Üsküdar’daki Hazreti Ali Camii’nde Cuma’yı kıldıktan sonra cami önünde gazetecilerin sorularını yanıtlayan Erdoğan; pandemi konusunda topu Bilim Kurulu’na atmış ve “Bu işin birinci derecede sorumlusu Bilim Kurulu” demişti.

Yarın Cuma çıkışı alkol yasağını soran çıkarsa, bu konuda da Bilim Kurulu’nu referans aldıklarını mı söyler diye düşünüyordum ki kurul üyesi Prof. Dr. Serap Şimşek Yavuz’un sözlerini duydum. Meğer Bilim Kurulu’nun önerilerinin çok az bir kısmını uyguluyormuş hükümet.

Bu içki yasağı, uygulanan o çok az önerilerden biri olamaz o zaman. Nitekim Prof. Dr. Yavuz, yasağın hiçbir akılcı tarafı olmadığını, insanların evde alkol almasının sakıncasını anlayamadığını, tersine ağızın tuzlu su ve alkolle gargara yapılmasının virüs yükünü azalttığına dair değerlendirmeler olduğunu söylüyor ve inanılmaz bulduğu yasaktan hemen dönülmesini öneriyordu.

Serap Hoca yasağın “hiçbir akılcı tarafı” olmadığını söylemiş. Var bir akılcı tarafı ama o akıl başka akıl!

O akıl, ekmeğe bile siyaset karıştıran AKP’li ilçe belediyelerinin İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin Halk Ekmek büfelerini engelleyen aklının da bir adım ötesi…

Soylu çok net söyledi tekel bayileri kapanacak, muafiyet yok, soru işareti yok! 150 bin tekel bayiinden kim bilir kaçı bu sürecin sonucunda kepenk indirmek zorunda kalacak?

Hukukçular kararın hukuka uygun olmadığını söylemiş. Hukuka uygun ne kaldı ki? O yüzden, Turgut Kazan’ın değerlendirmesi daha anlamlı: “İktidar ‘laik cumhuriyetin köküne kibrit döksek de ihvan cumhuriyetini kursak’ diyor. Kendi gibi olmayanlara ‘defolsun gitsin’ diyor.”

Tam kapanma denilen ama tam kapanma olmayan ve vatandaşa bir desteğin verilmediği 17 günde kapananlar ve kapatılmaya çalışılanlar belli. SOL Parti içki yasağına karşı çıkarken meselenin adını da koydu: “Salgın bahanesiyle adı konmamış şeriat uygulaması!

Alkol yasağını “tamamen ideolojik” ve “AKP’nin insanların yaşam tarzına müdahalesinin son halkası” olarak değerlendiren CHP Gn. Bşk. Yrd. Veli Ağbaba da; “İnsanların kişisel özgürlüklerini o kadar kısıtladılar ki, ülkeyi duvarları olmayan bir cezaevine dönüştürdüler” dedi.

Mesele kişisel özgürlüklerin çok ötesinde. Bu özel hayata değil kamusal alana bir müdahale. “İçkini al evde iç” diyerek tasvip etmedikleri hayatları dört duvar arasına hapsetme yaklaşımı bu. İran’da da Suudi Arabistan’da da alıp evde içiyorlar zaten. Hem de ne içme!

Alkol denilerek kamusal alandan kovulmaya çalışılan şey bu toprakların kültürel bir değeri. Şarabın yaklaşık 8 bin yıl önce komşu Gürcistan’da üretildiğini, birayı M.Ö. 5 binli yıllarda Mezopotamya’da Sümerli bir kadının bulduğunu, rakının ise -söylemek gereksiz- Anadolu’nun çocuğu ve 300 yıldır bize özgü geleneksel bir içki olduğunu biliyoruz.

Dünyanın pek çok ülkesi, kültürel birer değer olarak gördükleri kendi milli içkilerini (şaraplarını, biralarını, viskilerini) onlara dair hikayeler de yaratarak turizmde bir değere dönüştürüp gelir elde ederken, meteliğe kurşun atan biz bu topraklardan çıkan içkileri ilelebet bu topraklara gömecek bir aklın peşindeyiz.

İçkiyi adabıyla içilen, azı karar çoğu zarar bir şey olarak öğrenmek varken, kamusal alandan tamamen dışlayıp yasaklayarak, içecek olanları Arabistan’daki gibi içmeye zorlayan bir aklın peşindeyiz.

Yok, olan sadece özel hayatlara, kimilerimizin keyfine olmuyor! Peki, ne oluyor?

Ne olduğunu anlayabilirsek, aslında kamusal alanın saldırı altında olduğunu ve kazanmamız gereken bir laiklik mücadelesi olduğunu da kavrayacağız!