Sık sık gündemde olan bir mankenin fotoğrafını gördüm. Hiç aklımda yokken, elimle onun fotoğrafını özenle çıkardım. Ellerimlerimi kullanarak fotoğrafı gözlerimin önünde tuttum. Gözlerimi kapadım tekrar. Çok olmadı, tuttuğum fotoğraf canlandı.

Alışılmışın dışında...

Tacim ÇİÇEK

Ne evdeki saatin “uyan!” zırıltısına, ne de on yıllık eşimin “hayatım, geç kalıyorsun” tiradına gereksinim duymadan uyandım. İçimdeki “horoz” işime yetişmem için zamanından çok önce, beni uyandırdı. Bu görevini hiç aksatmadan üstelik de uzun zamandan beri sürdürüyor. Bir çeşit şartlanma da olabilir bu benim için. İşte, içimdeki horozun sesiyle uyandım. Esnedim. Gerindim. Beni kendime getirecek birkaç hareket yaptım. Lavaboya koştum sayılır. Elimi, yüzümü yıkadım.Tıraş oldum. Dişlerimi fırçaladım. Neye yarıyor bilmiyorum, fakat kahvaltıdan önce de, sonra da dişlerimi fırçalıyorum. Başkasının böyle bir alışkanlığı var mı bilemiyorum. Bazen bu alışkanlığımı kafama taktığım olur ve işyerindeki arkadaşlara sormak isterim. Sonra bundan vazgeçerim, ya onların böyle bir alışkanlığı yoksa diye. Durup dururken kendimle ilgili ne diye koz vereyim. Çünkü durmadan başımın etini yesinler ve benle dalga geçsinler diye mi? derim içimden ve bu düşüncemden cayarım…

Ben lavaboda rutin işlerimi yaparken, eşim benden önce kalkıp kahvaltıyı çoktan hazırlamış olur, hatta karnını da doyurmuş ve keyif çayı içmeye başlamış olur. Arada sırada da kahvaltıya çağırır. Onun sesini işitirim, fakat karşılık vermem. İşimi bitirince nasıl olsa kahvaltı için mutfağa geçeceğim diye.

Kahvaltılıklardan atıştırdım biraz. Bardak dolusu çayla yenecek kadar bir şeyler yedim. Sonra da bardağın yarısı kadar suyu ağzıma alıp gargara yaptım ve lavaboya geçtim. Ağzımdaki suyu döktüm. Yatak odasına geçtim. Giyindim. Kapıya yöneldim. Kapıyı açtım, dışarı çıkacağım sırada. O ana kadar hiç karşılaşmadığım bir ışıkla karşılaştım. Gözlerimi kamaştıran bu parlak ışık alıştığım ve bildiğim hiçbir ışığa benzemiyordu. Bizim dünyamıza ait bir ışık değildi sanki. Kendimi zorladım ve şöyle bir çevreme baktım. Hava aydınlıktı. Garipsenecek bir şey yoktu aslında. Yine de tuhaf karşıladım bu ışığı üstelik de ışıkla birlikte gördüklerim inanılmazdı. Yutkunamadım. Şaşırdım. Heyecanlandım. Ne yapacağımı bilemedim. Tüylerim diken diken oldu. Bir korku ve heyecan kısa zamanda bedenimi sarıp sarmaladı. Evimizin eşiğinden itibaren ufka kadar uzanan yeryüzü gümüşî renkli bir suyla doluydu. Durgun ve ışık kadar parlaktı rengi suyun. Çevremizdeki evlerin bu kadar özdeş olduğunu bilmiyordum doğrusu. Sonra her evin bir adacık gibi bu gümüşî suyun üstünde gezer evler olduğunu… Evlerin önünde ne bir araç, ne bir tekne ne de bir kayık vardı. Her ev kendi arsası kadar gezer adasında yalnızdı. Ayaklarım titredi. Evden çıkmak istemedim. Bu arada karımın sesini duyuyordum. Neden oyalandığımı, kendimi iyi hissedip etmediğimi ve daha başka başka şeyler söyleyip duruyordu. Sonunda kararımı verdim ve ilk adımı korka korka attım. Dışarı çıktım. Evin çevresini dolaştım önce. Hep aynı manzarayı görüyordum. Her yöne uzanan gümüşî bir gölün tam da ortasında birer ev adacığıydı evlerimiz. Belki de bütün bir şehir, bütün bir ülke, bilemiyorum. Böyle şeyler geldi bir an aklıma. Olabilirdi de olmayabilirdi de. Suya girmekten korktum. Aceleyle eve girdim. Telaşlanmıştım. Kapı ile ara salon arasında bir engele çarpmışım gibi durdum. Toparlanıp baktım çarptığım şeye. Tipik giysili bir hizmetçi kadın olduğunu gördüm, şaşırdım tabi. Ben ona bakmaktan utandım, o da bana bakmaktan utandı. Göz göze gelmekten bile çekindik. Kendimi toparladım. Bunun bir açıklaması olmalıydı çünkü hiçbir zaman evimizde öyle bir hizmetçi olmamıştı benim bildiğim. Eşime seslendim:

-Bu kadın da kim, hanım?! Bakıyorum da varsıl komşulara özeniyorsun ha! İki yakamızı bir ara getiremiyoruz. Sen rahatın için boğazımızdan kes, cebimizden al hizmetçi tut, olacak şey mi bu!

Yanıt versin istedim. Beklediğim yanıt karşımdaki hizmetçiden geldi hemen:

-Ne hizmetçisi canım, benim ben! Karını tanımadın mı? Sen, beni hizmetçin olarak gördüğün için, bu yaklaşımın, tavrın normal tabi. Bir çamaşır makinesi istedim de söylemedik söz bırakmamıştın, anımsadın mı?! “Seninle niye evlendim sanıyorsun” (beni taklit ederek) çamaşırımı, bulaşığımı yıkayasın, yemeğimi yapıp, söküğümü dikesin diye. Yalnızca yatak için olsaydı bu pek de zor değil, sensiz de o ihtiyacımı görebilirdim.

O susunca bir tuhaf oldum. Karşımdaki hizmetçinin hemen eşime dönüştüğünü gördüm. İrkildim. Bu bir kâbus olmalıydı. Hemen ondan uzaklaştım ve çocukların odasına yöneldim. Kapıyı hafifçe araladım. Çocuklar mışıl mışıl uyuyordu. Fakat ortalarında tanımadığım bir kadın vardı. Gözlerime inanamadım. Onun kim olduğunu merak ettim. Odaya girdim ve çocukların ortasındaki kadına baktım. O, eşimdi. Bu olamazdı. Hizmetçi olarak da karşıma çıkan, karım olduğunu söylemişti. Buradaki de o’ydu…

Odadan çıktım. Kapıyı çekmeyi unuttum. İvedilikle öteki odaları dolaştım. Hizmetçiyi göremedim. Tekrar çocukların odasına döndüm. Çocukların ortasındaki kadına bir daha bakmak ve gördüğümden emin olmak istedim. Eğildim, o sırada uyandı. Başını hafifçe kaldırdı. Gözlerini gözlerime dikti. Bayılacak gibi oldum. Ayakta güçlükle kalabildim.

-Anne sen misin?! Az önce baktığımda seni eşime benzetmiştim. Ne zaman geldin?! Niçin haberim olmadı geleceğinden?! Dışarısı… Sen… An-la-mı-yo-rum! Nasıl gelebildin, ne ile geldin?! Sonra neden çocuklarla birliktesin?!

-Bir tuhafsın ha, ne oyalanıp duruyorsun, işine gitsene bir an önce, saçmalama da git artık…

Yüz annemdi, fakat ses eşimindi. Yıkıldım. Bana bir şeyler oluyordu, fakat ne olduğunu anlamıyordum. Düşecek gibi oldum. Çocukların odasından koşarak çıktım. Bu nasıl olabilirdi. Tekrar odaya girdim ve çocukları uyuyor gördüm, annemi de. İnanılmaz bir şeydi bu ve uyandırıp konuşmaya cesaret edemedim. Odadan çıktım. Düşünmeye, bunun bir açıklaması olduğuna kendimi inandırmaya çalıştım. Aklıma mutfak geldi. Mutfağa gittim. Mutfakta kemse yoktu. Bir sandalyeye kendimi zor attım. Dirseklerimi masaya koydum. Başımı ellerimle tuttum. Gözlerimi yumdum. Yine de bir işe yaramadı. Gözlerimi açtım. Masadaki gazeteye ilişti gözüm.

Sık sık gündemde olan bir mankenin fotoğrafını gördüm. Hiç aklımda yokken, elimle onun fotoğrafını özenle çıkardım. Her iki elimin işaret ve başparmağını kullanarak fotoğrafı gözlerimin önünde tuttum. Gözlerimi kapadım tekrar. Çok olmadı, tuttuğum fotoğraf canlandı. Gözlerimi açtım ete, kemiğe bürünmüş gördüm, o canlananı. Karşımdaydı üstelik de. Yerimde duramadım. İşaretine kapıldım ve peşinden gittim. Yatak odasına girdi. Yatağa uzandı sırtüstü. Yanına uzandım. Bir yandan öpmeye başladı beni, bir yandan da vahşice soydu. Kollarımın arasındaydı. Durmadan alt üst oluyorduk. Öyle mutlu dakikalar geçirdim ki anlatamam hiç. Gözlerimi kapatmak istiyordum onunla sevişirken, fakat gizli bir güç bunu engelliyordu. Gözlerimi açık tutan gizli güce karşı koyamadım. Bir ara baktım ona. Hayır, gözlerim beni yanıltmış olamaz diye geçirdim içimden, fakat gerçekti, o yoktu ve ben eşimle sevişiyordum. İlk birlikte olduğumuz gibiydi. Bu çok sürmedi. Sonraları, yerini bazen bir aktirist, bazen de komşu kadınlardan biri, iş arkadaşlarım veya yolda gözüme çarpan, beni sarsan kadınlar aldı. Her sevişmemde bir başka kadınla yatmışım meğer. İnanılmaz geliyor fakat gerçek bu işte. O an aklıma tuhaf bir düşünce geldi ve yıkıldım.

Ya eşim içinde gerçek benim düşüm gibiyse

Bunu düşünmek bile çıldırttı beni, bakmayın bu kadar kolayca söylediğime. Hep başkalarıyla mı birlikte oldum. Ne demek oluyor bu? Gerçekten bilmiyorum, fakat düşündükçe de kendime çok kızıyorum. Değişmeyen tek gerçek bir kadınla birlikte olduğumdu. Oysa şimdi yüzlerce kadın geliyor gözlerimin önüne ve yatağımdalar sırasıyla, alıp götürüyorlar beni cennetlerine, âdeta kanatlı Eros oluyorum. Ne manken, ne diğerleri var yanımda. Hiçbiri yok aslında. Karım var yatağımda sadece. Soğu soğuk terledim.

-Seni hiç bu kadar istekli ve azgın görmemiştim doğrusu, dedi. Duymamış gibi yaptım. Yoksa hiç yoktan tartışabilir, günümü daha da zehir edebilirdim kendime. Banyoya yöneldim. Soyundum ve soğuk suyun altına girdim. Kimselere benzemeyen alışkanlıklarımdan biri de her sabah soğuk suyla yıkanmamdır. Askerken alıştım buna. Yirmi yıldır bu böyle. Yaşadığım sürece de böyle olacak sanırım. Kötü mü, iyi mi hiç mi hiç bilmiyorum. Fakat sıcak suyu sevmiyorum. Sıcak sevdiğim şeyler var tabii: Çorbayı, yemeği, çayı, kahveyi sıcak severim, en güzel sıcak da kadın sıcaklığı. Başka sıcaklar da var hayatımda fakat onlar da bana kalsın. Tenime dokunan su bir anda genç ve güzel kadınlara dönüşüyor, ben daracık banyoda yüzlerce güzel kadın tarafından okşanıyorum. Hiç çıkmak istemiyorum. Çok sürmedi hayalim. Tüylerimi yolan bir el beni kendime getirdi. Gözlerimi açtım. Banyoda ben vardım. Karşımda da eşim.

-Bu sabah her zamankinden daha tuhafsın, işe geç kalmaktan korkmuyor musun? Çabuk çıkalım banyodan, çocukların ikimizi de burada görmesi doğru olmaz canım! Yanıt vermedim. Banyodan çıktım. Onu orada bıraktım. Kurulandım. Giyindim. Salona gitmek istedim. Çocukların uyuduğu odanın önünden geçtim. Kapıyı çekecektim ki aralıktan daha uyuduklarını ve yanlarında da bir kadının olduğunu gördüm. Eşimi banyoda bıraktığımdan emindim. O, oradaydı. Peki, bu kimdi? Emin olmak istedim. Usulca sokuldum. Baktım. Annemdi. Dedim ki, ya gece geldi ya da çok erken bir saatte. O geldikten sonra da ve o gelmeden çok çok önce yağmur yağmaya başladı. Hava zaten kötüydü. Derken dereler taştı, seller aktı sonunda erişilmez dediğimiz mahallemize kadar aktı sular. Benim işe gitmek için çıkmak istediğimde gördüğüm göl oluştu. Buna bir an için inandım, fakat suyun rengi tuhaftı. Yağmur suyu olamazdı. Sonra yağmur ne kadar yağarsa yağsın böyle bir durum oluşmazdı. Peki, onca araba vardı semtimizde niçin göremedim hiçbirini. Hepsi de suyun altında mı kaldı. Olamaz böyle bir şey. Diyelim ki öyle oldu, ya insanlar mal canın yongasıysa niçin dışarıda değiller ve bir şey yapmıyorlar. Hayır hayır düşündüklerimin hiçbiri doğru değil. Bu ya gerçek ya kâbus ya da düş. Bilemiyorum.

Geri döndüm banyoya, seslendim. Eşim yoktu. Çıkmış olmalıydı. Banyonun perdesini çektim. Banyoda yıkandığımıza dair hiçbir iz yoktu. Bu nasıl olurdu. İvedilikle dış kapıya gittim. Kapıyı açtım. Değişen bir şey yoktu. Her şey gördüğüm gibiydi ve kimse kapısını açıp dışarı çıkmamıştı. Bu da tuhaftı aslında. Birden kendimi suyun içinde buldum. Nasıl olduğunu anlayamadım fakat kendimi suda buldum. Derin olmasından korktuğum su dizlerime dekti. Birkaç adımdan sonra birdenbire derinleştiğini gördüm. Kendimi suya bıraktım ve eve doğru yüzmeye başladım. Ben kulaç attıkça ev benden uzaklaştı. Sanki biri evimizi çekiyordu. Hangi eve doğru kulaç attıysam aynısı oldu. Ne yapacağımı düşünmeye başladım. Kulaç attım boşluğa doğru. Ben boşluğa kulaç attıkça karşımda bir kara belirdi. Bu adaya doğru yüzdüm. Yorulmak bilmiyordum. Kısa zamanda adaya vardım. Adaya çıktım. Adada mezarlar gördüm. Mezar taşlarını okuyamadım. Yazılar silinmişti. Ya da hiç yazılmamıştı. Bir mezarın içi boştu. Eğilip baktım. Orada kendimi gördüm. Kendimden korktum. Sırtüstü uzanmışım gibi gözlerim açıktı. Ben bana güldüm. Korktum. Kendimi suya attım tekrar. Durmadan kulaç attım. Evimize yaklaştığımı gördüm. Sevindim. Evimizin adasına çıktım. Kendime gelir gibi oldum. Bir şey fark ettim suya girmemişim gibi elbiselerim kupkuruydu. Bu inanılmaz bir şeydi. Hemen eve girdim. Kapıyı kapadım. Tanıdık sesler geldi kulağıma. Şen şakrak seslerin geldiği odaya yürüdüm yavaş yavaş. Bir anda yaşadığım kâbusu unuttum diyebilirim. Odanın kapısında durdum kısa bir süre. İçeri girip girmemekte tereddüt ettim. Başka bir şaşırtıcılıkla karşılaşmak istemiyordum artık. Usulca açtım kapıyı. Eşikte durdum. Bir yontu oldum âdeta. Odadan tanıdık sesler geliyordu, fakat konuştuklarını hiç anlamıyordum. Kapıdan odaya girdiğim anda, onlar da sustular ve de başlarını bana çevirdiler. Birkaç iş arkadaşımdı evdekiler. Hiçbir şey düşünemedim aklım başımda yokmuş gibi. İş arkadaşım atıldı:

-Korkuttun bizi be azizim! Yenge aradı, kendini hiç iyi hissetmediğini söyledi. Biz de apar topar geldik… Yahu işbaşı yapacakmışsın gibi neden giyindin öyle?! Dinlen birkaç gün, sağlığın önemli, iş değil, aramızda işlerini paylaşırız senin inan, unuttun mu biz böyle günler için varız. Dostluk, arkadaşlık kötü ve sağlıksız günler için değilse ne anlamı var ki bunların, değil mi? Yanıt vermedim. Odaya girdim. Karşılarında durdum. Onlara baktım.

-Kendini iyi hissetmiyorsan doktora götürelim seni, ister misin?!

-Gerek yok, gayet iyiyim! dedim. Sonra da boş koltuğa oturdum. Gözlerimi onlara diktim. Değişen kadınlardı yalnızca. Biçimden biçime. Kılıktan kılığa giriyorlardı. Bitişiğimizdeki daireyi satın alan genç çifte çevirdim gözlerimi. Yeni evliler, tek yumurta ikizi gibiydiler. Gözlerimi onlara dikmiş olmam ikisini de rahatsız etmişti, farkındaydım. İçimden, ‘her evliliğin ilk maskesi bu mu yoksa’ dedim. Bir düşün içinde miydim, yoksa evli bir çiftin düşünde miydim, inanın bilemedim. Kim bilir, belki de biz tek tek ve hep bir başkasının düşüyüz; onlar bu düşten uyanınca biz de yok oluyoruz.