Eğer koronavirüs engel olmasaydı bugün başlayacak olan Avrupa Birliği (AB) Liderler Zirvesi’nin gündeminin en önemli maddesi Türkiye ile Yunanistan arasındaki Doğu Akdeniz gerginliği olacaktı. AB Konseyi Başkanı Michel ve ekibinin karantinaya girmesi nedeniyle zirve bir hafta sonraya ertelendi. Böylece Yunanistan ve Kıbrıs’ın Türkiye’ye yönelik yeni sert yaptırım girişimleri bir süre için gündemden kalkmış oldu.

Ancak zirve gerçekleşeydi de bu taleplerin kabul görmesi beklenmiyordu. Başta Almanya olmak üzere çok sayıda AB ülkesinin, ilişkileri büyük ölçüde tahrip edecek bu adımı atmayacağına dair güçlü işaretler vardı.

Gerginliği azaltan haberler de Michel’ın karantina haberinin duyurulmasından önce gelmişti zaten. Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Almanya Başbakanı Merkel ve AB Konsey Başkanı Michel arasında bir video konferans gerçekleştirilmiş, Türkiye ile Yunanistan arasında görüşmelerin başlayacağı duyurulmuştu.

Ayrıca Türkiye’nin on gün önce Oruç Reis sismik araştırma gemisini “bakıma alındığı” gerekçesiyle bölgeden çekmesi de gerginliği azaltmaya yönelik bir adım değerlendiriliyordu.

Tabii bu “rahatlatıcı gelişmeler” nedeniyle kısa süre önce iki ülkenin savaş gemilerini karşı karşıya getiren sorun çözülmüş değil ve kimse de uzun süre bir çözüm beklemiyor. Ancak 1 ve 2 Ekim’de Brüksel’de bir araya gelecek olan AB devlet ve hükümet başkanları, Avrupa Parlamentosu’nun Türkiye’ye kınama, Yunanistan ve Kıbrıs’a dayanışma çağrıları içeren son kararına ters düşmeden, acil çözüm baskısından kurtulabilecekler.

***

Böylece Berlin’in Ankara ve Atina arasında krizin başından beri yürüttüğü arabuluculuk çabaları bir kez daha sonuç vermiş oldu. AB Dönem Başkanı olarak Almanya’nın elbette bu ağır krizde arabuluculuk görevini üstlenmesi gerekiyordu. Başbakan Merkel ile Dışişleri Bakanı Maas, bir yandan birlik üyesi Yunanistan ve Kıbrıs’ın yanında olduklarını açıklıyor diğer yandan da krizin diyalog yoluyla çözülmesi için çaba gösterilmesi gerektiğini savunuyorlardı.

Son olarak hafta başında Berlin’de gerçekleştirilen AB dışişleri bakanları toplantısına ev sahipliği yapan Maas, Türkiye ile Yunanistan’ı konuyu görüşmek üzere bir araya gelmeye ikna etmek istediklerini açıklamış ve bu konudaki kararlılıklarını vurgulamıştı. Almanya, Yunanistan ve Kıbrıs ile krizin başından bu yana onların yanında yer alan Fransa ile Avusturya’nın muhalefetine rağmen AB’nin Türkiye’ye karşı daha yumuşak tavır almasını savunurken tabii ki yalnız değil. Özellikle birlik üyesi Doğu Avrupa ülkeleri bu konuda Almanya’yı destekliyor.

***

Almanya’nın etkili günlük gazetelerinden Handelsblatt’ta çıkan “Neden Avrupa Türkiye’ye karşı tek yumruk olmayı başaramıyor?” başlıklı analizde bu durum şöyle ele alındı: “Türkiye bir ortak üye, potansiyel AB üyesi, 21 üyeli birliğin askeri müttefiki. Ayrıca hem jeopolitik, güvenlik politikası ve hem de iç politika açısından stratejik çıkarlar söz konusu. Kısacası birlik, büyük bir açmaz içinde. AB şu anda Türkiye ile ilişkiler konusunda bölünmüş durumda. Örneğin Fransa ve Avusturya, Türkiye’ye karşı çok muhalif tavır alırken ve özellikle de Viyana’dan sürekli Türkiye’yle şu anda DeFakto donmuş olan AB üyelik görüşmelerinin resmen sonlandırılması yolunda talepler gelirken, diğerleri bu ülkenin sadakatiyle oynamak istemiyorlar. Örneğin Almanya. Şu anda AB Konsey Başkanlığı’nı üstlenmiş olan ve üye ülkeleri arasında uzlaşı sağlamakla görevli olan Berlin, Türkiye’ye karşı yaptırımlara zorlanmak istemiyor. Bunu öncelikle üyelik görüşmelerinin resmen sona ermesine -ki kısa bir süre önce bazı Hıristiyan demokrat Avrupa milletvekilleri yine bunu talep etmişlerdi- yol açmamak için yapıyor. Çünkü diplomatlar Erdoğan’ın böyle bir şeyi kendi Osmanlı siyasetini sürdürmek ve hatta daha da ilerletmek fırsat olarak değerlendireceğinden endişe ediyorlar.

Berlin, Erdoğan’a karşı Batı’ya yönelen muhalefetin elini güçlendirmeyi tercih ediyor. Ayrıca Alman diplomasisi de bu ülkede yaşayan 4 milyon Türk’ün bir bölümünü kışkırtmak ve böylece bir iç politika sorunu yaratmak istemiyor.”

***

Yani AB Dönem Başkanı olmasaydı da Berlin, Türkiye’nin silahlı çatışmayı da göze aldığı bu krizde yine aynı yoğunlukta devrede olacaktı. Türkiye ile ekonomik, siyasi ve sosyal ilişkilerinin derinliği, Almanya’yı bu tutuma zorluyor.

Kısa süre öncesine kadar Almanya’nın Türkiye Büyükelçisi olan Martin Erdmann, ülkenin en büyük gazetelerinden Frankfurter Allgemeine Zeitung’da önceki gün yayınlanan makalesinde bu duruma işaret etti.

2015’ten Temmuz 2020’ye kadar Ankara’da göreve yapan Erdmann’ın “Erdoğan’ın nefesi kesildiğinde” başlıklı makalesi şöyle bitiyor: “Strateji gereği‚ daha sonraki gün, yani bugünkü Türkiye yönetiminin nefesinin kesildiği gün dikkate alınmalı. Ne zaman olur bilinmez ama şu anki sisteminin bozulma işaretleri artık gözle görünür durumda. Türkiye, o x gününden sonra da bizim komşumuz, ortağımız ve dünyanın en huzursuz bölgelerinden birindeki istikrar odağı olarak kalacak. Ve Türkiye’nin insanları o gelecekte de bugünkülerle aynıları olacak. Türkiye ve Avrupa’nın uzun vadeli birlikteliğini umut eden, özleyen bu insanları hayal kırıklığına uğratmamalıyız.“