10 Ocak 2018’de toplanan Adalet Şûrası’nın açılışında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yaptığı konuşmada yer alıyor bu sözler. Güzel bir deyiş aslında.... Güzel ve keşke, dini inançlarını bir silah gibi kullananların önce bu sözlere inandığını, bu yolda davrandığını görsek diye düşünmeye yol açıyor.

Erdoğan’ın bu konuşmasında referansların yalnız İslam’dan alınmadığını da görüyoruz. Bir yandan Batı ülkelerinde özgürlük ve demokrasi arayışlarının adalet temelli ortaya çıktığını söylerken, öte yandan Osmanlı’nın adalet üzerine yükseldiğini dile getirmekte. Bunun gibi adaletle davranıldığında huzurlu ve müreffeh bir ülke haline gelindiğine değinirken, AKP’nin kuruluşunda parti adı olarak ilk önce “adalet” sözcüğünde anlaşıldığını vurgulamakta. Gerçi, her konuşmasında olduğu gibi bu konuşması da önünde sonunda 15 Temmuz’a ve FETÖ yapılanmasına bağlansa da, konuşanın ana konusu adalet!

Medyada bu konuşmayla ilgili yorumlara bakıldığında, kısa bir incelemeyle de olsa görebildiğim kadarıyla, ne adalet ne de İslam ve adalet arasındaki ilişki üzerinde duran var... Erdoğan’ın aynı konuşmasında yer alan “UYAP gibi çok önemli bir mekanizmayı FETÖ’ye kaptırdık” ile “hukuk devletin tüm kurumlarıyla çalışmadığı ülkelere ciddi yatırımcıların gelmediğine” ilişkin sözlerinin daha ilgi çektiği görülüyor.

Gerçi, uzun süredir FETÖ ile yatıp FETÖ ile kalktığımızdan, bir yanda FETÖ’nün devlette nasıl dal budak saldığı, öte yanda AKP’nin nasıl da “aldatıldığı, kandırıldığı” konusunu gündeme getirme fırsatının kaçırılmak istenmediğini anlayabiliriz.

Ayrıca, “o bunu dedi, öteki şöyle tersledi, beriki böyle dokundurdu” üzerinde- yükselen demeyeceğim- batmakta olan “siyasal tartışma” ortamına küçük-büyük çekişmelerden ötesinin fazla geldiğini de düşünebiliriz.

Ancak kendime, bunun bir nedeni de, bu kadar vurgulanan adaletin gerçekte ne hale geldiğinin iyi bilinmesinden gelen bir kanıksama olabilir mi diye sormadan da edemiyorum. Hele konuyu İslam’a bağladığınızda, buradan yola çıkıp “adalet” lafı etmek hiç kolay olmamalı!

Neyse, AKP iktidarınca kavramların nasıl eğilip büküldüğü, içlerinin boşaltılıp “süslü” bir kılıftan ibaret kaldıklarına ilişkin daha önceki yazılarımda epeyce şey yazdım. İktidarın hemen her konuşması bu “eğip bükmeyi” gündeme getirmek için yeni fırsatlar sunsa da, bunları tekrar etmekle ilkokul öğrencileri gibi “hecelemeden” öteye gidememek var ki, üzücü...

Onun yerine şu “adalet” meselesini, özellikle de “Allah adil olanı sever” deyişini konuşsak diyorum...

Konu önemli; çünkü, bir yandan bu ülkede uzun süredir İslam’ın bayrağını dalgalandırmak isteyenler çoğalmakta; dolayısıyla Allah’ın sevgisini isteyen ve arayanların arttığını düşünmemiz gerekmekte. Öte yandan, yine uzun süredir modern toplumlara özgü demokrasi, hukuk, adalet, özgürlük, eşitlik, laiklik gibi kavramların ifade ettiklerinden çok farklı bir kılıfa girmiş durumda oldukları biliniyor. Bu kavramlardan yola çıkarak getirilen eleştiri ve sorgulamalar da bir yankı uyandırmayıp, sanki bir duvara çarpıp iz bırakmadan geri dönmekte. Örneğin toplumun bir yanında otokrat, totaliter, diktatör, faşist kavramları uçuşup dururken, öteki yanında demokrasi, özgürlük, adalet kavramlarının özgüvenle kullanıldığı bir ülke burası!...

Öyleyse, bir de, onların açtığı yoldan “Allah adil olanı sever” deyişinden yola çıkalım!... Kendi adıma, genelleme yapmanın yanlışlığını bilmeme karşın, yine de ne dünyada, ne bu ülkede güce, paraya, iktidara ulaşmanın “adaletle” olmayacağını söylemekten kaçınmayacağım Yine genelleme olsa da, kimsenin alın teriyle zengin olmadığı, kimsenin de adil, doğru, dürüst olduğu için tepelere tırmanmadığını söylemekten geri durmayacağım. Hem paranın hem iktidarın yolu, her yerde karşılıklı alış-verişlerle, küçük-büyük fırsatçılıklarla, birilerini kullanmakla, çok zaman da iki yüzlülükle döşenmekte.

Örneğin bu ülkede yolsuzlukların boyutu, rant ekonomisinin büyüklüğü, devlet ihalelerinin kime nasip olduğu gibi konular iyi bilinirken, bu kazançlar mi “adil” olmakta!... Güya FETÖ ile mücadele amacıyla çıkarılan KHK’lerde bile iktidar yanlısı sermeyenin kollanması mı “adalete” uygun düşmekte!

Okumuşsunuzdur; 696 sayılı KHK ile Kültür ve Turizm Bakanlığı kuruluş yasasına bir madde eklendi; bu maddeyle, Kültür Bakanlığı’nın şurada veya burada bir yatırıma giderken açık ihale gibi yollarla uğraşması yerine, bu işi herkese açık olmayan, seçilmiş bir firmayla pazarlık yoluyla yapması yolu açıldı.

Çiğdem Toker ne güzel yazmış; Falanca il ya da filanca ilçe, bir kültürmerkezinde onarım ya da yeni bir inşaatyaptırmak istiyorsan, açık ihaleyi bırak,uğraşma. Firmaları davet et, istediğini(istediğimizi) çağır, işi ona ver.

Artık Allah’ın sevdiği mi, yoksa iktidarın sevdiği mi olmak daha önemliymiş; varın bir düşünün!

Siyasal iktidara gelince, yargının bağımsız olmaktan çıkması mı adalet; yoksa FETÖ’nün gücünden yararlanıp iktidar olanların değil de mücadele edenlerin tutuklanması mı!... OhHAL’in altıncı kez uzatılması, olağanüstü halin olağan kılınması mı adalet; yoksa gazetecilerin susturulması, siyasetçilerin tutuklanması, gencecik akademisyenlerin işsiz güçsüz bırakılıp sivil ölüme terkedilmesi mi!...

180’e ulaşan gazeteci, parti başkanları, milletvekilleri gibi adalet için konuşmaları gerekenlerin hapiste; eleştiril olmaları gereken üniversiteler kışlaya döndürülmüş vaziyette; adaleti sağlayacak yargı çoktan bağımsızlığını yitirmiş durumda...

Kısacası, bunlar ortadayken, “Allah adil olanı sever” diyerek belki alkışçılar kandırılabilir ama Allah’ın kandığını sanmam...

Özetle, ister Allah’tan yola çıkın, ister modern kavram ve kurumlardan olağandışının olağan hale gelmesi gibi, adaletsizlik de adalet diye yutturulmakta... Bunlara sebep olanlara yaptıklarının anlamını anlatmak da boş iş! Asıl mesele de, dinle, imanla kandırılan kitlelere yaşanan adaletsizliği anlatabilmek... Siyasal muhalefete yüklenmemin nedeni de burada. Onlara laf yetiştirmeyi bırakıp, demokrasinin ne demeye geldiğine aldırmasa da, geçim derdi ile hakkaniyeti önemseyen kitlelere rant ekonomisinden iktidara uzanan adaletsizlikleri anlatabilseler....

Allah adil olanları sever ama Allah’ın adalet dediği böyle olamaz!...

Not: HDP’nin eş başkanlığı için aday olmayacağını açıklamasına karşın, hem bu ülke hem HDP için Selahattin Demirtaş’ın eş başkanlığını çok önemsediğimi söylemek isterim. HDP’nin başka bir yol izlemesinin ise, çok yönlü bir kayıp olacağı düşüncesindeyim