhan Şenatalar ile birlikte Üniversite Öğretim Üyeleri Derneği adına Özerk Demokratik Üniversite Modeli adıyla bir kitapçık hazırladığını hatırlıyorum. Hatta araştırma görevlilerini öğretim üyesi saymadıkları için tatlı tatlı tartışmıştık. YÖK'e yönelik eleştirilerini 1990'lı yıllar boyunca da çok sert sürdürmüştü. Yıllar sonra 2001'de dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer tarafından, Cumhurbaşkanlığı kontenjanından YÖK üyeliğine atanmıştı. Üyeliğe atanma sonrasında kendisiyle karşılaştığımda, hafif tebessüm ederek önce YÖK üyeliğini kutlamış, sonra da "sanırım böyle oluyor, yıllarca YÖK'ü eleştirip sonra YÖK üyesi olunuyor" diye iğnelemiştim. Ali Ülkü Hoca bana kahkaha atarak karşılık vermiş ve YÖK'ü olması gereken demokratik bir modele çekme gayretine bir fırsat olduğu için görevi kabul ettiğini belirtmişti.

1995-1999 yılları arasında, gerçekten çok zor bir dönemde, Türkiye'nin gerçek anlamda karanlık döneminde fakültemizde dekanlık yaptı. Dekanlık görevi boyunca, fakültemizin akademik kimliğini sağlamlaştırmasında çok büyük katkısı oldu. Dekanlığı, öğrenci olaylarının doruğa çıktı bir döneme rastlamıştı.

Provokatörlerin iş başında olduğu, öğrenciye yönelik anlamsız bir polis şiddetinin de yaşandığı bir dönemde, Ali Ülkü Hoca, öğrencisini ve fakültesini koruyan, polisin Fakülte'den içeri girmesine izin vermeyerek gereksiz çatışmaların önüne geçmeyi bilen hem rektörlük katında hem de idare emniyet üzerinde ağırlığı olan bir insandı. Öğrencilerini de kendisinin altındaki meslektaşlarını da babacan bir tavırla korur kollardı. Onları akademik etkinlikler için teşvik eder, kültürel etkinlik yapmak isteyen öğrencilere fakültenin elindeki olanakları cömertçe sunardı. Şimdiki yöneticilere örnek olması gereken bir dekanlık tarzı vardı.

Ali Ülkü Hoca 1990'larda hem hükümete hem de YÖK'e dair sert eleştiriler yapardı. Onun medenî ve akademik cesareti bizim gibi çiçeği burnunda akademisyenler için örnek olurdu. Fakültemizdeki genç akademisyenlerin yetişmesi için imkânları seferber etmiş, en uygun çalışma koşullarını oluşturmak için büyük bir gayret içine girmişti.

1989'da asistan olduğum fakültemizde kendisinin dekanlığı sırasında birlikte çalışma fırsatım oldu. Fakültemizin dergisi olan Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi'ni, yayın yönetmeni ve editör olarak onun döneminde çıkardım. Genç bir araştırma görevlisinin bir Fakülte dergisinin editörü ve yayın yönetmeni olmasından bırakın rahatsızlık duymayı, tersine teşvik ederek her türlü olanağı sağladı.

Üniversitemizde Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü de yapmış, onun döneminde Enstitü, idarî ve hukukî bir istikrara ve düzene kavuşmuştu.
1990'ların karanlık yıllarına 28 Şubat (1997) süreci de eklenmişti. Ülkenin ve üniversitelerin üzerine çöken ağır vesayet ve "ayar verme" YÖK'ten başlayıp üniversitelere ve fakültelere kadar yayılmıştı. Kılık kıyafetten, düşünceyi açıklamaya kadar varan bir dizi özgürlük tahrip ediliyordu. Başörtüsü bahane edilerek baskıcı bir yönetim kuruluyordu. Antidemokratik uygulamaların yaygınlaştığı ve örtük faşizmin hissedildiği bir dönemde önce danışman olarak İstanbul Üniversitesi'nde ağırlığı artmaya başlayan sonra da rektör olan Kemal Alemdaroğlu'na ve onun otoriter ve insan haklarına aldırmayan saygısız tutumuna ve bu zihniyete tepki olarak Ali Ülkü Hoca hem İstanbul Üniversitesi Senatosu üyeliğinden hem Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü görevinden ve fakültedeki Kamu Yönetimi Bölümü başkanlığından tereddüt etmeden istifa etmişti.

İstanbul Hukuk'un Sıddık Sami Onar geleneğinde yetişmiş bir idare hukukçusuydu. İdare Hukuku üzerine olan çok değerli eserlerinin yanı sıra, 1960'ların popüler anayasal konularından olan Anayasa'daki "millileştirme" kavramı üzerine çalışmış 1968 yılında, Millileştirme Kavramı Üzerine ve 1976'da da Millileştirme ve İdare Hukuku başlıklı kitaplarını yayımlamıştı. Avrupa Birliği'nin hukuksal boyutu üzerine ilk çalışan akademisyenlerden biriydi. Avrupa Topluluklarında İdari Yargının Genel Esasları başlıklı 1982 yılında yayınlanan eseri bu ilginin sonucuydu. İdare hukukçuluğu kadar Anayasa hukuku konusunda da ciddi bir ağırlık sahibiydi.

Her zaman demokratik bir hukuk devletinin, sosyal devletin önemi ve özlemi üzerinde dururdu. İdare hukukunun, bireyi devlete karşı koruyan demokratik bir hukuk devletinin olmazsa olmaz güvencelerinden biri olduğunu dile getirirdi. Hem laiklik hem de sekürlerliğe önem verir, bunları din özgürlüğünün ve toplumsal yaşamın güvencesi olarak görürdü. Ali Ülkü Hoca tarihe, özellikle de Osmanlı tarihine de ilgi duymuş ve meselâ fakülte dergimizde 1983 yılında "Hammer'in Gözüyle Osmanlı İmparatorluğu'nda Yönetici Sınıflar" başlıklı ilginç bir makale de kaleme almıştı.

Hocamız İstanbul Siyasal'da idare hukuku ve idari yargı derslerini verirdi. Bu dersleri akademik ve etik bir imbikten geçmiş bir âlim olarak, entellektüel bir derinlik ve bir aydın sorumluluğu ile anlatırdı. Bu dersleri hocamızdan alanların kendisini unutmaları ne mümkün?

Türkiye demokrat bir aydınını daha yitirdi. Ali Ülkü Hoca hem iyi bir hukukçu hem iyi bir akademisyen hem iyi bir idareci hem de iyi bir hocaydı. Türkiye'nin demokratikleşmesi ve hukuk devletinin kurumlaşması için hiçbir karşılık beklemeden, cesaretle mücadele etti. Ali Ülkü Hocamızın da içinde bulunduğu bu efsane kuşak aramızdan birer birer eksiliyor. Kalanların değerini daha fazla bilmek dileği ile ailesinin, meslektaşlarının, öğrencilerinin ve sevenlerinin başı sağ olsun.