Alışmak sevmekten...

ALEV KARADUMAN / karadumanalev@gmail.com

7 Haziran’dan beri toplumca bir silkelendik, Türkiyeli olmanın gerçekliğiyle karşılaşıp bir güzel rüştümüzü ispatladık hepimiz. Neydi öyle ateşkesle büyüyen nesiller filan, saçmalık! Şimdi herkes biliyor devlet kimdir ne yapar, terörist kimdir temizlik nedir. Bir anda ak berrak oluverdi her şey. Üstelik bunu 7 Haziran gibi barış umudu ile sembolleşmiş bir günün hemen arkasından yaşadık; iyi oldu, üzerimizdeki ölü toprağı kalktı(!) yeniden Türkiye’de ve Türkiyeli olduğumuzu hatırlamış olduk.

Bir iki gün yadırgadık… E o kadar da duyarsız değiliz hiçbirimiz neticede, iki üç senedir müzakereler sürüyor, Öcalan gazetelerde pozlar vermiş, Gezi’de haykırmışız “Kürtler nerede?” diye sonrasında anlamışız güya “Biz Kürt sorununu onca sene bu medyadan izledik” demişiz, HDP’nin barajı geçmesi neredeyse MHP’ye kadar herkese umut olmuş; böyle bir dayanışma ikliminden geliyoruz, tabii üzüleceğiz olanlara. Birkaç gün “Neler oluyor ya?” dedikten sonra “HDP arada kaldı tavır takınamadı” dedik, o da bitince muhatabımız tamamen

Kürdistan’da can ve onur mücadelesi veren halk oldu, hendekler dedik, savaş yapıyorlar dedik, sonra onu bile demedik, sanki çok uzaklarda bir Ortadoğu ritüeli olarak bir “iç karışıklık” yaşanıyor gibi kendi köşemize çekildik, çok sıkışınca da “İnsan bilemiyor ki ne doğru ne yanlış, çok manipülasyon var” dedik, gıkımız çıkmadı.

“Alışmak sevmekten daha zor geliyor, alışmak bir yara bağrımda kanıyor” diyor ya Selami Şahin; hepimiz biliyoruz bu dizeleri, hepimiz alışmanın zor olduğu yalanını atıp duruyoruz kendimize. İşte size küçük bir sır; alışıyoruz! Sahi, siz en son neye alıştınız? Mutfaktan geceleri gelip duran tık sesine mi, yeni taşındığınız şehrin kuru soğuğuna mı? Evlendikten sonra ilişkinizin eskisi gibi olmamasına mı, yan binada başlayan inşaatın seslerine mi? “Alıştım” dediniz sonunda değil mi, edilgen ve çabasız, omuz silkerek… Bunlara alışılır işte; peki ya bir sevdiğinizin kaybına, ölümüne? Hiç gerçekten alıştınız mı?

Seneler sonra refleksif olarak telefonla aramaya çalıştınız mı bir yemek tarifi sormak için annenizi, ya da gelip sizi gardan alsın diye babanızı? Bu başınıza geldiğinde anlıyorsunuz; alışmak sevmekten de sevilmekten de hayattaki tüm ihtimallerden de daha zor. Ölümü duymaya nasıl alışır insan? Savaşı gördüyse… Kürtler kendi evlerinde mahallelerinde savaşı yaşıyor, bedel ödüyor, ölüyor öldürülüyor; bizler artık moral bozuyor diye o haberlere tıklamıyoruz bile. Onlar geride kalan oluyor, hafızasında en sevdiği arkadaşının artık bir daha hiç kullanılmayacak telefon numarasıyla kalakalan oluyor; bizler alışan oluyoruz. Gezi’de “Kürtler nerede?” sorusunu hiç sormamış gibi alışıyoruz bir anda yokluklarına, yok edilişlerine. Doğanın kanunu bu, eskiden insanlar öldüklerinde gazete ilanı olurlarmış, şimdi hastag oluyorlar ve hemencecik, ekseriyetle unutuluyorlar…

TDK’nin sözlüğünde altı karşılık çıkarılmış “alışmak” fiili için. İlki; bir işi tekrarlayarak kolaylıkla yapabilmek… Batı’da olsa hayatı durdurma seviyesine geleceğimiz kanunsuzluklar ve zulümler karşısında biz hayatımızı yaşayabiliyoruz her gün, kolaylıkla… Bir milletvekilinin evine maskeli zırhlı ve ağır silahlı askerlerin girmeye çalışması, evinin çatısında keskin nişancıların konuşlanması normal geliyor herhalde? Kaç kişi bunun haberini gördüğünde, bir sivil olarak, Ferhat Encü’nün “Kapıyı zorluyorlar, kıracaklar” tweetindeki dehşeti, terörü, güvensizliği hissediyor? Belki de hissetmemize gerek yok, ne de olsa o bir HDP’li ve Silopi’de, oysaki vekil dediğin Ankara’da oturur ne işi var “teröristlerin” illerinde mahallelerinde!

Bu adam 7 Haziran seçimlerinde Şırnak’tan seçildiğinde “Roboski’nin hesabını sormaya geliyorum” diye yazmıştı. Devletin savaş uçakları onlarca yakınını bombalamıştı, öldürmüştü, o da böyle yazmıştı; şimdi yaşadığı apartmandan çıkamıyor. Çünkü o Ankara’ya gidip mecliste hesap soracağına, devlet ayağına gelmişti, kapısına dayanmıştı, çok alışık olduğu silahlarıyla tanklarıyla… Üçüncü anlam olarak, “yadırgamaz duruma gelmek” diyor TDK. Bir arkadaşım Nusaybin’deki 12 yaşındaki yiğeninin silah seslerini duyduktan sonra karşı sokaktaki evine koşarken ayağından yaralandığını söyledi. Üzüldük, geçmiş olsun dedik.

“Kardeşini buraya getirttik ama o kalmak istiyor. Kardeşi 5 arkadaşını kaybetti, kaldıramadı daha fazla ama bu kalmak istiyor. Mahallemizi terk etmeyeceğiz diyor” dedi arkadaşım durumu özetlerken. Ramazan’ın savaştan kaçmış bir mülteci olarak aramıza karışması… Onun gibi on binlerin haftalardır yollarda, bu karda kışta göçe zorlanması.

Yadırganmıyor çok fazla, hele burnumuzun dibinde yıllardır Suriye gerçeği ile yaşayan insanlar olduğumuz düşünülürse. Ramazan peki? Yaşlılığında belki, hayatının sonlarında, unutur mu dersinizkaybettiği 5 arkadaşını? Okulunu, ailesini bırakıp dayısının yanında garsonluk yapmaya başlamasını? Affeder mi bunu ona yaşatanları?

Alışmanın sözlükteki 6. anlamı; evcilleşmek, ehlileşmek… Bir hakimin bir mazluma yaptığı, ya da bir kabadayının bir pısırığa yaptığı; evcilleşmek, ehlileşmek. Konu kendi haklarımız, yaşam alanlarımız, kaybettiklerimiz bizimle aynı meydanlarda çarpıştıklarımız olunca peyda olan sinir ve öfke izin vermemişti zamanında “ehlileşme”ye. Peki Kürdistan halkı ile hala bu özdeşliği kuramayan, taraf görünmek istememek adına, yanlış bir şey söylememek adına; hamile bir kadının, küçük bir çocuğun ya da yaşlı bir amcanın ölümüne dair iki kelam etmekten imtina etmek evcilleştirilmek değil de nedir? Hakan Vreskala Kurdi Nizanım şarkısında diyor ki “Türk Kürt kardeş değil ayan beyan sevgilidir, ayıran kalleş değil hayatın ta kendisidir” Hayatın ta kendisi dediği, bizim koşullarımızda ne devlet, ne polis ne de medya; maalesef insanların vicdanlarının ta kendisi…

Alışmak da sevmekten daha zor filan değil bu arada, en kolayı! Kimileri için, birçok eşim dostum akranım için, çoğumuz için. Nazi Almanyasında yaşayanlar ne zaman alışmıştı acaba komşularının alınıp tek tek kamplara götürülmesine? Ana dili Arapça olan İsrailli ne zaman “yadırgamamaya” başlamıştı Filistinlilerin o dildeki çığlıklarını feryatlarını? Siz, kendinizi gerçekten hazır hissediyor musunuz. Kürtlerin uğradığı zulme alışmaya? Alışırsanız ne olacağınızı, neye dönüşeceğinizi, “o günleri” düşündüğünüzde kendinizle nasıl yüzleşeceğinizi? Düşünüyor musunuz o habere tıklamadığınızda, o korkuyu hissetmediğinizde, günün sonunda sevgilinizin gözlerine baktığınızda, gözlerinizde bir anlam da bu zulüm için barındırmadığınıza, taşımadığınıza?

Alışmak kolay, edilgen. Sevmekten de sevilmekten de anlamaktan da. O yüzden bu haftanın neco’su, alışma, alıştırma! Eyvallah onlar direniyorlar direnecekler de ama, “Kürtler nerede?” sorusunu bir daha sorduğunuzda, hala bir Kürt halkının olması hatırına… Alışma…