Almanya Acı Vatan: Gipsy Queen

Emine Uçar İlbuğa

Hüseyin Tabak 2012’de çektiği Güzelliğin On Para Etmez filminde Avusturya’ya iltica etmiş ve iltica talepleri henüz kabul edilmemiş, bu nedenle her an Türkiye’ye geri gönderilecekleri korkusuyla yaşayan bir ailenin dramını dil, uyum, oturum, ekonomik sorunlar ve çocuklarıyla kopan iletişimleri üzerinden işlemişti. Tabak 2019’da çektiği Gipsy Queen filminde bu kez roman bir kadın üzerinden göç ve göçmen olma koşullarını tartışmaya açıyor. Filmde Romanya’da çocuklarının babası cezaevine giren ve kendi babası tarafından da kabul edilmeyen iki çocuklu Ali’nin göç ettiği Almanya’da zorlu yaşamı, hayata tutunma çabası, boks sporuna geri dönüş hayali, izbe ortamlarda çalışma koşulları ve çocuklarının koruyucu aileye verilmesi karşısında yeniden onlara kavuşabilme mücadelesi sinemaya aktarılıyor.

Kadın Kadının Dostudur

Ali (Alina Serban) yalnız bir kadın olarak Hamburg’da ödün vermeden haklarını arayan, kaçak asbestli inşaatlardan oda temizlikçiliğine kadar farklı işlerde gece gündüz çalışan gözü pek bir kadın. İki çocuğu ile birlikte Alman bir genç kadınla aynı evi paylaşıyor ve iki kadının dayanışması hem Ali hem de Mary’e (İrina Kurbanova) güç kazandırıyor. Hamburg’un Harburg semtinde hayallerini gerçekleştirmelerinde ve yaşam mücadelelerinde çocuklarla birlikte kurulmuş bu aile özel bir anlam taşıyor. Çünkü evde çocuklarıyla çok az zaman geçirebilen Ali’nin çocukları ile ilişkileri daha çok onların eğitimi, evin ekonomik giderleri, çocukların okul masrafları gibi kaygılar üzerinden öne çıkıyor. Mary ise Ali’nin çocuklarına resim, dans, oyun gibi hem ev içinde hem ev dışında birlikte eğelenebildikleri soluklanma anları yaratıyor.

Özellikle Ali’nin kızı Esmeralda’nın (Sarah Carcamo) büyüme sancıları, okulda yaşadığı akran zorbalığı ve annesi ile giderek kopan iletişimi gece gündüz kayıt dışı çalışan Ali’nin Hamburg’un St. Pauli semtinde Ritze Bar’a temizlikçi olarak girmesiyle farklı bir boyuta ulaşıyor. Çünkü Ali için artık geçmişte kaldığını düşündüğü boks sporu yeni memleketinde var olabilmenin bir aracı/amacı haline geliyor. Ritze Bar’ın alt katında yer alan boks ringinde müşterilerin karşısına şempanze kostümü ile çıkıp para için dayak yiyen siyah göçmenler gibi, Ali de bardaki boş içki şişelerini toplarken, temizlik yaparken ırkçı müşterilerin söylemlerine kulağını tıkıyor. Bir gün kimsenin olmadığı bir saatte kum torbasına içinde biriktirdiği tüm öfke ile vurmaya başlayan Ali’yi eski bir boksçu olan barın sahibi Tanne (Tobias Moretti) görür ve o günden sonra Ali eski Avrupa gençler şampiyonu olarak şempanze kostümü ile ringe dövüşmek isteyen müşterilerin karşısına çıkmaya başlar. Bir gece tesadüfen barda bulunan boks menajeri Udo’nun (Aleksandar Jovanović) dikkatini çeker ve boks sporuna dönebilme umudu ile Udo’nun on rauntluk maç teklifini kabul eder.

Göçün Binbir Yüzü

İlhan Tekeli “göç ile göç edenler belli pahalar ödeyerek, belli uyum sorunları yaşayarak, uzun süreli ya da kalıcı bir yaşam hedeflerler ve uzun süreli, kalıcı bir yaşam kurmak için de çok zorlu bir mücadele sürecinin gerektiğini” söyler. Bauman ise “hareket özgürlüğünün temel oluşturduğu çok boyutlu bir kutuplaşma” üzerinden göç konusuna yaklaşır. Yani kaynak ülkelerden hedef ülkelere geçişte göçmenlerin bu yolculuğa çıkma koşulları, nereden, nasıl, neden ve hangi donanımlarla geldikleri konusu göçmenlerin hedef ülkede kabullerinden uyum süreçlerine kadar çok kapsamlı bir alana işaret ediyor ve bu durum “sınırları aşan hiyerarşik bir yapıyı” da ortaya koyuyor. Günümüz küresel dünyasında göçebe, gezgin gibi romantize edilmiş kavramların bu koşullarda herkesi kapsamadığı bilakis insan hareketliğinde “hiyerarşinin en altında ve üstünde olanlar” olarak önemli bir ayrımın olduğunu söylemek gerekiyor. Son yıllarda Afrika, Afganistan, Suriye’den gelen göç dalgasına Rusya’nın Ukrayna’ya başlattığı savaş ile Ukraynalı kadın ve çocukların göçleri eklendi ve her bir göçmen grubunun bu zorlu yolculuklarının ardından geldikleri ülkelerde onları eğitsel, dilsel, kültürel, ekonomik, bireysel bağlamda zorlu bir mücadele süreci bekliyor. Ayrıca göçmenler tüm bunların yanında hem görünür ve gizli ırkçılığın hem de göçmenler arası hiyerarşik yapılanma ve ayrımcılığın hedefleri olarak sürekli bir var olma ve yaşam mücadelesi vermek zorundalar.

Sonuç olarak yeni umutlarla, daha iyi bir yaşam için yola çıkan göçmenlerin geldikleri ülkelerde tabii oldukları yasalar, kurallar, çalışma hakları, uyum ve dil sorunları, çoğu zaman enformel iş pazarında emek sömürüsünden her an yakalanma korkusuna kadar psikolojik, fizyolojik travmalarla deneyimlenen bir hayatla iç içe gerilimli yaşamları, kamusal alandan tüm kurumsal yapılara uzanan açık ya da kapalı ötekileştirme ve ırkçılıkla karşı karşıya kalmaları gibi çoklu matrisin içinde bireysel beklentilerin, hayallerinin, geride bırakılan hayatla, bugün arasında bir bekleme, durma anının dahi yakalanamadığı sürekli mücadele ve güç talep eden zorlu yaşamları her dönem sanatın her dalında tartışıldı ve tartışılmaya da devam edecek.

Gipsy Queen filminin odağında ise 2007’de Avrupa Birliği’ne üye olan Avrupa vatandaşı olarak Romanya’dan Hamburg’a iki çocuğu ile göç eden bir kadının hikayesi var. Ali bir Avrupa Birliği ülkesi vatandaşı olarak bu göçe kayıt dışı yollardan gelmemiş. Ancak o bir Roman kadın olarak vasıflı bir mesleğe sahip değil, bir eğitimi, diploması yok. Bu nedenle vasıflı bir işi olmayan yalnız ve iki çocuklu bir kadın olarak ona düşen St. Pauli’de izbe bir barda, kaçak işçi pazarında ya da asbestli inşaatlarda çoğu zaman emeğinin karşılığını alamadan kayıt dışı çalışmak. Ali babasının antrenörlüğünde boks sporunda madalyalar kazanmış biri olarak geldiği Hamburg’da bu yeterliliğini ortaya koyabilecek bir destek ve ortamdan uzak. Bu nedenle dünya şampiyonluğuna hazırlanan bir kadın sporcunun karşısına çıktığı on rauntluk maç onun geçmişte bıraktığı hayallerine ulaşmayı hedeflediği tek şans gibi görünüyor. Hüseyin Tabak filmin son bölümünde boks ringinde bir “pocahontas” saf ve duruluğunda resmettiği Ali’nin karşısına maskülen, hissiz, heybetli, güçlü, yıkılmaz bir beyaz kadın boksör koyarak metaforik anlamda göçmen bir kadının geldiği ülkenin yasaları, toplumdaki ötekileştirmeler ve yeni koşullar karşısında sürekli bir var olma mücadelesi vermek zorunda olduğuna gönderme yapıyor. Bunu da bir boks maçı üzerinden eşit olmayan iki kadın boksörün ringde mücadelesi üzerinden veriyor. Bu mücadelede yönetmen kamera hareketi, açıları, çekim ölçekleri ve kurgusuyla izleyiciyi hem duygusal olarak Ali’nin yanında yer almaya davet ediyor hem de düşünsel bağlamda onunla birlikte göçün o uzun soluklu ve zorlu alanına dikkat çekmeyi başarıyor.

Ali filmin sonunda bu maçı kazanarak düşlediği hayatı kurabilecek mi? Bu sorunun yanıtını Ali’nin ringde kanlar içinde tek başına kalışı ve onun hikayesinin durağan bir resimle sonlanmasında alıyoruz ve resimde kızı Esmeralda’nın imzasının olması onun çocuklarının koruyucu bir ailede büyüdüklerine ve Esmeralda’nın annesinin hayatını resmederek onun izinden biyografik bir yolculuğa çıktığına işaret ediyor. Bu haliyle yönetmen Hüseyin Tabak filmin hikayesi gibi, Alin Şerban’ın dokunaklı oyunculuğuyla duyan, gören, dokunan, hissettiren bir sinemasal dil yakalıyor ve Roman bir göçmen kadının mücadelesini izleyici ile en yalın haliyle buluşturmayı başarıyor.

Yararlanılan Kaynaklar:

Almanya Acı Vatan yönetmen Şerif Gören’in 1979 yılında Batı Berlin’de çekmiş olduğu film.

Pocahontas, 1596-1617 yılları arasında yaşamış, Amerika yerli kabilesinden bir kadın.

Zygmunt Bauman, Küreselleşme, [Çeviri: Abdullah Yılmaz] (İstanbul: Ayrıntı, 2006).

İlhan Tekeli, Göç ve Ötesi. (İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 2008).