Memleket Beşiktaş’ı, Schuster’i konuşadursun, ben size yine başka bir hikaye anlatacağım.

Memleket Beşiktaş’ı, Schuster’i konuşadursun, ben size yine başka bir hikaye anlatacağım.

Bugün diktatörlerine başkaldıran kadim Orta Doğu ve Kuzey Afrika halklarının bundan yıllar önce sömürgecilerine isyan ettiği günlere gidelim. Gidelim ve içinden futbol geçen bir direniş öyküsünün kuytusuna sığınalım. Bu oyunu sevmek için böyle kuytulara ihtiyaç var çünkü...

Yer Fransa, daha doğrusu Cezayir ama Cezayir de sömürgecisi Fransa’nın toprağı sayılıyor. Yıl 1958. İlk tohumları 1945’te İkinci Dünya Savaşı’nın bitişiyle birlikte atılan bağımsızlık hareketleri tüm ülkeyi sarmış durumda.

Dört yıldır devam eden hareketlilik Fransa’nın Tunus sınırında bir köyü bombalamasıyla doruk noktasına ulaşıyor.

Direnişin başını Cezayir Ulusal Kurtuluş Cephesi (FLN) çekiyor.

Bugün Orta Doğu halklarına demokrasi dersi veren medeniyetler beşiği Fransa, tarihin gördüğü en acımasız katliamların tek faili.

İşte böyle bir atmosferde, Fransa’nın ve Fransız Milli Takımı’nın en önemli yıldızlarından ikisi bütün futbol kariyerlerini, parayı, şöhreti bir kenara bırakarak acı çeken halklarının yanına dönme kararı alıyor.

Mustafa Zitouni ve Rachid Mekloufi. Monaco’da oynayan Zitouni o yıllarda Real Madrid’in transfer etmek istediği bir futbolcu. Dünyanın en iyi stoperleri arasında gösteriliyor. St. Etienne’de top koşturan Mekloufi “kafasının arkasında gözleri olan adam” diye tanınıyor.

İşte bu ikili, böyle parlak bir dönemde her şeyi bir kenara bırakıp yanlarına yine Fransa liginde forma giyen yedi arkadaşını da alarak FLN’nin kurduğu takıma katılıyor. Ülkelerinin bağımsızlık mücadelesine kendi yetenekleriyle hizmet edebilmek için...

Düşünsenize. O güne kadar onları  “milli kahraman” zanneden Fransız futbolseverler bir anda şoka giriyor. İdollerinin “ayrılıkçı teröristlere” dönüşmesine tanıklık ediyorlar.

Sokak aralarında top sürerken “Zitouni, Zitouni ve goool!” diye bağıran çocukları anne babaları çatık kaşlarla “Şşşşşt!” diye azarlıyor artık.

Fransız Cezayir’de devam eden kanlı savaşın farkına futbol sayesinde varıyor.

Mekloufi ve arkadaşları kurdukları  FLN takımıyla Cezayir’in haklı davasını dünyaya anlatma görevini üstleniyor.

Takımın dört yıl sürecek macerası  Tunus Havaalanı’nda yaptıkları bir basın toplantısıyla başlıyor. Bu süre içerisinde Orta Doğu, Doğu Avrupa ve Uzak Doğu’da dostluk maçlarına çıkıp Cezayir davasını anlatıyorlar.

17 maçlık serüvenleri bağımsızlık hareketinin Cezayir’de yayılmasına da çok büyük katkı sağlıyor.

Ülkedeki herkes onların maç sonuçlarını takip ediyor, onlarla mutlu olup, onlarla seviniyor.

Tabii biz görmedik bilmiyoruz, ama görenler bilenler o Cezayir takımının kendisine özgü hareketli bir oyun tarzına sahip olduğunu söylüyor. Yani takım dostluk maçlarından bir futbol ekolü çıkarmayı biliyor.

FLN takımına karşı Fransa boş durmuyor tabii. Mevzu FIFA’ya taşınıyor. FIFA, FLN takımıyla maç yapan ülkeleri uluslararası turnuvalardan men etmekle tehdit ediyor. Tunus bu yüzden ceza alıyor.

Ve 1962’ye gelindiğinde Cezayir Savaşı’nın bitmesiyle birlikte takımın misyonu tamamlanmış  oluyor.

Takımın en önemli oyuncusu ve lideri durumundaki Rachid Mekloufi o yıllarda yaşadıklarını şöyle anlatıyor: “FLN’ye katılana kadar olup biten hiçbir şeyden haberim yoktu. Bana bildiğim her şeyi FLN takımı öğretti. Bu dört yılda belki profesyonel futboldan uzaklaştım ama yaşadıklarım sayesinde bir devrimci oldum.”

Sahiden de Mekloufi savaşın ardından futbolcu kimliğinin yanına bir de politik kimliğini ekliyor. İşsizler, göçmenler, evsizler onun ilgi alanı haline geliyor.

Ve sıkı durun! Mekloufi, FLN takımı kadrosundan yeniden Fransa ligine dönen tek futbolcu oluyor. Üstelik 1967‘de yeniden formasını giymeye başladığı eski takımı St. Etienne’le Fransa şampiyonluğu yaşıyor, yeniden Fransızların sevgilisi haline geliyor.

Futbolu bıraktıktan sonra Tunus Milli Takımı’nı çalıştırıyor. Tunus futbolunun efsane isimlerinden birisi oluyor.

“İşte futbolun gücü” gibi bir toparlama yapmayacağım. Son sözü Mekloufi söylesin: “Fransa liginde oynayan göçmenler dahil, profesyonel futbolcular başkalarının acılarını, dertlerini zerre kadar önemsemez. Sadece parayla ilgilenirler. Er ya da geç para futbolu öldürecek. İnsanlar maçlara gitmekten vazgeçecek!”