Önce pandemi, sonra yangın… Heybeliada’da yaşayanlar bir süredir tedirgin. 76 yaşındaki doğma büyüme ‘adalı’ Erdener Oltacı, son dalyancılardan biri. Altı metrekarelik bir kulübede hayata tutunan Oltacı, “Ada’nın çehresi değişti” diyor.

Altı metrekarede yaşam

UĞUR ŞAHİN

İSTANBUL’un koşuşturmasından uzak, sakin bir hayatın sürdürüldüğü Heybeliada’da yaşayanlar, bugünlerde biraz tedirgin. Zira pandemi nedeniyle zaten endişeli olan yurttaşları çam ormanlarıyla kaplı Ada’da geçen hafta çıkan ve 5 hektarlık alanı kül eden yangın oldukça etkiledi. Kentin Soluğu’nda bu hafta Heybeliada’dan insan manzaraları var.

İlk olarak “son dalyancılardan” Erdener Oltacı ile görüşüyorum. 76 yaşındaki Oltacı, doğma büyüme Heybeliadalı… Oltacı’yla bir yandan ada sokaklarını adımlıyor, bir yandan da sohbet ediyoruz. Dünyanın en eski balık avlama yöntemlerinden biri olan dalyancılık için “Çocuk oyuncağı bir iş değil” diyor.

Devamında da o anlatıyor, ben dinliyorum: “44 doğumluyum, 17 yaşıma gelene kadar denizde istavrit, kolyoz ve sardalyanın olduğunu hatırlamam. Bizim denizler torik ve palamut yüklüydü. O zaman üç toriği bile götüremiyordum, hesap et! Gerçi küçükken deniz kıyısına inmem yasaktı. Bu yüzden iki sefer babamdan dayak yedim. Deniz kıyınsa inince görmüşler beni, gitmişler babama söylemişler. Yedik sopayı!”

“Neden” diye soruyorum, anında cevaplıyor: “Balıkçı olmayalım diye! Kilisenin oradan aşağıya inmem yasaktı, sanki bir çizgi çekilmişti. Balıkçı olmam istenmiyordu.”

Oltacı’nın deniz sevdası, “yasağı” çiğnemesine vesile olmuş. Peki, o dönemde Heybeliada nasıl bir yerdi? Şöyle anlatıyor: “Çok güzel bir çocukluk yaşadım, güzelmiş de haberimiz yokmuş. Zaten ben askere gidene kadar bu ada Türkiye’nin en zengin adasıydı. Heybeliada küçümsenecek bir ada değildi. Büyükada’da zenginler, burada memurlar vardı. Heybeliada dediğin yüksek memur adası… Adanın ekonomisi çok güzeldi; hastane vardı, askeri okul vardı, balıkçılık vardı. Bunların hepsi bir aradaydı. Yazın ekalliyet yazlığa gelirdi; çoğunluğu Rum ve Musevi ailelerdi. Kışın da balıkçılık vardı, bütün balıkçılar burada toplanırdı, yazın 10 tane kahve varsa 2-3 tane de kışın açılıyordu. Sokaklar adam almıyordu, her taraf helva, balık ve şarap… O zaman modaydı. Ama evlenemedik, beğenmediler bizi. Balıkçı dediler. Fakat hakikaten millet mutlu ve memnundu. Şimdi geçim seçim, vaziyet ortada. Balıkçılık biteli zaten çok oldu. 10 lira masraf et, 2 lira alamazsın, o hale geldi. Balık desen artık durmuyorlar burada.”

Bir süre daha Ada’nın sokaklarında adımladıktan sonra kendimi limanda, yılların balıkçısının “malikanesinde” buluyorum. Burası 6 metrekarelik bir kulübe ama Erdener Oltacı’nın tabirine göre bir malikane… Oltacı, yıllardır burada kalıyor ve anlattığına göre bu kulübe defalarca yıkılmak istenmiş: “Önceden Ada’nın yukarısındaydım, işler bozulup ev kirasını veremeyince geldik buraya. Tahtadan bir barakaydı, eli yüzü toparlandı ama sıcaktan durulmuyor. Zaten burayı senelerdir yıkmak istiyorlar. Önceden tahta bir kulübeydi, şimdi biraz toparladık ama altı metrekare çok küçük. 600-700 para veriyorlar, eş dost bir şeyler getiriyor. Vaziyeti idare etmeye çalışıyoruz. Ada’nın çehresi de değişti. Millet kendi kendine ayakta kalıyor. Ya da bana öyle geliyor. Ama Ada’da yaşamak çok güzel be kardeşim, çok güzel!”

alti-metrekarede-yasam-758431-1.
Erdener Oltacı

DAHA NAHİF, DAHA DUYARLI…

20 yıl önce Heybeliada’ya yerleşen Gürsel Caniklioğlu ile de laflıyorum. Caniklioğlu’na göre Adalar’da kente uzak bir köy havasında yaşam var. Caniklioğlu, “20 yıl önce bir gün kahvaltı etmeye gelmiştik; o gün adanın güzelliği bizi etkiledi, ev tuttuk ve kaldık” diyor ve ekliyor: “14 yıl sabah şehre gidip akşam Ada’ya döndüm. Burada kente uzak bir köy havasında yaşayıp gidiyorsunuz. Daha yavaş ve daha sakin bir yaşam… Adalar’a gelip giden insan sirkülasyonu değişiyor. Dolaştığımda yepyeni yüzler, yepyeni hayatlar görüyorum. Tabii alışmak zor geliyor ama alışan da kalıyor. Biraz izolasyon, daha sessiz bir yaşam… 20 yıldır burada oturmama rağmen Ada’da büyüyenler bizi adalı saymıyor. Onlar için adalılık başka bir şey. Biz ‘sonradan gelenler’ olarak nitelendiriliyoruz. Adalı olmak ne demek? Yani yangın çıkınca oturup ağlıyorsun. Daha nahif ve duyarlı bir hal oluyor insanın üzerinde.”

İNSANLARDA İMAR KORKUSU VAR

Caniklioğlu, sözlerini şöyle noktalıyor: “İnsanlarda buralar imara açılabilir korkusu var. Ağaç gördükleri zaman akıllarına bina geliyor çünkü kültür bu kadar. Eskiden beridir zaten bir ulaşım problemi var, ulaşımın pahalılığı var. Ama tabii iyi ki Ada’ya geldim ve burada yaşıyorum. Bir de burada Ada fanatizmi vardır. Heybeli’de yaşayan Heybeli’yi sever, Burgaz’da yaşayan Burgaz’ı sever. Biz de Heybeli’yi seviyoruz.”

***

YANGINLARA DAVETİYE

alti-metrekarede-yasam-758426-1.

Heybeliada’daki 5 hektarın kül eden yangına ilk müdahaleyi ‘Mahalle Afet Gönüllüleri’ gerçekleştirdi. Söz konusu derneğin üyeleriyle birlikte yangın çıkan bölgeyi ziyaret ediyorum. Aktardıklarına göre tedbirler zayıf ve Ada’ya gelen ‘günübirlikçiler’ yangınlara davetiye çıkartıyor:

► Zeynel Meriç: Ada’daki en büyük riskli afetin yangın olduğunu düşünüyoruz. Yazın her gün yangın çıkma riski var. Günübirlikçilerden kaynaklı bir risk var. Fakat en büyük sorun kontrolsüzlük. Takip sistemi yok.

► Önder Baykul: Yıllarca doğa kendine gelemeyecek. Birimler arasındaki iletişim noksanlığı burada da ön plandaydı. İtfaiyenin kendi arasında iletişim sorunu var. Uçakların köpük atması için insanların tahliye edilmesi lazım ama o yok. Kargaşa halinde bir şekilde söndürüldü.

***

Ada kültürü hâlâ yaşıyor

Heybeliada Muhtarı Hüseyin Yay ile konuşuyorum. İlk söz tabii ki yangından açılıyor. Muhtar Yay, yangının ardından bir kişinin tutuklandığını hatırlatıyor ve yangının kasıtlı çıkarıldığına dikkat çekiyor: “En çok çabayı gösteren ada halkıydı, gençlerdi. Elden ele zincir oluşturdular, pet şişler alıp yangına müdahale ettiler. Çok çaba sarf ettiler ama 5 hektar yandı, İstanbul’un akciğeri adeta burası.”

Muhtar Yay, “Her ada aslında bir ilçe gibi… Hiçbir muhtarlıkta 5 tane okul, 5 tane iskele yoktur ama burada var” diyor ve Ada’da yangına müdahale edecek personel sayısının ve polis sayısının azlığına vurgu yapıyor. Ailesi 80 yıl önce Ada’ya yerleşen Muhtar Yay, Heybeliada’nın dününü ve bugününü şöyle kıyaslıyor: “Adalar’da daha önceleri bir semt kültürü vardı, insanların neredeyse yüzde 50’si Rum’du. Bizim komşularımız Rum’du, yani evimizin çevresinde 10 ev varsa, sadece 2 tane Türk aile vardı. Hâlâ daha bir Ada kültürü yaşanıyor ama o zaman daha başkaydı. Burada Anadolu kültürü ile İstanbul kent kültürünü aynı potada eriten insanlar var. Sabah çan çalar, Yahudilerin sinagogları var, burada bir mozaik var. Velhasıl Rumların gitmesi iyi olmadı, iyi insanlardı. O kültürün kaybolmasını istemezdik ama kayboldu maalesef. Şimdilerde en fazla 10 aile kaldı.”

Fotoğraflar: Uğur Şahin