İnsanlık mefhumunun imgesel (hayali) düşünceyle bağını koparması imkânsız görünüyor, ancak mevcut bağı incelterek akli düşünceyi içselleştirmesi her zaman mümkündür, dahası gereklidir. Aksi halde iktidarlar ideolojilerin özerkliğinden yararlanmaya, ideolojinin dar bağlamı içindeki ritüelleri, simgeleri, sembolleri, klişeleri, düşünce ve davranış kalıplarını dolaşıma sokmaya devam edecekler.

Althusser’in ve ideolojinin zamansızlığı-III

Murat Müfettişoğlu

Okurlar beni bağışlasın; bu küçük kitabı önce dostlar için yazıyorum, sonra da, böyle bir şey olabilirse, kendim için. Nedenlerim çok geçmeden anlaşılacaktır / L. Althusser

Althusser’in kaleme aldığı Gelecek Uzun Sürer’i 1 okurken ideolojiyle ilgili tezlerini “kendi yaşamı üzerinden doğruladığını” düşünmeden edemedim. Onun da aklına benzer bir düşünce gelmiş midir bilemem. Ancak kitabı bitirdikten sonra benim aklıma şu sorular geldi:

‘Apaçık bir trajedinin, karısı Helene’yi öldürmesinin ardından, üstelik ömrünün son virajını almışken, neden ve hangi itkilerle hayatını kaleme alma gereği duymuştu? Sevenlerinin kendisiyle duygudaşlık kurmasını sağlamak ve onların nazarında -bir nebze olsun- aklanmak mı istemişti? Yoksa, yapısalcılıkla ilgili ifadelerinde öne sürdüğü gibi; ‘yapının’ sandığımızdan daha karmaşık, daha başına buyruk (özerk), dolayısıyla “özne” üzerindeki etkisinin çok daha belirleyici olduğunu mu ima etmek istemişti? Ya da beş yıllık rehabilitasyon sürecinin ardından derdini anlatma, vicdanen aklanma, vicdanını aklama, içini dökme, iç çekme ihtiyaçlarına ilaveten, tezlerini kişisel ve “öznel” kanıtlarla destekleme ihtiyacından oluşan yekpare bir tavra mı ihtiyaç duymuştu?

Bütün bu sorulara, özellikle sonuncu soruya verilecek ‘evet’ yanıtının okurun “öznel” algısıyla ve anlamlandırmasıyla ilişkili olması beklenebilir. Öte yandan, yazdığı otobiyografik metnin kendisinin nesnel veriler sunduğu da düşünülebilir. Dolayısıyla -ideoloji bahsini de kapsayan- yekpare tavrının o kadar da karşılıksız olmadığı, hatta kitabın eleştirel düşünceye katkı sunduğu bile iddia edilebilir.

Fransız Mahkemesi olay anında -zihninin bulanıklığı nedeniyle- Althusser’in yargılamadan muaf tutulmasına(men-i muhakeme), bu sebeple hapishaneye değil akıl hastanesine yatırılması gerektiğine karar vermişti. Ayrıntılara vakıf değiliz, ancak belirleyici nedenlerin bir bölümünün bilincinin “karanlık” kısmında barındıkları muhtemel. Lakin bu tespit varoluşunu salt aklıyla gerçekleştiren birini (muhalif, Marksist bir düşünür bile olsa) aklamak için yeterli değil.

Pek çok duygumuzun, düşüncemizin ve davranışımızın kökleri bilincimizin “derinlerinde” kurulan istençdışı bağlantılara temas eder. Freud ve Althusser’in arkadaşı Lacan o “bölümleri” ‘bilinçdışı’ olarak nitelendirir. Bu konuda daha iddialı yaklaşımlar da var: Peter Halligan ve David A. Oakley, bilinç denen olgunun tam olarak bilinçdışı beyin etkinliklerinin bir ürünü olabileceğini söylüyor. Althusser’in en fazla etkilendiği filozoflardan biri olan Spinoza ise, insanın bilinç sahibi bir varlık olduğunu ve fakat bilincinin özgür olmadığını iddia eder. Ne ki, en basit tercihlerimizin arkasında bile sayısız sebep-sonuç ilişkilerinden oluşan bir bağımlılık zinciri bulunur. Diğer yandan Althusser’le aynı şehirde ve aynı dönemde yaşamış varoluşçu düşünür Sartre bilinçdışını reddettiği gibi bireyin bütün eylemlerinden sorumlu tutulması gerektiğini söyler.

Althusser -herkes gibi- yapıp ettiklerinden sorumludur. Fransız Mahkemesi’nin verdiği kararın ne düşünürü akladığını ne de vicdanını rahatlattığını düşünüyorum. Aksi halde Gelecek Uzun Sürer’i yazmaz -eleştirmenlerin ifadesiyle- duruşmasını bir kez de kendisi yapma gereği duymazdı. Okumakta olduğunuz yazının amacı, ideolojinin bilinçdışı ile ilişkisi hakkında düşünülmesini sağlamak ve ideoloji bahsinin görece “özerkliğini” bireysel ve toplumsal ölçekte ortaya çıkarmaya çalışmaktan ibarettir.

Althusser, yaşamındaki derin süreçlere hâkim olamamış, bağımlılık zincirlerinden kurtulamamış görünmektedir. Çocukluğunda ve ilk gençliğinde yaşadıkları, yetişkinliğinde üzerine koydukları hem eksikti hem de tümüyle kendisine ait değildi. Oysa bütün çabası kusurlarını gidermek, eksiklerini tamamlamak, her şeyi bir nazarda kucaklayabilmek2 içindi. Felsefeyi bunun için seçmiş, ne var ki yeterli olmamıştı.

İnsanın kavrayışı duyularının yetersizliğinden ötürü kusurlarla doludur; kavradığını iddia ettiği çoğu şeyse imgeseldir, varsayımsal düzeydedir. Sözgelimi Nietzsche’ye göre insanların bilgi diye kabullendikleri şey aslında bir ‘sanıdan’ ibarettir. Bir yanda zihnin sınırlı yapısı, öte yanda ‘şeylerin’ sonsuz çeşitliliği insanın bütünlüklü bilgiye ulaşmasının önündeki en büyük engellerdir. Bu yüzden bireysel ve toplumsal “bilinç”, ait olduğu devletin sonsuza kadar yaşayacağını, dininin bütün insanlığın kurtarıcısı olduğunu, ırkının da en saf, en üstün ırk olduğunu iddia eder durur, dahası bunlara inanır.

Dolayısıyla hemen hemen bütün ideolojiler güçlerini kısmen nesnelliklerinden, daha ziyade imgeselliklerinden ve varsayımsal düşüncelerinden alırlar.

Zira nesnel olan bilimseldir, çürütülebilir; imgesel ve varsayımsal olansa inanmakla ilgilidir, çürütülemez. Çürütülemeyen olgular da “özerklik” zırhına bürünmekte güçlük çekmezler ve zamandan “bağımsız” hale gelirler.

İnsanlık mefhumunun imgesel(hayali) düşünceyle bağını koparması imkânsız görünüyor, ancak mevcut bağı incelterek akli düşünceyi içselleştirmesi her zaman mümkündür, dahası gereklidir. Aksi halde iktidarlar kendilerine katkı sunacak ‘özneleri’ yapılandırmakta güçlük çekmeyecekler. Bunun için ideolojilerin özerkliğinden yararlanmaya, ideolojinin dar bağlamı içindeki ritüelleri, simgeleri, sembolleri, klişeleri, düşünce ve davranış kalıplarını dolaşıma sokmaya devam edecekler. Althusser’e göre bütün bunlar ‘devletin ideolojik aygıtları’ tarafından üretilir ve kişilerin bilincine ve bilinçdışına etki ederek rızanın ve iktidar aygıtının (otoritenin) yeniden üretiminde kullanılır.

Freud’un öğrencisi olan ve fakat halefi olmayı “reddeden” C. G. Jung, bireysel bilinçdışından ziyade kolektif bilinçdışına vurgu yapmış, ilkel insanlarda ruhsal durumun esas olarak kolektif olduğunu, büyük kısmının da bilinçdışına tekabül ettiğini iddia etmiştir. Jung’a göre kolektif bilinçdışından kaynaklanan ile kişisel bilinçdışından kaynaklanan birbirine karışırsa hasta karmaşaya sürüklenmektedir. Althusser’de bu tür bir karmaşanın yaşanıp yaşanmadığına dair tahminlerimiz spekülasyondan öteye gitmez; zira mesele son derece karmaşık. Öte yandan Jung da benzer bir “karmaşaya” kapılmış olabilir. Ne ki, yükselen faşizmin kuyruğuna takılmış, Nazilere ait Göring Üniversitesi’nin psikanaliz bölümünün başına geçmeyi kabul etmiştir...

Freud ile öğrencisinin görüş ayrılıklarını bir yana bırakalım, yazımızı yavaş yavaş bağlayalım.

Bireyler (toplum), aklın ve bilincin sınırları dahilinde kalmayı başardıkları müddetçe ve gerçek varoluş koşullarının farkına vardıkları ölçüde bilinçdışının etkisi her iki düzlemde azalır ancak sıfırlanmaz. Sıfırlanması için bireyler (toplum) ile maddi varoluş koşulları arasındaki –başta ideoloji- bütün ara yüzlerin tam bir tasfiyesinden söz etmek gerekir ki bu da pek mümkün görünmemektedir.

Anımsayabildiğim kadarıyla Althusser otobiyografisinde Hegel’e pek atıfta bulunmaz. Lakin Hegel’in ‘yaşlı köstebeği’ Althusser’in “içinde” yıllarca ve sinsice çalışmış; Fransız düşünürün kişisel tarihine trajik bir yön vererek eşi Helene’yi öldürmesine neden olmuştur. Periodik depresyonlarını kökünden yok etmek için intiharı da tercih edebilir, bilinçdışının faturasını kendisine de kesebilirdi. Ancak intihardan çok daha kötüsünü yapacağını, ‘yaptıklarını, başkalarının gözünde ve kendi nazarında ne ise onu yok edeceğini’3 eski öğrencisi ve yakın arkadaşı Balibar’a söylemiş ancak bunu da yapmamıştır. Kim bilir belki de ne Althusser ismini ne ideoloji mefhumunu, ne de bu ikisinin zamansızlığını aşan iradi gücü kendisinde bulamamıştı. Gelgelelim hiçbir çözümleme bir insanın bir başka insanın canını almasını, hele ki bir erkeğin bir kadını öldürmesini meşrulaştırmaya yetmez.

1 Gelecek Uzun Sürer, Louis Althusser, Can Yayınları
2,3 Felsefi İzlenimler, Taner Timur, İmge Kitabevi

cukurda-defineci-avi-540867-1.