Ortalama bir Alman, ucuza aldığı biletle gelir, genellikle gelir gelmez ishal olur, akşamları dantelli çoraplarını giyer, bir elinde tuvalet kağıdı bir elinde pet şişe suyla gezmeye çıkardı

Almanlarla ilk sırnaşmaya başladığımda 18 bile değildim. Güney’de garsonluk, barmenlik yapıyordum. Almanlar çok gelirdi. Rakıya en fazla teveccüh gösteren Avrupalı onlardı. Nitekim hala öyle. Nasıl şimdi cinsiyetçi, iğrenç Nataşa şakaları var, o vakitler de onun yerine Helga şakaları vardı. O yılların en iyi ve kötü arkadaşlarını Almanlar arasından edindim.

Ortalama bir Alman, ucuza aldığı biletle gelir, genellikle gelir gelmez ishal olur, akşamları dantelli çoraplarını giyer, bir elinde tuvalet kağıdı bir elinde pet şişe suyla gezmeye çıkardı. Naçiz vücudunu kitle turizmine kaptırmış her turist grubu gibi uzaktan çaresiz ve lüzumsuz görünürdü.

Ben arkadaşlarımı genellikle bu dantelli çoraplılardan değil, sırt çantalılar arasından seçtim. The Alman Marx’ı Rus sanacak kadar aptalına da, bukalemun üzerinden mükemmelen diyalektik materyalizm anlatabilecek kadar akıllısını da tanıdım. Almanyadaki Türklerin en iyisinin dahi nihai olarak “kimyon koktuğunu” söyleyecek kadar kötü kalplisini de, bir yavru köpek için hayatını tehlikeye atacak kadar iyi kalplisini de gördüm. Bu arada bu kimyon efsanesi de çok saçmadır. Mutfağı kimyonla dolu Hintlilerle filan karıştırdıklarından olsa gerek Türkleri aşağılamak için “kümültörk” yani kimyon Türk derler, kimyonlu ter koktuklarını ima ederlerdi. Halbuki güzelim kimyonu maalesef pek az tüketir bizimkiler bildiğim kadarıyla.

alman-usulu-120417-1.

Velhasıl ben pek canayakın ve genel olarak iyi kalpli buldum kendilerini. Rakı sofralarına az biracı Alman devşirmedim. Onlarla pek güzel çilingirler kurdum. Defalarca aşık oldum.

Almanya’ya ilk gittiğimde 20 yaşına bile varmamıştım. Sene 1989’du. O vakitler Topkapı’da olan otobüs terminalinde Kayseri’den bahseder gibi “Münih, Münih, Münih” diye bağıran simsarlar olurdu. Bunların bir kısmı ıvır zıvır kaçakçılık yapar, üç otuza da yolcu doldururdu otobüsüne yolcu otobüsü görüntüsünü tamamlamak için. İşte onlardan birisinden 10 Alman Markı gibi bir paraya alınmış neredeyse bedava bir biletle binip gitmiştim.

Salzburg’a kadar otobüsle götürmüş, Salzburg’tan muhtemelen 10 Alman Markı’ndan daha pahalıya malolmuş bir tren biletiyle Münih’e postalamışlardı. Hedefim Göttingen’de güzel arkadaşlarım Joachim ve Angelika’ya ulaşmak ve bir servet olan trene binmeden becermekti bunu. Otostop yapmak üzere otobana çıkmam gerekiyordu. Ve bunu nasıl becerebileceğim bilgisine ulaşmam epey zamanımı aldı. Bir yardımsevmezlik abidesi gibiydiler.

Haritadan otoban noktasını bulup işaretleyip toplu taşım sordum. Zulümdü o otobanı bulmak. Bir gün sürdü. Meğer problem herşeyin fazla düzenli olmasındaymış. Benim gibi Kenan Evren’in kucağından Cermen topraklarına düşmüş bir heyecanlı genç için fazla düzenli… Öyle düzenliydi ki, belediye otobüslerine, trenlere saniyeye bakarak gider ve binerdim. Hiç yanlış otobüse binmedim. Herşey saniyeyle dakikti. Yolları o kadar temizdi ki pek çok insan ayakkabısız dolaşıyordu. Otoparklar bedava, sanatçılar maaşa bağlanmıştı. Nefret suçu ve insana karşı işlenen suçlar en ağır şekilde cezalandırılıyor, devlete karşı işlenen suçlar bir Baader-Meinhof efekti oluşturmadığı sürece hoşgörülüyordu.

Hertz’den Röntgen’e, Marx’tan Johann Sebastian Bach’a kimleri kimler Almanya mamülü değildi ki? Fakat benim bahtıma gittiğim gün Almanların oylarıyla yılın şarkıcısı seçilmiş David Hasseldorf isimli, kara şimşekle nam salmış ürkütücü adam düşmüştü.

Bu, sadece ilk hayal kırıklığıydı. İkinci hayal kırıklığım Alman snobluğuydu. O kadarını sadece Alman üst sınıflarında gördüğüm bir şımarıklık, bir dünya doğal olarak onların malıymış gibi davranma hali vardı. Üstelik bunu ben Türkiyeli olduğum için yapmıyorlardı. İnanılmaz bir maharetle ve başa çıkılması imkansız duvarlar eşliğinde bir ‘medeni’ iletişim kurar Alman burjuvaları. Öyle bir ‘hoşgörülüdürler’ ki, siniriniz bozulur. Sizi hoşgörürken ezer bitirirler. Felçli bir gülümsemeleri, teşekkür ederken dahi aşağılayışları, kozmetik bir nezaketleri vardır...

Yüzde 7’ye yakını Türkiyeli, yüzde 30’u ateist, faşisti çok ürkütücü, yeşili, solcusu oldukça medeni bu ülkeye sonraki yıllarda defalarca gittim, hem de uzaktan takip ettim. O ‘aristokratların’ hepsi birer Merkel’di. Gençliğinde çıplak denize girecek ve fotoğraf çektirecek kadar liberal, yönetimde acımasız bir toros canavarı.

ABD’den sonra en fazla göç alan Almanya’da, bu kadar on yıl boyunca Türkler entegre olmakta, onlar da kabul etmekte nazlandı. Neticede yabancıya alışkın olmaktan çok onlarla başa çıkmak konusunda antrenmanlı hale geldiler. Yabancıları yabancı bıraktılar hep. Kah kanunlarla, daha çok da zenginlikleriyle kontrol altında tuttular onları. Oysa ne kadar güzel bir ‘birlikte yaşama alanı’ denemesi olabilirlerdi. Öyle olsaydı bugün Suriyeliler konusunda bu kadar paniğe kapılmazlardı.

Avrupa ülkeleri hep ‘kendine medeni’ydi. Afrika’nın açlığını göya kafaya takarken önlerindeki denizin balıklarını emmekte, oracıkta dondurup, bir kısmını hiç değilse bırakmadan ülkelerine dönmekte beis görmüyorlardı. Apartheid kelimesinin Hollandaca gibi Hollandalıların bile pek yazı dili olarak kullanmadığı bir dilden uluslararası dile girmiş tek kelime olması bir tesadüf olabilir mi? Shell’in, Nestle’nin Afrika’daki icraatları unutulabilir mi?

Sorsanız hep en medeni olan onlardır ayrı.

Şimdi Merkel Avrupa’nın zevahiri kurtarmaya biraz olsun yarayan bütün ilkelerini sakız yaptı çiğniyor. Ellerinden ölmekten ve sürünmekten başka pek bir şey gelmeyen Suriyeli korkusu öyle bir korku ki, bu durum yeterince tepki dahi görmüyor. Tabii Merkel bir diplomasi uzmanı olarak da hangi ağıza hangi balı çalacağını çok iyi biliyor.

Vize kalkacak diye sevindirik olanlara İngiltere vizesinin çok yeni olduğunu ama konmadan önce de oraya girmenin ‘evrakları ve sebepleri eksik, dersine çalışmamış bir Türkiyeli için’ çok zor olduğunu hatırlatayım. Avrupa bu. Vize varken dahi suratsızlık silahlarıyla donatılmış “kapıdaki adam” elemek, almamak konusunda tam yetkiye sahipti. Şimdi kim bilir neler olacak.

Merkel cin kadın. Türkiye’ye “vizesiz geçiş” gibi cilalı laflar altında tam üyelik yolunu bütünüyle kapatıyor. Tampondan tam üye olmaz netekim.

Biz de şampiyon ülke olacağız, seccademizi uzaklara sereceğiz derken tampon olduk iyi mi?