Almanya’da yarın sandıktan çıkabilecek sosyal demokrat ya da merkez sağ ağırlık koalisyonların hiçbirinin dış politikada büyük bir değişikliğe yol açması beklenmiyor. Koalisyon ortaklığı olası partilerden sadece Sol Parti’nin hedefleri 16 yıllık Merkel çizgisine karşı.

Almanya’da yarın gerçekleştirilecek genel seçimler öncesindeki kampanyalar sırasında, yeni parlamentoda yer alması kesin olan partiler ve adaylar arasında en az dış politika ve savunma konuları tartışıldı. Almanya’nın içinde bulunduğu uluslararası ittifaklar, gerekse Alman ordusunun ülke dışı operasyonları gibi konularda diğerlerine göre çok daha farklı duruşu olan demokratik sosyalizm çizgisindeki Sol Parti’nin bu konuları gündemin ilk sıralarına taşıma girişimleri de sonuç vermedi.

Seçimden iki gün önce kamu televizyonları ARD ile ZDF’nin ortaklaşa gerçekleştirdiği ve en büyük altı partinin liste başı adaylarıyla, birinin genel başkanının katıldığı son tartışma programında da durum değişmedi. Dış politika ve savunma konularındaki tartışmalara ayrılan zaman çok kısa oldu.

Ancak kısa da olsa dış dünyanın merakla beklediği “yeni Almanya hükümeti”ni kurmaya aday politikacılar, NATO, ABD, Çin ve Rusya’yla ilişkiler, Kuzey Akım 2 Projesi, AB’nin bağımsızlığı, Alman ordusunun güçlendirilmesi gibi konulardaki görüşlerini dile getirdiler. Sonuçta Sol Parti hariç diğer partiler arasında büyük bir fark olmadığı, Afganistan fiyaskosu gibi son gelişmelere rağmen bu konulardaki yaklaşımlarında belirgin bir değişikliğe gitmeyi düşünmedikleri görüldü.

TÜRKİYE’YLE İLİŞKİLER GÜNDEME GELMEDİ

Aynı durum Türkiye’yle ilişkiler konusunda da oldu. Sol Parti, “Almanya’nın müttefiki” Türkiye’nin Kürtlere karşı savaş halinde olduğunu belirterek, Ankara’ya silah ve askeri malzeme ihracatının durdurulması talebini yinelerken, diğer politikacılar bu konuya hiç değinmediler.

Tüm adaylar NATO ve ABD’yle ilişkilerin Almanya’nın dış ve savunma politikasının temeli olduğunu vurguladı, iki adayın dile getirdiği Çin ve Rusya’yla ilişkilerde “ülke çıkarlarıyla demokratik değerlerin savunulması arasında denge” tezine kimse itiraz etmedi.

Almanya’nın çabalarıyla Avrupa Birliği’nin (AB) güçlenip, birlik içinde davranması ABD, Çin ve Rusya’nın yanı sıra bağımsız bir uluslararası politika aktörü haline gelmesi özlemi de öyle... ABD’nin Afganistan’daki fiyaskoya neden olan ani kararı, ABD ve İngiltere’nin Avustralya’yla Fransa’yı dışlayan ittifak gibi son gelişmelere işaret edip, böyle durumlarla karşılaşmamak için AB’nin birliği ve istikrarı için çaba gösterilmesi gerektiği vurgulandı.

Bu durum kurulacak yeni hükümetin dış politikada Merkel’in 16 yıllık çizgisinden fazla uzaklaşmayacağı yolundaki yorumları besliyor. Türkiye’yle ekonomik ve politik ilişkiler, sığınmacılar anlaşması gibi konularda da şimdikinden farklı bir politika beklenmiyor.

RENKGARENK KOALİSYON SEÇENEKLERİ

SPD (Almanya Sosyal Demokrat Partisi), CDU-CSU (Hıristiyan Birlik partileri) ve Yeşiller’in federal başbakan adayları Olaf Scholz, Armin Laschet ve Annalena Baerbock, liberal çizgideki FDP (Hür Demokrat Parti), aşırı sağcı AfD (Almanya için Alternatif) ve Sol Parti’nin liste başı adayları Christian Lindner, Alice Weidel ve Janine Wissler ile CSU’nun (Hıristiyan Sosyal Birlik) Genel Başkanı Markus Söder’in katıldığı programda moderatörlerin “koalisyon ortağı tercihleri” konusundaki sorular –bir politikacı hariç– kesin olmayan yanıtlarla geçiştirildi. Hepsinin birleştiği tek şey, AfD hariç tüm partilerin birbirini –Sol Parti dahil– demokrat partiler olarak görmesi ve hepsinin AfD’yle herhangi bir işbirliğine karşı olması.

Lindner’in bir “Jamaika koalisyonu”ndan yani Hıristiyan birlik, liberal ve yeşil ittifakından (bu partileri sembolize eden siyah, sarı ve yeşil renkler Jamaika’nın bayrağını çağrıştırdığı için bu kavram kullanılıyor) yana çıkışı, FDP’nin olası diğer koalisyon seçeneklerinden “trafik lambası koalisyonu”na (SPD, Yeşiller ve FDP yani “kırmızı, yeşil ve sarı” koalisyonu) karşı olduğunun deklarasyonu olarak görülüyor.

Moderatörlerin sol tarafında yan yana oturtulan sol, sosyal demokrat ve çevreci partilerin temsilcilerinden de sadece Sol Parti Eşbaşkanı Wissler, son günlerde yoğun olarak tartışılan “kırmızı, yeşil, kırmızı” koalisyonunu hedeflediklerini açıklarken, Scholz ve Baerbock, bu soruya açık yanıt vermediler. Baerbock, Sol Partili bir koalisyon görüşmelerine ilişkin soruyu “Demokrasilerde tüm demokratlar birbiriyle konuşmalı” diyerek geçiştirdi. Tüm anketlerde Almanların büyük çoğunluğunun “federal başbakanlığa” en uygun aday olarak gördüğü Scholz ise Sol Parti’nin adını bile ağzına almadan koşullarını sıraladı:

SOLDA BİRLİK İÇİN KOŞULLAR

“Çok açık bir biçimde söylüyorum. Almanya’da daha da güçlü hale getirmemiz gereken bir istihbarat örgütüne ihtiyacımız var. NATO içinde işbirliğine ihtiyacımız var. ABD’yle çok iyi ilişkilere ihtiyacımız var. Ekonomi büyümeli. İç güvenlik sağlanmalı. Güçlü ve bağımsız bir AB olmalı. Silahlı kuvvetler son yıllarda olduğu gibi yeterli biçimde teçhiz edilmeli!”

İstihbarat teşkilatının kapatılmasını, NATO’nun lağvedilmesini savunan, silahlanmaya karşı çıkan, ABD ve AB’ye eleştirel yaklaşan, her fırsatta iç güvenlikte polise daha çok yetki ve takibat olanağı sağlayan politikaları eleştiren Sol Parti, son haftalarda olası bir koalisyon pazarlığında bu konularda katı tutum almayacağına dair mesajlar veriyor. Ancak Scholz’un bu çıkışı, zaten başından beri karşı olduğu işbirliğini mümkün görmediğinin dolaylı yoldan ilanı olarak değerlendiriliyor. Bunu yaparken kapıyı tam olarak kapatmayarak, bir yandan Sol Parti’nin yarın sandıktan beklenenden daha güçlü çıkması halinde, her üç partinin tabanında “sempatiyle bakılan” sol koalisyon seçeneğini açıkça reddetmemiş oluyor. Diğer yandan da yeşillerin yanındaki potansiyel koalisyon ortağı liberallerle pazarlıkta elini güçlendiriyor.

PARTİ PROGRAMLARINDAKİ DIŞ POLİTİKA

Seçim kampanyalarında ve televizyon tartışmalarında fazla yer tutmasa da AB’nin en güçlü ve zengin ülkesi olan Almanya’yı önümüzdeki dönem yönetmeye aday olan partilerin dış ve savunma politikalarındaki yaklaşımları ülke dışında ilgiyle takip ediliyor.

Seçim sandığından büyük bir sürpriz çıkmazsa, Federal Meclis’e girmesi kesin olan yedi partiden altısının da kurulacak koalisyon hükümetlerinde yer alma şansı olduğu için, hepsinin bu konudaki temel yaklaşımlarına kısaca göz atabiliriz.

SPD: Başbakan Adayı Scholz’un vurguladığı gibi SPD, NATO’yu güvenlik için vazgeçilmez bir ittifak olarak görüyor; ancak NATO’nun bütçenin yüzde 2’sinin savunmaya ayrılması yolundaki kararını karşı çıkmadan, geçiştiriyor. ABD’yle işbirliğini de vazgeçilmez olarak görüyor. AB’nin güvenlik ve savunma konularında giderek daha bağımsız olmasını savunuyor. Rusya ve Çin’i “insan hakları ihlalleri” dolayısıyla eleştiriliyor; ancak “Avrupa’da barışın ancak Rusya’yla birlikte sağlanabileceğini, küresel sorunların Pekin olmaksızın çözülemeyeceği” vurgulanıyor. Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi’nde AB’nin sürekli temsil edilmesini istiyor. AB’nin kalkınma ve insani yardımlarının artırılmasını savunuyor. Silah ve askeri malzeme ihracatının “sınırlandırılması”nı hedefliyor, uluslararası ticaret ve yatırım ilişkilerinde “insan hakları” ve “çevre koruma” standartlarına uyulmasını savunuyor.

CDU/CSU: Almanya ve AB’nin “dünya politikası”nda etkin aktör olması hedefini programına alan Hıristiyan Birlik partileri, NATO içinde Avrupa ekseninin güçlenmesini savunuyor, “nükleer silahlar konusunda işbirliği”ne olumlu yaklaşıyor. Alman ordusunun en kısa zamanda SİHA’lar ve tahrip gücü yüksek diğer silahlarla teçhiz edilmesini hedefliyor. Bütçe’nin yüzde 2’sinin savunmaya ayrılması yolundaki NATO kararını savunuyor ve Almanya’nın NATO savunmasına katkısının 2030 yılına kadar yüzde 10’a çıkarılmasını hedefliyor. Başbakanlığa bağlı olarak bir “Milli Güvenlik Konseyi” kurulmasını ve bu kurum aracılığıyla milli güvenlik stratejisinin belirlenmesini hedefliyor. Çin ve Rusya’ya karşı “batının birlikte tutum alması”nı savunuyor.

YEŞİLLER: İlk kurulduğu dönemde NATO’ya kesin olarak karşı olan Yeşiller, artık Almanya’nın bu ittifaka üyeliğini tartışmıyor; ancak NATO’nun savunmaya bütçenin yüzde 2’sinin ayrılması yolundaki kararına karşı çıkıyor. Rusya’ya karşı Avrupa Konseyi ve OECD’nin güçlü bir hale getirilmesini, Avrupa’nın ortak bir savunma sisteminin oluşturulmasını savunuyor. Kuzey Akım 2 projesine kesin olarak karşılar ve hemen durdurulmasını istiyorlar. Çin’e ağır eleştirilerde bulunuyor ve Tayvan’la politik ilişkilerin geliştirilmesini savunuyor. Silah ve askeri malzeme ihracatının AB tarafından kontrol edilmesini, ekonomik ilişkiler ve insan hakları konularında BM’nin daha etkin hale getirilmesini savunuyor. SİHA’lar konusunu kısa bir süre öncesine kadar kesin olarak reddeden Yeşiller, artık bu silahlara karşı değil, hangi koşullarda ve nasıl kullanılacağı konusunda sıkı önlemler getirilmesini savunuyor.

FDP: Programına “liberal bir dünya düzeninin güçlendirilmesi” hedefini alan FDP, bu amaçla BM çatısı altında yeni örgütlerin kurulmasını istiyor. Almanya’nın milli gelirinin yüzde 3’ünün uluslararası güvenlik için harcanmasını hedefliyor, dolayısıyla NATO’nun yüzde 2’lik savunma yatırımı kararını savunuyor. Dış politikada ABD’yle birlikte hareket edilmesini, Rusya’ya karşı AB yaptırımlarını, Çin’e karşı Amerikalılar tarafından önerilen‚ demokrasiler ittifakını hararetle savunuyor. BM Güvenlik Konseyi’nde AB’nin de “daimi temsilciliği”nin olmasını istiyor.

SOL PARTİ: ABD ve AB’nin Çin ile Rusya’ya karşı yeni bir soğuk savaşa yöneldiğine işaret eden Sol Parti, Almanya’nın bu ülkelerde diyalog içinde olmasını savunuyor. NATO’nun lağvedilmesini ve yerine “ortak bir Avrupa savunma sistemi” oluşturulmasını savunuyor. Alman ordusunun tüm ülke dışı operasyonlarına son verilmesini istiyor. Almanya’daki tüm Amerikan üslerinin kapatılmasını talep ediyor, bir savaş halinde Alman savaş uçaklarıyla Amerikan atom bombalarının taşınmasına olanak sağlayan “nükleer katılım”a karşı çıkıyor. Almanya’nın BM Güvenlik Konseyi’nde “daimi üyelik” için değil, BM Genel Kurulu’nun yetkilerinin daha da artırılması için çaba gösterilmesini savunuyor. Kalkınma yardımı konularında özel vakıflar ve büyük şirketlerin değil ağırlığının azaltılmasını, bunun yerine kamu kaynaklarının devreye sokulmasını istiyor.