Alpay Kabacalı yazmasını bilen bir yazardır

Alpay Kabacalı yazmasını bilen bir yazardır. Elbette her yazar yazmasını bilir diye düşünmeyin. Bilmek iyidir. Ama yazıyı ciddiye almak, yazdığı metinleri ve o metinlerdeki düşünceleri ince terazide tartmak, her sözcüğün, her harfin bile yazarın kendisi olduğunun bilinciyle hareket etmek özel bir niteliktir. Ve zordur da… Kültür ve kitap hamalı olmak zordur. Alçakgönüllülüğünü koruyup, başarılan bir işten sonra, kendisinin payı ne denli büyük olursa olsun “ben yaptım” diye fotoğraf karesine koşmamak özeldir!
Yazıyla yazarın özdeşliğini Alpay Kabacalı’dan öğrendim. Uzun yıllar PEN ve BESAM gibi yazar örgütlerinde birlikte çalıştık. O dönemde, resmi kurumlara yazılacak “resmi” yazılarda bile nasıl özenli davrandığını defalarca yaşayarak gördüm ve öğrendim. Bürokrasi ile ilgili yazıların karalamasını hazırlayıp kendisine götürürdüm. Hem resmi yazı, hem de ilk taslak olduğu için başlarda yazım yanlışlarına dikkat etmezdim. Alpay Abi taslağı görür görmez, yanlışlarımı anında işaretlerdi. Ben ne kadar yok taslaktı, yok resmi yazı desem de, hep aynı biçimde yanıtlamıştır beni; yazarın yazısı kendisidir, nereye yazılmış olursa olsun!
Bir süre sonra ben işi inada bindirdim; taslaklar dahil, ona gösterdiğim yazılarda yanlış bulmasına fırsat vermeme inadı! Ne mümkün… Yazı masaya konar konmaz, yüzünün yarısında yarım bir gülümseme ile yanlışı gösteriverir size. Yazmayı bu denli ciddiye alan, bu denli özenli bir yazara, yazmasını bilen yazar demekle belki haddimi aşıyorum. Ama öyledir.
Alpay Kabacalı sadece yazıda özenli değildir. “Örgütçülük” de onun özenli olduğu ve örnek olduğu bir alandır. Kendi deyimiyle “Aziz Nesin ekolundan” gelen bir kişi olarak, yazar örgütlerinin tüm işlerinde, en basit defter düzeninde bile en küçük bir aksaklık görmek mümkün değildir.
Ayrıntıdaki ustalığı sadece defter düzeniyle de sınırlı değildir. Birlikte hazırlığını yaptığımız doksanlı yıllardaki “Dünya Şiir Günü” etkinliklerini anımsıyorum. Aylar öncesinden hummalı bir çalışma. Şairlerin belirlenmesi, şiirlerin etkinlik gününden önce basılı hale getirilmesi... Bunlar bir yana, duyuru afişlerindeki sağ alt köşede yer alan “Giriş Ücretsizdir” notuna kadar…  Böylesi bir hazırlıktan sonra, yapılan etkinlik; basılı belgeleri ve katılımın büyüklüğüyle sadece o günün değil, o yılın etkinliği olmayı başarıyordu.
Bunca “mikroskopik” ayrıntıyla uğraşan bir yazar, iş yokluğundan bu işlere yönelmiş değildi elbet. Bütün bunlarda iki temel nitelik ortaya çıkıyor; yazı disiplini ve örgütlü olma gereği. O disiplinle, her biri farklı ve özelliği olan elliden fazla araştırma kitabı yazmıştır. Bu kitap toplamıyla da, aslında başta yazarlar olmak üzere, yazıyla kitapla ilgili olan herkesin borcu vardır Alpay Kabacalı’ya.
Geçen hafta siyasal İslamcı kanallarında birisinde, seçimden sonra hayatı kendilerine göre yeniden dizayn etmekten, yeni bir kültür sanat ve medya yaratmaktan söz ediliyordu. Söz edenler, kendilerinden ilerde çokça söz edeceğimiz bir kısım “Robinsonlar”dı. “Cuma” üreticileri yani! Onların yeni kültür derdi o kadar kolay değil. Sanat edebiyat ve kültür, birden ortaya çıkan bir şey değil çünkü. Bunun için önce dünya kültürüne ilişkin reddiyelerini gözden geçirmeleri gerek. Sonra kadar avangartları var bakmaları gerek… Sonra, yazıyı namus belleyen ne kadar Alpay Kabacalı’ları var, ya da var mı, bir de ona bakmaları gerek.

Haftaya dize; “bir söz boğazımda hangi ucundan tutsam” (Ayşen Gül, eliz edebiyat, Mart 2014)