2021 genel seçimlerinde baraj altı kalan Die Linke, eyalet seçimlerinde de düşüş yaşadı. Die Linke, zaman zaman parti içi tartışmalarla gündemde. Hayat pahalılığı Avrupa’da önemli tepkilerin örgütlenmesine neden olurken sol, tartışmaların içinde kaybolmuş. Sağın oy artırması endişe verici.

Alman Sol Parti bölünüyor mu?
Fotoğraf: Flickr/Die Linke

Ezgi GÜNEYTEPE
Gencay SÖZÜDOĞRU

Genel seçimler, eyalet seçimleri, yerel seçimler ve Avrupa Parlamentosu seçimleri… Almanya sık sık sandığa gidiyor. Bu durum, parlamento dışı siyasal hayatı beraberinde örgütleyemeyen bir sol hareketin belki de en büyük handikapı. Almanya Sol Parti’nin (Die Linke) herhangi bir il örgütü yok ki, sürekli çalışmakla yükümlü olduğu bir seçim takvimi ile siyaset yapmak zorunda olmasın.

Çoğulcu parti yapısı içerisinde rekabet, gruplar arası ittifak ve çatışmalar, işte böylesi bir çalışma takviminden de bağımsız gelişemiyor. Partiye katılan herhangi bir genç üyenin adeta kariyer planlarını da bu çerçeve çiziyor. Son dönemlerde seçimlerden alınan iç karartıcı sonuçlar benzemezlerin ittifakını gereksiz, çatışkıları ise belirgin kılıyor.

TOPLUMSAL DİNAMİKLER

Böylesi bir noktada yalnızca Die Linke’nin zayıflığından ziyade partinin yaslanabileceği toplumsal dinamiklerin eksikliği ise cabası. Belki de krizin temel nedeni orada yatıyor. Başta Sosyal Demokratların (SPD) güdümündeki sendikal hareket uzun SPD iktidarları boyunca neredeyse toplumun pasifizasyonunun temel aracıydı. Ayrıca tarihsel doğu-batı çatışması içerisinde direnme eğilimi ve geleneği zaten zayıftı.

Berlin Duvarı yıkıldıktan sonra Doğu Almanya’nın sosyalizm geleneğini sürdürme iddiasının da temsilcisi parti, geldiği noktada ideolojik bir bütünlük içinde değil. Sosyalist karakterinden her geçen gün uzaklaşan partide kuşaklar arası çelişkiler mevcut. Partinin ilk yıllarında doğu eyaletlerindeki başarısının azalmasında sosyalizmi ve dönüşüm yıllarını yaşayan kuşakların giderek yaşlanması ve siyaset dışı kalması gözardı edilemez. Doğuda bazı eyaletlerde sosyal demokratlar ile kurulan kimi ittifaklar dahilinde, iktidara gelen partinin belirgin başarı örnekleri ortaya koyamaması toplumsal muhalefetin bölgesel düzeyde aşırı sağa yönelmesini de doğurdu.

TARİHSEL SÜREÇ NASIL?

Die Linke, 2007 yılında Doğu Almanya'yı 1989'a kadar yöneten Almanya Sosyalist Birlik Partisi'nin (SED) devamı olan Demokratik Sosyalizm Partisi (PDS) ve Almanya Sosyal Demokrat Partisi'nden (SPD) ayrılan Emek ve Sosyal Adalet - Seçim Alternatifi'nin (WASG) birleşmesiyle kuruldu. 2000’li yıllarda Alman Birlik 90/Yeşiller Partisi ve Sosyal Demokratlar koalisyonunda sosyal hakların bir reform ile azaltılmasıyla, özellikle sendika üyelerinin tercih ettiği parti, bu dönemde en yüksek oy oranlarına sahipti. Zamanla toplumun sokağa yönelen haklı tepkisini yükseltmek yerine, bu tepkiyi parlamenter bir mücadele çizgisinde sınırlaması ile bir çeşit pasifizmi de beraberinde getirdi. 2010 yılından itibaren parti özellikle emeğiyle geçinen kitlelerin desteğini kaybetmeye başladı. Artarak devam eden destek kaybının başında, kamuoyuna da yansıyan haliyle birçok temel meselede dahi ideolojik birlikteliğin ortadan kalkması geliyor. Parti içi kaosun ayyuka çıkması, toplumda oluşan güven kaybının da en önemli nedeni.

AVRUPA SOLUNUN KATKISI

Avrupa’da neoliberalizmin yarattığı tahribat, emeğin daralan değeri ile avro öncesi döneme dair özlemleri artırıyor. ‘birleşik Avrupa fikri’ pandemi ile bir kez daha yerle bir olurken Die Linke’nin temel dinamiği olduğu Avrupa Sol Partisi bütünlüklü bir siyasal hat açığa çıkarabilmiş değil. Avrupa düzeyinde bir sol parti kurulmuş olması elbette değerli, lakin partinin Avrupa düzeyinde açığa çıkardığı enternasyonalist bir değer ya da başarından bahsetmek mümkün olamadı. Aksine kitlelerin, örneğin krizdeki Yunanistan için AB bütçesinden aktarılan kaynaklara karşı tavrı, açığa çıkan AfD (Almanya için Alternatif) gibi partilerin temel argümanı oldu. Tepkilerinin giderek ulusal düzeyde seyretmesi, milliyetçi sağ ideolojilerin zeminini güçlendirdi. Yunanistan’da Syriza, İspanya’da Podemos gibi kimi çıkışlara rağmen solun başka mecralarının Almanya soluna da pozitif katkıları mümkün olamadı.

İSRAİL AYRIŞTIRIYOR

Tartışmalarını başında İsrail’e karşı nasıl bir pozisyon alınması gerektiği geliyor. İsrail ürünlerini boykot eden bir kampanyanın (BDS-Boykot) parti görüşüne aykırı olduğu gerekçesiyle, Mayıs 2019’da Die Linke, Parlamento’da bu boykotu “antisemit tavır” olarak kararlaştırdı. Bu türden kampanyaları antisemit olarak nitelendirenlerin arkasında parti içi anti-Alman akımlar geliyor. Anti-Alman akımlar farklı sol örgütlenmelerin içinde yer alan, İsrail´e destekleri ile bilinen bir grup. Buna paralel olarak anti-emperyalizm, antisiyonizm ve antiamerikanizm mücadelelerini ise “sığ ve sağ” bir görüş olarak kabulleniyorlar. Bu akımın arasında geleneksel ve reel sosyalizme karşı sert bir tutum mevcut… Stalin’i Hitler’le eş değer tutan bu büyük grup, sol siyaseti domine edebildi.

NATO TARTIŞMALARI

Die Linke, 2021 yılında Kübalı eleştirel sanatçılar ve aktivistler ile Küba’nın “demokratikleşmesine” yapılan çağrıya dayanışmalarını belirtti. Bu çağrının açıkça antikomünist bir karakter taşımasına rağmen, Die Linke’nin bu desteği sunması çoğu soru işaretini de beraberinde getirdi. Parti bununla kalmayıp NATO’ya dair de net bir görüş ve tutum da sergileyemiyor. Die Linke’nin öne çıkan isimlerinden Gregor Gysi, partisini bir arada tutmaya çalışsa da Almanya’nın NATO üyeliğini destekliyor. Partinin önceki dönemlerde genel başkanlığını yürüten Sahra Wagenknecht ise NATO’ya karşı tutum içerisinde. Aynı zamanda Sahra Wagenknecht’in savunduğu kimi popülist tezler toplumun sağ kanadının da rızasını da aldığı için, parti içerisinde ve anaakım medya tarafından sağcılıkla suçlanıyor. Aslında başka bir deyişle kitlesellik uğruna toplumun geniş kesimlerinde açığa çıkan güvenlik kaygıları, göçmen ve aşı karşıtlığı gibi konularda, başarıya endeksli, kimi göçmen ve çıkar gruplarının da desteğini almak suretiyle sağ popülizme varan bir siyaset çerçevesi çiziyor. Diğer taraftan NATO karşıtlığı ve Almanya’nın Ukrayna savaşına müdahil olmasını eleştiren Wagenknecht’in, kısmen konuya ilişkin daha sağlıklı bulunabilecek tutumu, partisinin bazı kesimlerinden istifa etmesi gerektiği talebini doğurdu. Bu yoğun parti içi tartışmaların ve düşen oy oranın’ın ardından partide bir bölünme olasılığı her geçen gün daha muhtemel görünüyor.

Partinin çoğulcu yapısı, yönetim kadrosu ve seçmen tabanı sosyalistlerden, anti-Alman akımlardan, sosyal demokratlara kadar geniş bir yelpazeye sahip. Fakat böylesi bir çoğulcu yapı toplumun en temel meseleleri konusunda dahi ortak bir akıl etrafında yan yana gelemiyor. Başta Almanya’nın önemli bir aktör olarak yer aldığı Ukrayna savaşı ve beraberinde yaşanan hayat pahalılığı, yoksulluk gibi meselelerde dahi kabaran öfkenin itici gücü olamıyor. Ana çelişkilerden uzak politik ekseni ise daha çok bir kimlik siyasetini içeren, daha konformist bir hatta sıkışıp kalıyor. Parti toplumun beklentilerini karşılamanın uzağında adeta yönünü, yolunu şaşırmış bir izlenim veriyor.

WAGENKNECHT SUÇLANIYOR

Almanya’nın Ukrayna´ya silah yardımına karşı çıkan Sahra Wagenknecht'in Rusya ile her türden gerginliğin ulusal ekonomiye zarar verdiği görüşünde. Wagenknecht, partisi tarafından Rusya yanlısı olmakla suçlanıyor. Wagenknecht ise silah yardımı ile savaşın daha çok körükleneceğini ve Alman toplumun bundan dolayı giderek yoksullaşacağını savunanlar arasında. Öyle ki Wagenknecht'in sağ tabanda da karşılık bulan tarzı, sağ sapma ve milliyetçilikle ile eleştirilmekte. Wagenknecht’e göre sol siyaset, gerçek sınıfsal söylem ve eylem üretemedikleri için, toplum çareyi sağ popülist partilerde arıyor. Wagenknecht’in de desteklediği, enerji krizine ve artan yoksulluğa karşı çoğunlukla Doğu Almanya´da Heißer Herbst (Sıcak Sonbahar) adlı sokak eylemlerinde, sağ ve sol kitlenin bir araya gelmesi, Wagenknecht’e dair sağ sapma söylemlerini arttırdı. Sağ popülist partiler sınıfsal söylemleri araçsallaştırarak toplumun desteğini almakta. Die Linke’nin komünist kanadı Sahra Wagenknecht ile aynı fikirleri paylaştığını beyan etti. Sessiz kalan diğer partililer ise henüz fikirlerini açıkça beyan etmemelerinin nedeni olarak, linç edilmekten çekindiklerini dile getiriyorlar. Çünkü yoğun bir “politik doğruculuk” kisvesi altında kendilerine sansür uygulandığından şikâyet eden çekimser partililer, tartışmaların sonucunu beklemekte.

Sahra Wagenknecht’in bilhassa NATO karşıtı tavrı sol siyaset için ne denli yerinde olsa da genel siyasal tutarlılığı o denli tartışmalı. Wagenknecht, pandemi ve aşı karşıtlığına varan tavrında olduğu gibi, toplumda açığa çıkan kimi boşlukları doldurarak oy toplamayı hedefliyor. Geçtiğimiz günlerde Wagenknecht iktidar ortağı Birlik 90/Yeşiller Partisi´ni en tehlikeli parti olarak nitelendirmesinin ardından, parti içi ağır eleştirilere maruz kaldı. Partinin bir kanadı ise, AfD gibi “faşist bir parti” dururken Yeşiller Partisi´ni en tehlikeli parti olarak nitelendirilmesini bir hadsizlik olarak adlandırdı. Wagenknecht´in her çıkısında, kendisine yönelik istifa talepleri artmakta.

Savaş, yoksulluk ve hayat pahalılığı Avrupa’nın birçok ülkesinde önemli tepkilerin örgütlenmesine neden olurken, Almanya´da dağınık, bölgesel ya da daha pasif bir pozisyonda kendini gösteriyor. Sol, siyaset tartışmalarının içinde kaybolmuş iken, AfD gibi sağ popülist partilerin oy oranını artırması endişe verici bir hal alıyor.