İnsanlığın Ukrayna’daki savaşın neden olduğu uluslarası kaosun içinden birçok ülkenin savaştığı daha büyük bir çatışma süreciyle, burada adını koyalım, Üçüncü Dünya Savaşı’yla, karşı karşıya kalacağına işaret eden karamsar analistlerin öngörüleri henüz doğrulanmadı. Ama Kafkaslar’dan, Orta ya da Uzak Asya’dan, hatta o kadar uzağa gitmeye gerek yok Ege’den gelen sıcak çatışma ya da potansiyel çatışma haberleri bu uyarılara her zamankinden daha fazla kulak vermek gerektiğini gösteriyor.

Ukrayna bataklığına saplanan Rusya, artık uzun yıllar Sovyetler Birliği bünyesinde birarada yaşayan ülkeler arasındaki çatışmaları durdurma gücünü kaybediyor. Azerbaycan-Ermenistan ve Tacikistan-Kırgızistan arasındaki geçen hafta yaşanan çatışmalar bunun işaretlerini veriyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Yunanistan’a “bir gece ansızın gelebiliriz!” diye seslenmesinin ardından “NATO üyesi bu iki ülke arasında savaş çıkabilir mi? Çıkarsa NATO ne yapabilir?” soruları uluslararısı gündemde. Bu arada ilk kez bir ABD Başkanı, Çin’in Tayvan’a müdahale etmesi halinde askerlerin görevlendireceğini açıkladı. Suriye, Irak, Yemen, Libya’daki ya da Afrika’nın diğer bölgelerindeki silahlı çatışmalar zaten devam ediyor. Bütün bu çatışmaların yaygınlaşmasını önleyebilecek güçler de kendi aralarında doğrudan ya da dolaylı çatışma halinde.

Ukrayna’nın müttefiklerinin, özellikle de Amerika’nın devasa siyasi, ekonomik, askeri ve de insani desteğiyle Rusya’ya karşı direnişini sürdürmesi ve son günlerde de cephenin çeşitli bölgelerinde önemli başarılar kazanmasının ardından canlandırılan çok yönlü kampanya, savaşın diplomatik süreçlerin devreye sokulmasıyla geçici de olsa durdurulabileceğine dair umutları tamamen ortadan kaldırıyor. Amerika ve müttefiklerinin hedefi Ukrayna’nın zaferi. Herkes bu “zafer”i daha farklı bir biçimde tarif ediyor, ancak Ukrayna’nın cephede dengeleri kendi lehine değiştirdiği bu günlerde “taraflar masa başına otursun, daha fazla insan ölmesin, sakat kalmasın, doğa, kentler, köyler daha fazla tahrip olmasın, insanlığın refahı için harcanabilecek kaynaklar silaha, cephaneye gitmesin!” çağrısını yapanlar, “zor durumdaki Putin’in nefes almasını, toparlamasını hedefleyen ajan” suçlamasıyla susturuluyor.

***

Bu kargaşa ortamında sukunetini korumaya çalışan Almanya’nın sosyal demokrat Başbakanı Olaf Scholz üzerindeki çok yönlü baskı şiddetleniyor. Alman tanklarını cepheye sürme taleplerini “diğer müttefikler de Ukrayna’ya tank vermedi” ya da “elimizde zaten yeterince tank yok, olanlar da bize lazım” diyerek geçiştirmeye çalışan Scholz, isteği kadar Rusya’yı kınasın, Almanya’nın Ukrayna’ya yaptığı milyarlarca dolar değerindeki ekonomik, insani ve askeri yardımları hatırlatırsa hatırlatsın bu baskıdan kurtulması mümkün değil. Financial Times’in birkaç gün önceki manşetten yayınlanan analizin başlığı durumu özetliyor: “Alman lider, Ukrayna ordusuna tank verilmesi için artan baskıyla karşı karşıya. Müttefikleri Scholz’u silah yardımı konusunu yeniden gözden geçirmesi ve savaş alanındaki kazanımlarını sağlamlaştırması için Kiev’e yardım etmesi için ikna etmeye çalışıyorlar.” Yazıda, Scholz’un söz konusu tankların teslimatına karşı sıraladığı gerekçelere, Amerikalıların, NATO Genel Sekreteri’nin, tabii ki Ukrayna’nın ve daha önemlisi Alman hükümetini oluşturan koalisyondaki Yeşillerin, liberallerin ve silah sanayiinin sözcülerinin açıklamalarıyla karşı çıkılıyor. Hatta bunlara kendi partisi SPD’nden (Almanya Sosyal Demokrat Partisi) destek gelmeye başladığı vurgulanıyor.

***

Putin’in trolleri aracılığıyla Almanya’da yoğun bir propoganda kampanyası sürdürdüğünden yakınan Alman ana akım medyası da Scholz’u eleştiren, kınayan, yalancı çıkaran yayınlarla dolu. Örneğin Ukrayna Dışişleri Bakanı Dmytro Kuleba’nın merkez sağın amiral gemisi FAZ’da (Frankfurter Allgemeine Zeitung) yayınlanan sözleri: “Bizim için bir bulmaca. Şimdi biz Leopard ve Marder tankları istiyoruz, ama Almanya bize Dingo modeli zırlı personel taşıyıcı veriyor. Tabii o da yararlı ve bundan dolayı müteşekkiriz. Ancak savaşta bizim en çok ihtiyacımız olan şey değil bunlar. Neden tıkanıyor? Sorun nerede? Neden biz ihtiyacımız olan ve Almanya’nın elinde olan silahları alamıyoruz. Berlin’in bir ‘silah duvarı’ önünde takılıp, kaldığını sanıyorum. Bence Başbakan’ın bu duvarın yıkması için koşullar olgunlaşmış durumda.”

Bir diğer örneği “Die Welt”ten aktaralım. Avrupa’nın en büyük medya holdingi bünyesindeki bu gazetede çıkan son haberlerden birinde de Alman silah üreticilerinin Ukrayna’nın istediği tankları teslim etmeye hazır olduğu belirtiliyor. Başbakan Scholz ve Savunma Bakanı Christine Lambrecht istedikleri kadar “elimizde yeterince yok” desin, ülkenin en büyük silah üreticilerinden Rheinmetall’den yapılan açıklamaya göre şu anda Alman ordusunun kullanmadığı çok sayıda Marder (“sansar” anlamına geliyor) modeli tank savaşta kullanılacak hale getirilmek üzere elden geçiriliyor. Haberde şu anda 15 tankın teslim edilmeye hazır olduğu ve tabii ki teslimat için hükümetin onayının gerektiğine, yani şu anda öyle bir onayın sözkonusu olmadığına, işaret ediliyor.

Bir diğer haber de yine FAZ’dan. Şimdiye kadar Ukrayna’ya silah verilmesine karşı çıkan Vatikan da artık fikrini değiştirmiş. “Papa Françesko kamuoyu önünde ilk kez Ukrayna’ya silah verilmesinin belirli koşullar altında ahlaki olarak görülebileceği değerlendirmesinde bulundu” cümlesiyle başlayan haber, Papa’nın beş ay önce Ukrayna’ya silah verilmesine karşı olduğu hatırlatmasıyla noktalanıyor.

***

Birkaç hafta önce Almanya’nın ana akım medyası, Berlin ziyareti sırasında İsrail’in baskılarını “soykırım”a benzeten Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas’ın laflarını ağzına tıkmak için yarış içindeydi. Bunun üzerine konuk başkan hakkında “soykırım inkarı”ndan, Hitler döneminde yok edilen insanların anısına saygısızlıktan cezai soruşturma bile başlatılmıştı. Ama şimdi aynı medya Rusya’nın Ukrayna’da “soykırım” yaptığı iddiasına, bu “soykırım”ı önlemek için leopar ve sansar gibi doğadaki yırtıcı hayvanların isimlerini taşıyan Alman tanklarının zorunlu olduğu propogandasına en ufak bir eleştiri getirmeden katılıyor.

Bakalım iktidardaki üçlü koalisyonun en büyük ortağı Alman sosyal demokrasisi bu kuşatmaya daha ne kadar direbilecek, bu belli değil. Ancak Almanya’nın daha etkin olması gerektiği ortada.

Başbakan Scholz muhtemelen bu nedenle, Avrupa’nın NATO’dan bağımsız bir uluslararası savunma ittifakına ihtiyacı olduğunu, Avrupa Birliği’nin karar alma mekanizmalarının reformdan geçirilmesi güçlendirilmesini savunuyor, tüm baskılara rağmen çok eleştirdiği Putin’le görüşme çabalarını sürdürüyor ve son olarak da Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmada tüm insanlığa seslenip, Almanya’nın artık BM Güvenlik Konseyi’nin daimi üyeleri arasına alınmasını istiyor.

Şu anda Almanya’da siyasi, ekonomik ve askeri açıdan karar verici durumda olan birçok yetkili gibi Scholz da, bundan önceki iki dünya savaşının çıkmasında büyük rolü olan Almanya’nın tarihi sorumluluğunun bilincinde. Ama bir yandan da anayasal müdahaleyle silahlı kuvvetlerin modernizasyonu için 100 milyarlar euroluk ekstra bütçe çıkaran, savunma harcamalarının bundan sonra her yıl en az 60 milyar euro olmasına karar veren hükümetin başında bulunuyor.

Şimdiye kadar “siyasi ve ekonomik açıdan bir dev, ama askeri bir cüce” olarak görülen bu ülke hızla askeri açıdan da devleşme sürecine girerken, Ukrayna bataklığına çekiliyor. Bu maceranın sonu hiç bir taraf açısından iyi olmayabilir.