Yaşadığımız toplumun işleyişini sağlayan kurallar silsilesi sonuç bakımından her zaman tartışmaya açık pozisyondadır.

Kuralları koyan ve uygulayan otorite ile etkilenenlerin yaşamdaki karşılıklarının bulunup bulunmaması, hem sosyal refah bakımından, hem de ahlaki erozyona tabi olup olmamak bakımından sosyal barışa etki eder.
Buraları biraz eşelemek lazım ki spora etkisine de sağlıklı bir şekilde bulabilelim.

Sosyal ve sınıfsal çelişkileri yaşamayan bizler, yönümüzü, pratikteki analizlerle bir şekilde olması gerekeni bulmaya çalıştık.

Özellikle sermaye grubunun burjuvazi kültürüne hiçbir şekilde sahip olmaması, onların devlet destekli tüccar kültürüyle büyümesine neden olmuştur.

Sanayileşmenin yaşatacağı çelişkilerle kendi iç dinamiklerinin oluşmasını sağlayan kültür bir demokratik yapıyı içermesi gerekirken, devlet merkezli yatırımların zorunluluğu, tam tersi tüccar kafalı ve bireysel çıkarları düşünen birtakım iş adamı modelleri ortaya çıkardı.

Devlet olanakları onları yöresel birer figür haline getirirken, dünyaya entegre olma ve küresel bir sürecin parçası olma kaygıları asla olmamıştır. Siyasi ilişkiler ve haksız rekabet avantajları, onları kurumsal zihniyetten ve prensiplerden her zaman uzak tutmuştur.

İşte bizim ulaşacağımız nokta burası.

Bu tüccar kafalı adamlar, devlet mekanizmasından aldıkları ihaleler sayesinde, hatır gönül işiyle ya da kişisel portföyünü sağlamlaştıracak etkiyi sağlamak için kulüplere başkan oldular.

Hani derler ya; “zurnanın zırt dediği yer” burası.

Kulüpler A.Ş. olmadıklarından ve dernek statüsüyle kurumsal kimliklerini devam ettirmeleri bu tip insanlar için büyük avantaj sağlamıştır.

Çünkü sıfır sorumluluk duygusuyla başkan ya da yönetici olmaları, zaten alışık oldukları tüccar zihniyetini kullanma olanağını kolaylaştırmaktadır.

Sıfır kurumsallaşma,

Sıfır prensip,

Sıfır sorumluluk,

Sıfır bilgi,

Sıfır nabız…

İşte bize düşen başkan ve yönetici profili.

Ha esas işler bundan sonra başlıyor.

Altay, Sakarya, Kocaeli, Eskişehir, Adana Demir, Göztepe, Giresun, Ordu, Rize… Yıllarca birinci ligde oynamış ve şehir olarak bu kültüre sahip olan onlarca kulüp, bu tip insanların elinde amatör lige düşmek zorunda kalmıştır.

Anadolu’da bu yaşananlar çok daha acımasız ve korumasız olmaktadır.

En başta futbolcular mağdur edilmekte, sonra kulüpler zarara uğratılarak kapanacak duruma düşürülmektedir.

Kulüplerin tamamı futbolun amaçları dışında araçsallaştırılarak, siyasi ilişkilerin korumasıyla sömürülen alan haline getirilmiştir.

Şimdi Altay ve Sakaryaspor sevinirken, bu kutlamalar aslında geçmişin acılarını ve zararlarını içinde barındırmaktadır.

Tarihsel misyonları ve süreçleri bu kadar zengin olan bu kulüplerin, tekrar kötü duruma düşmemesi içten bile değil. Hâlâ hiçbir kurumsallaşma ve prensiplerin geçerli olmadığı ortamda, kişisel beklentiler ve sonuçlar üzerine kurgulanmış bir maceranın parçası halinde bugün bu başarılarını kutlamaktadırlar.

Seneye gözyaşları içinde ligi bitirmemelerini sağlayacak bir güvence ortada bulunmayıp, kişisel kararların sonuçlarına maruz kalacaklardır.

Bu takımların 20-30 bin kişiye top oynamaları bir kültürün yansıması olmakla beraber, haber değeri olarak verilebilinir ama geçerli olan bu değildi. Geçerli olan istikrar ve sürdürülebilir başarıyı sağlayacak kurumsallaşma ve yönetim prensiplerine sahip olmasıdır.

Türkiye’de özellikle Altay’ın ve Sakaryaspor’un başarılarının bu kadar büyük sevinçle karşılığının bulunması, bu uyarıların yapılmasını zorunlu kılmaktadır.

En azından bana düşen sorumluluk bu diye algıladım.