Reşat Enis’i hatırlayanımız var mı?

“Yol Geçen Hanı”, “Sarı İt” gibi acı ger­çeklerle ördüğü romanlarının yanı sıra gazete­lerde muhabirlik, fıkra yazarlığı, yazı işleri müdürlüğü de yapan Reşat Enis’i...

İşte bugün, unutulmanın bilgisayarından adını sildiğimiz Reşat Enis, 1954 yılının ha­ziran ayında “Cumhuriyet” gazetesinde gü­nün ünlüleriyle bir dizi röportaj yapıyor: “Meşhurlarımızın garip inanışları...”

Ve, “meşhur”larımıza şu soruyu yönelti­yor:
“Garip alışkanlıklarınız var mı?”

Burhan Felek, şöyle yanıtlıyor Reşat Enis’in sorusunu:
-“Merdiveni daima sağ adımımla bitir­mek isterim.”

Halide Pişkin, uğuruna inandığı için üze­rinde sürekli olarak bir at nalı taşıyor. Ayrı­ca sokakta boş sigara ve kibrit kutusu gör­düğü zaman ayakkabısının topuğuyla ezi­yor.

Fahri Celal, ki o tarihte Bakırköy Akıl ve Ruh Hastanesi Başhekimidir, “Ben şu ka­dar senedir hekimim” diyor, “bir insana di­riden zarar geleceğini bilirim. Fakat ölü bu­lunan bir odada bir gece dahi yatamam.”

Çallı İbrahim, sokakta yürürken ayağını kaldırım taşlarının ucuna rast getirmeye çalışıyor... Böyle olunca işlerinin de rast gi­deceğine inanıyor çünkü...

Mesut Cemil, caddelerdeki tramvay tellerinin altından geçemediğini belirtiyor.

Meraklısına not: Mesut Cemil’in kısa bir süre için “Tel” soyadını aldığını, daha son­ra da bıraktığını belirtelim bu arada...

Şimdi yazının rotasını biraz da “Batı edebiyatı”na çevirelim, bakalım orada durum nasıl?

Goethe odasında dolaşarak, Donizetti ise yaya yürüyüşler yaparak “ilham”ın izini sürüyor.

Charles Dickens, gözünün önünde daima yazmakta olduğu yapıtın kahramanlarını simgeleyen bronzdan heykelcikler bulunduruyor.

Ünlü tefrikacı Ponson du Terrail, kahramanlarını simgeleyen bezden yapma kuklaları yazı masasının üzerine diziyor ve kahramanlarından birini öldürünce kuklasını da bir dolabın içine gömüyor. Terrail’in “Rocambole” adlı yapıtını yazmak için tam 282 kukla kullandığı biliniyor.

Stendhal, Balzac’a yazdığı bir mektupta “Parma Manastırı”nı yazarken daha doğal olabilmek için her sabah medeni kanun kitabından birkaç sayfa okuduğunu belirtiyor.

Filozof Kant, penceresinden önünde bulunan bir kavak ağacına bakmadan hiçbir şey düşünemiyor.

Schiller, ayaklarını buzlu suya koymadan “ilham” perisinin onun belleğine uğramadığına inanıyor.

Chataubriad, odasının buz gibi soğuk taş döşemesi üzerinde yalın ayak dolaşarak yazıyor.

Bousset, soğuk bir odada başına sıcak bir sargı sararak çalışıyor.

Rousseau ise kızgın güneşin altında başı açık bir durumda ilham peşinde koşuyor.

Buffon, Diderot, Rousseau, Murger dehşetli bir kahve tiryakisi...

Hele Balzac ve Flaubert, kahveyi çorba kâsesi ile içiyorlar.

Bu yazıyı okuyunca bizim edebiyatçıları düşündüm.

Örneğin Yaşar Kemal’in romanlarını bir otele kapanarak yazdığı bilinmekte. Üstat, bir zamanlar Şile Değirmendere otelini mekân tutmuştur. Son romanını ise Antalya Falez Oteli’inde yazdığına bizzat tanık olmuşumdur.

Orhan Kemal, hikâyelerini Cağaloğlu’nda İkbal ya da Meserret gibi kahvelerde yazmıştır.

Behçet Necatigil’in çalışma odasını görmüştüm ölümünden sonra... Masasında “Birinci” sigarası paketleri, bir kutuda biriktirilmiş kibrit çöpleri ve kurşun kalemleri... Şairin, otobüs bileti, sigara paketi, kâğıt namına ne bulduysa bunların arka yüzlerine mısralar düşürdüğü de bilinmektedir.

Mehmed Kemal, gazeteci kimliğiyle her ahvalde kalem oynatırdı. Nerede olursa olsun yazısını yazar, röportajlarında ise asla teyp kullanmazdı.

Demir Özlü, yılın büyük bir bölümünü Stockholm’de yaşamasına rağmen kimi roman ve hikâyelerini Berlin ya da Amsterdam’da yazmıştır. Çünkü Berlin bir metropoldür ve Özlü’nün zihnini aydınlığa boğmaktadır.

Seksenli yıllarda Almanya’ya gidişimde, Berlin’de yaşayan Aras Ören’in karaladığı her kâğıt parçasının ileride araştırmacılara kaynak olur niyetine toplanıp kayıt altına alındığını öğrenmiştim.

Ünlü Yunanlı şair Yannis Ritsos, bir şiirin­de “Alışkanlıklar da değişir” dese de bu söz, yazarların, şairlerin, sanatçıların kap­sama alanı içinde değil.

Sözü biraz daha uzatacak olursam, vay bana vaylar bana ki, yazıya yine “şiir” bula­şacak.