Türkiye’de ağır silahlarla donatılmış polisler tarafından yere yatırılmış daha doğrusu yere atılmış savunmasız haldeki bir protestocuyu defalarca tekmeleyerek tarihe geçen bir memurun diplomatik yükselişine ilişkin gelişmeler günlerdir Almanya’nın da gündeminde.

Önce bu konudaki yanlış haberlere değinerek konuya bir nebze açıklık getirmeye çalışalım.


Almanya’nın Türkiye’nin Frankfurt Başkonsolosluğu’na ticaret ataşesi olarak atanan Yusuf Yerkel’i resmen ‘istenmeyen kişi-persona non grata’ ilan etmesi söz konusu değil.

Teorik olarak bu mümkün ama iki ülke arasındaki ilişkilerin gidişatına bakılırsa ‘insan hakları’nı dış politikanın öncelikli standardı olarak göreceğini ilan eden yeni Alman Hükümeti’nin böyle bir adım atması beklenmiyor.

Almanya Dışişleri Bakanlığı’nın bu konudaki sorumuza verdiği yanıt da bunu gösteriyor.

Şöyle diyor Bakanlık:

“Söz konusu şahsın adı Türkiye Cumhuriyeti’nin Almanya’daki temsilciliklerinin bir üyesi olarak ne diplomatlar listesinde ne de bir başka biçimde Almanya’da kayıtlı değil.

Viyana Sözleşmesi hükümlerine göre konsolosluk düzeyindeki ilişkilerde esas olarak her ülke konsolosluk personelini belirler. Dolayısıyla Türkiye’nin dış temsilciliklerindeki kişilerle ilgili soruların Türkiye makamlarına yöneltilmesi gerekir.“

Yani, “Bu konu bizi ilgilendirmiyor, Türkiye’ye sorun” diyorlar.

Türkiye’den de “Böyle bir atama yok” şeklinde bir açıklama yapılmadığına göre, günlerdir muhalif basında yer alan ve artık Almanya’nın en ciddi gazetelerinin birinci sayfalarında da görülen bu atamanın -kağıt üzerinde de olsa- yürürlükte olduğu görülüyor.

Almanya bu kişiyi ‘persona non grata’ ilan etmese de demokratik kamuoyu çoktan bu konuda tam tersi yönde kararını verdi.

Yusuf Yerkel, Soma’da sekiz yıl önceki maden ocağı faciasının ardındaki görüntüleriyle de Alman medyasına kapak olmuştu.

Atama haberinin duyulmasının ardından sadece Frankfurt’ta değil, tüm Almanya’da oluşan geniş bir protesto dalgasının hedefi oldu.

İlk protesto açıklaması Hessen Eyalet Meclisi’ndeki sosyal demokrat milletvekili Turgut Yüksel’den gelmişti. Açıklamasına “Türkiye elbette Almanya’daki diplomatik temsilciliklere kimin atanacağına kendisi karar verir” diyerek başlayan Yüksel, şöyle devam ediyordu: “Ancak Soma’da 300’den fazla yeraltı maden işçisinin yaşamını yitirdiği kazada, ölenlerden birinin yakınını acımasızca tekmeleyen birinin, Türkiye’nin ticari ilişkileriyle ilgili diplomatik bir görev için Frankfurt’a atanması kabul edilemez. Bu nedenle Bay Yerkel gibi bir kişiye ‘Frankfurt’a hoş geldin’ diyemem.”

Bu aynı zamanda bir uyarıydı, ancak karşılıksız kaldı.

Ardından birçok demokratik kitle örgütü, Frankfurt ve Frankfurt’u içine alan Hessen eyaletinin meclisinden politikacılar arka arkaya yaptıkları açıklamalarla atamayı protesto ettiler.

Bu arada merkezi Frankfurt’ta bulunan ve yaklaşık 2,3 milyon üyesiyle dünyanın en büyük işçi örgütü olan IG Metall (Metal İşçileri Sendikası) ve ülkedeki birçok sendikanın çatı örgütü, 6 milyon üyeli DGB (Alman Sendikalar Birliği) de bu konuyu gündemine aldı.

Onlar da Frankfurt‘taki ‘Her şey Çok Güzel Olacak’ girişimi çerçevesinde bir araya gelen 30’dan fazla demokratik kitle örgütü ve politikacının ortak açıklamasına katılarak ‘tekme’ eyleminden sonra diplomatlığa terfi eden Yusuf Yerkel‘i ‘istenmeyen kişi’ ilan ettiler.

Bakalım hem Türkiye, hem de Almanya, Frankfurt Başkonsolosluğu önünde biraraya gelen ve “Bu insanlık düşmanını şehrimiz Frankfurt’ta da eyaletimiz Hessen’de de görmek istemiyoruz” diye seslenen yüzlerce demokrat ve devrimcinin taleplerine daha ne kadar kulaklarını tıkayacak.

***

Bütün bunlar olurken, Almanya gündemini bir başka ‘insanlığa karşı suç’ davası daha meşgul ediyor. Koblenz kentindeki bölge mahkemesi birkaç gün önce aldığı kararla ülke hukuk tarihindeki bir ‘ilk’e imza attı.

Suriye’de muhaliflere yapılan işkenceden sorumlu olduğu suçlamasıyla 2019 yılında tutuklanan bir eski istihbarat subayı ‘insanlığa karşı suçlar’ işlediği gerekçesiyle ömür boyu hapis cezasına çarptırıldı. Koblenz Bölge Mahkemesi, 2014 yılında Almanya’ya normal yollarla gelen Albay Anwar R.’nin (58), 2011-2012 yılları arasındaki görevi sırasında 27 kişinin öldürülmesi ve en az 4 bin kişinin işkence görmesinden sorumlu olduğunun kanıtlandığını açıkladı. İnsan hakları örgütlerinin ve Almanya’daki Suriye kökenli sığınmacıların sevinçle karşıladığı bu karar, kimi hukukçularca tartışmalı. Nitekim benzer bir durum Fransa’da da yaşanmış, Paris’teki yüksek mahkeme (Cour de Cassation) aynı suçlamalarla tutuklanan Suriyeli eski bir askerin yargılanamayacağına çünkü sanığın geldiği ülkenin yani Suriye’nin ceza hukukunun ‘insanlığa karşı suçlar’ı içermediğine karar vermişti. Almanya’da benzer suçlamalarla tutuklanan ve yargılanmayı bekleyen başka Suriyeliler de var.

Suriye’den onbinlerce sığınmacı alan Almanya, bu insanların ülkelerini terk etmelerine neden olan baskı rejiminin tetikçilerini yargılama hakkını kendisinde buluyor.

Koblenz mahkemesinin kararı, böylece ülkelerinde ‘insanlığa karşı suç işlemiş’ olup da bir yolunu bulup buraya gelen kişiler açısından Almanya’nın hiç de güvenli bir ülke olmadığını gösteriyor.
Tabii bu durum onların sadece küçük bir bölümü için geçerli.