Alman Etik Kurulu: Siyasi kararlar sadece bilim insanlarına bırakılamaz

EGEHAN ÜNLÜ - BERLİN

Alman Etik kurulu Koronayla mücadele ile ilgili görüş bildirdi. Kurul bugüne kadar alınan önemleri desteklediğini, ancak bu önlemlerin toplumsal ve ekonomik sonuçlarının gün be gün değerlendirilip mümkün olan en kısa sürede adım adım hafifletilmesi gerektiğini belirtti. Kurul yayımladıkları görüş ve tavsiyelerle hem yapılacak bu değerlendirme hem de sağlık sisteminde kritik durumlardaki davranış ve kararlarla ilgili bir rehber sunmak istediklerini belirtti.

Alman Etik Kurulu (Deutscher Ethikrat), Cuma günü Korona salgınıyla mücadele ile ilgili tavsiyeler yayımladı. Etik Kurul bugünkü formuyla 2008’de oluşturulup ve şimdiye kadar toplumu ilgilendiren önemli konuları etik açıdan ele alarak görüş ve tavsiyelerde bulunuyor. Tıp, etik, felsefe, hukuk, teoloji gibi alanlarda çalışan çoğunluğu akademisyenlerden oluşan üyeleri ise federal parlamentonun başkanı atıyor.

Kurul alınan önlemler değerlendirilirken sadece enfeksiyonun yayılmasının önlenmesinin değil toplumun taşıdığı diğer yüklerin de hesaba katılmasını, risk değerlendirmeleri yapılırken de normalleşme senaryolarının şimdiden ortaya konması gerektiğini söylüyor. Bunun dışında sağlık sisteminin kapasitelerinin artırılarak hastalar arasında tercih yapma mecburiyetini ortadan kaldırmanın ve de doktorların vereceği kararlarda yararlanabilecekleri, insan onuru temeline dayanan şeffaf kriterlerin önemini de vurguluyor. Son olarak da konuyla ilgili kararlar verilirken bilimsel görüşlerin dikkate alınmasını ancak kararların bilim insanlarına yıkılmayıp demokratik olarak meşrulaşmış organlar tarafından verilmesi gerektiğini savunuyor.

Kurula göre güncel etik çatışmanın merkezinde etkin bir sağlık sisteminin ayakta tutulması ile ağır toplumsal ve ekonomik sonuçların bastırılmasının gerekliliği bulunuyor. Bu da birbiriyle rekabet içinde bulunan etik değerlerin tartılmasını ve de toplumun günlük hayattaki kısıtlamaları ne ölçüde ve ne sürece göğüsleyebileceğinin gözden geçirilmesini gerektiriyor. Bu yapılırken hastalığın ağır sonuçlarının toplumda eşit dağılmadığını ve bu çerçevede de dayanışma ve sorumluluk ilkelerinin de tartışmaya katılması gerektiğini savunuyor. Sonuç olarak kurul, toplumun belirli bir kesimi (yaşlılar, kronik hastalar) için daha fazla tehlike arz eden salgınla mücadelede, diğer kesimlerin de ağır bedeller ödemek konusunda ne kadar dayanışmaya razı olduğunun dikkate alınmasını savunuyor. Görüş aynı zamanda İtalya’da uygulanan, tıbbi imkânda yetersizlik durumunda yaşlıların geri bırakılabileceği ile ilgili etik yaklaşımı da reddediyor.

Raporda yer alan görüşlerin özeti ise şöyle:

ÖNCELİKLE HASTALAR ARASINDA TERCİH YAPILMASININ ÖNÜNE GEÇİLMELİDİR

Sağlık personelinin, tıbbi araç gereçlerin tedavi edilmesi gereken insanların tümüne yetmediği durumlarda öncelik belirlenmesi anlamına gelen “Triage” uygulaması gerekebilir. Birincil gereklilik bu durumun oluşmasını engellemek için gerekli tıbbi imkânların tedariğidir. Ancak “Triage” yapılması gereken durumlarda da doktorların yararlanabileceği normatif talimatlara ihtiyaç vardır.

İnsan onuru, herkesin temelde eşitliğini ve ayrımcılık yasağını beraberinde getirmektedir. Bu sebeple insan hayatı ile verilen kararlarda sadece cinsiyet veya etnik köken üzerinden yapılan değerlendirmeler değil aynı zamanda devletin hayatın sosyal değeri veya geriye kalan ömre dayanan sınıflandırmalar yapması da yasaklanmıştır.

Böylece salt geriye kalan ömrün ve hayatta kalacak insan sayısının maksimize edilmesine dayalı faydacı (Utilitarian) yaklaşımlar, verilecek talimatlarla çatışma içindedir. Acil durumlarda devlete düşen görevlerden biri olabildiğince fazla insanın hayatının kurtarılmasını sağlamak iken diğer görev ise hukuki düzenin temellerini ayakta tutmaktır. Bu konuda da devletin insan hayatına değer biçmesi ve kurtarılacak insanlara dair sınıflandırmalar yapması yasaklanmıştır. Ancak kriz durumlarında normatif kararların verilmesi de sadece bireysel doktorlara bırakılmamalıdır. Bu konuda tabip odaları gibi çeşitli seviyelerde bulunan kurumların genel geçer önerilerde bulunması, bu kararların hem kabul görmesi hem de eşitliğin sağlanması açısından önemlidir. Devlet böyle kararlarda hangi kriterlerin uygulanamayacağına dair (negatif) kurallar koyabilir.

LOCKDOWN KARARLARININ MEŞRUİYETİ

Aşı ve tedavi yöntemlerinin ne zaman ulaşılabilir olacağı şu an için belirsizliğini korumaktadır. Bu durum temasın engellenmesine dair önlemlerin meşruiyetinin ne kadar daha sürdürülebileceği sorusunu da beraberinde getirmektedir. Lockdown uygulamaları yürürlüğe girişinden itibaren, yürürlükte kaldığı her an bu kapsamda yeniden değerlendirilmelidir. Bu değerlendirmenin bir tarafında sağlık sisteminin ayakta tutulmasıyla ilgili önlemlerin işlerliği bulunurken diğer tarafında ise bu önlemlerden etkilenen insanların siyasi, sosyal, ekonomik ve kültürel yaşam koşullarında gerçekleşen veya gerçekleşebilecek kötüleşmeler bulunmaktadır. Bu tür değerlendirmelerin yapılması, temel insani haklarının uzun vadede zarar görmemesi veya ortadan kaldırılmasına yol açmadığı sürece etik bir gerekliliktir.

Aynı zamanda insan hayatının korunması emri de mutlak değildir. Bu emir ekonomik, sosyal ve kültürel haklar ile özgürlük ve katılım haklarına koşulsuzca öncellenemez. Tüm bireyler hayata yönelen genel bir riski kabul etmekle yükümlüdürler. Bu çerçevede enfeksiyonun yavaşlatılmasının yanı sıra sosyal, ekonomik ve kültürel zararların azaltılması bakımından; hangi koşullarda hayatın normalleşmesine dair adımlar atılacağının da tartışılması gerekmektedir. Bu perspektif günümüzde uygulanan ağır önlemlerin toplumsal kabulünü de artıracaktır. Lockdownun yaratacağı sosyo-psikolojik, ekonomik ve demokratik bedeller muhtemel modellemelerle birlikte göz önünde bulundurulmalıdır. Tüm bunlar dikkate alındığında toplumun hangi hayati riskleri kabul edilebilir olarak tasnif edileceğine dair kapsamlı bir tartışma yapılmalıdır.

DEMOKRATİK KARAR ALMA SÜREÇLERİ KORUNMALIDIR

Acil durumların “yürütmenin saati” olduğu görüşü yetersiz kalmaktadır. Korona salgını toplumun tamamını etkilemekte bu sebeple de salgınla ilgili kararlar bireylere veya tekil kurumlara devredilmemelidir. Ayrıca kararlar sadece (doğa) bilimleri temelinde de verilemez. Siyasetçilerin bilim insanları tarafından desteklenmesi önemli olmasına rağmen bu destek siyasi kararların yerini almamalıdır. Bilimsel bilgiler uygulanma biçimleriyle ilgili yeterli ipucu verememektedir. Bu konuda karar verme görevi de toplumsal bir görevdir ve hukuki sistem içinde demokratik kurumlar tarafından bilimsel ve toplumsal görüşler de dahil edilerek üstlenilmelidir.