Almanya’daki aşırı sağcıların sayısı, 2019’da önceki yıla göre yüzde 33 oranında artarak 32 bini bulmuş. Bunların büyük bölümü hedefleri uğruna şiddet uygulamaya hazır ya da şiddete yatkın kişiler. Anayasayı Koruma Federal Örgütü’nün (BfV) raporuna göre 13 bini buluyor sayıları.

Dünyanın her yerinde olduğu gibi Almanya’da da aşırı sağcı ve ırkçılar, yasal olanakları sonuna kadar kullanıyor.

Çok sayıda aşırı sağcı parti veya örgüt, federal ve yerel düzeyde demokratik katılım olanaklarından yararlanıyor. Meclislerde seçilmiş halk temsilcileri olarak oturuyor, yasama süreçlerine aktif olarak katılıyorlar.

Bir de bu partilerle doğrudan bağlantısı olmayan, örgütlü ya da örgütsüz binlerce aşırı sağcı, neo-nazi, faşist, ırkçı ve yabancı düşmanı var.

Almanya’da faşist terör saldırılarda yaşamını yitirenlerin sayısı tam olarak bilinmiyor ama sivil toplum kuruluşlarının kayıtlarına göre bu rakam 200’ün üzerinde. Bilindiği gibi bu insanların arasında çok sayıda Türkiye kökenli göçmen de bulunuyor.

Bu saldırıların bir bölümü örgütsel bağlantısı olmayan ve “yalnız kurt” olarak tanımlanan bireysel teröristlerce gerçekleştirildi. Bir bölümü halen aydınlatılamayan NSU (Nasyonal Sosyalist Yeraltı Örgütü) seri cinayetlerinde olduğu gibi örgütlü ve planlı suikastlar idi (NSU cinayetlerinde sekizi Türkiye kökenli göçmen, 10 kişi öldürülmüştü). Bir bölümü de Mölln (1992) ve Solingen (1993) katliamlarında olduğu gibi göçmenlerin yaşadığı konutların kundaklanması biçimindeydi.

Son zamanlarda daha da radikalleştikleri görülüyor.

Devlet temsilcileri de dahil kendilerine engel gördükleri herkesi hedef alabiliyorlar. Buna, sığınmacılar konusunda ılımlı ve ilkeli bir politika izlemeye özen gösteren Başbakan Angela Merkel de dahil. Merkel’i darağacına asılmış maketleriyle protesto eden; bununla yetinmeyip ağır hareketler ve tehditler yönelten aşırı sağcılar, sonunda Kassel Valisi’ni – ki o da Merkel gibi CDU’luydu– evinin önünde kurşunlayarak öldürdüler. Cinayeti işleyen iki neo-naziyle ilgili soruşturma, aşırı sağcı şiddetin boyutlarını ve köklerini göstermesi bakımından önemli ipuçları veriyor.

Bu ipuçları, Almanya solunun yıllardır gündeme getirdiği iddiaları doğrular nitelikte. Polis ve istihbaratın aşırı sağı takip etme konusunda isteksiz olduğu ve hatta bu saldırılara göz yumup, desteklediğini ileri süren solcular, güvenlik güçlerinin görevlerini hakkıyla yapması halinde bu saldırıların büyük bölümünün önlenebileceğini savunuyorlar.

Kassel’daki suikastı gerçekleştiren teröristlerin, yıllardır polis ve istihbarat tarafından bilinen, örgütsel bağlantıları olan kişiler olduğu ortaya çıktı. Radikalleşip, silahlanmaları adeta güvenlik güçlerinin gözü önünde gerçekleşmiş.

Bu konuları takip edenler hatırlar, NSU Cinayetleri’yle ilgili eleştiriler de bu doğrultuda. Hem seri cinayetleri işledikleri ve yakalanmamak için intihar ettikleri ileri sürülen teröristlerin geçmişleriyle ilgili iddialar, hem de olayları soruşturup, aydınlatmakla görevli polis ve istihbaratla ilgili skandallar halen hafızalarda.

Bütün bunlar güvenlik birimlerine yönelik kuşku ve güvensizliğin artmasına yol açıyor.

Polis, istihbarat teşkilatları ve silahlı kuvvetlerdeki aşırı sağcılarla ilgili haberler de bu ortamı besliyor doğal olarak.

Sosyal medyada aşırı sağcı içerikli paylaşımlar yaparken tesadüfen tespit edilen polis memurlarının sayısı 100’ün üzerinde. Uzmanlar bu sayının daha fazla olduğunu savunuyorlar. Keza silahlı kuvvetler içindeki aşırı sağcıların sayısı da çok fazla, öyle ki bu durum kısa bir süre önce bazı özel kuvvet birliklerinin lağvedilmesine bile yol açmıştı. Bir ara Almanya’nın göçmenlerin eline geçmesine engel olmak için örgütlenip, sağda solda silah ve mühimmat depolayan polis, asker ya da istihbaratçılarla ilgili haberler de çıkmıştı.

Bir de halen aydınlatılamayan “NSU 2.0 skandalı” var. İki yıl önce Frankfurt Barosu avukatlarından Seda Başay-Yıldız’a gönderilen “NSU 2.0” imzalı tehdit mektuplarının ortaya çıkmasıyla patlayan skandal.

“Birinci” NSU örgütü tarafından öldürülen Enver Şimşek’in ailesini temsil eden; Almanya’dan sınırdışı edilmek istenen birçok göçmen ve sığınmacının avukatlığını yapan Başay-Yıldız’a yönelik tehdit mektupları, onun sadece devlet tarafından bilinen adresine gönderilmişti. Mektupta onunla aynı adreste oturan anne ve babasının, eşinin ve hatta iki yaşındaki çocuğunun isimleri de yer alıyordu.

Tehdit mektuplarının ortaya çıkmasının ardından olay, tüm polis teşkilatını kapsayan bir skandala dönüştü. Soruşturmada Başay-Yıldız’la ilgili kamuoyuna açık olmayan bilgilerin, Frankfurt’un merkezindeki 1 No’lu Polis Karakolu’da bulunan bir bilgisayardan elde edildiği ortaya çıktı.

Olayın ardından, bazı aşırı sağ eğilimli polis memurları hakkında soruşturmalar açıldı, bazıları açığa alındı, bazıları meslekten çıkarıldı. Ama söz konusu bilgileri alıp, “NSU 2.0” imzalı tehdit mektuplarını yazan “örgüt” ortaya çıkarılamadı.

Ve zaman içinde bu örgütün aynı yollarla elde edilmiş adres ve kişisel bilgileri kullanarak, başka kişileri de (bunların başında aşırı sağla mücadelenin ön sıralarında yer alan kadın sanatçı ve politikacılar yer alıyor) tehdit ettiği ortaya çıktı.

Bu arada koruma altında olması gereken Başay-Yıldız’ın yeni adresine de yine “NSU 2.0” imzalı tehdit mektupları gönderildiği öğrenildi.

Almanya, iki yıldır polis teşkilatını ağır kuşku altında bırakan bu olayı çözemedi, ardındaki örgütü ya da kişiyi ortaya çıkaramadı.

Soruşturmadan umudunu kesen Başay-Yıldız, olayın aydınlatılmasını sağlayacak ipuçlarını verenlere kendi cebinden para ödülü koyduğunu açıkladı. Haberlere göre birçok kişi Başay-Yıldız’ın bu tavrını, söz konusu para ödülü için parasal katkıda bulunarak destekliyor.

Başta polis olmak üzere güvenlik güçleri içindeki göçmen karşıtı aşırı sağcıların varlığı ve bunlarla yeterince mücadele edilmediği kuşkuları Almanya’nın ileri demokrasisine zarar veriyor.

Geçtiğimiz hafta Almanya’da Türkiye kökenli gençler arasında aşırı sağcı, aşırı dinci eğilimlerin, Erdoğan taraftarlığının, Almanya düşmanlığının artış gösterdiği tartışması gündemdeydi.

Bu durumu anlamaya çalışırken büyük resmi gözden kaçırmamak gerekiyor.