26. Altın Koza Film Festivali’nin kazananları bu akşam belli oluyor. Festivalin dördüncü gününde Ulusal Yarışma finalistlerinden Kıvanç Sezer’in yazıp yönettiği ‘Küçük Şeyler’, Semih Kaplanoğlu’nun yönettiği ‘Bağlılık-Aslı’, Ali Aydın’ın yazıp yönettiği ‘Kronoloji’ filmlerinin festival galaları gerçekleşti.

Bu sene yenilenmiş ekibiyle taze bir festival vardı karşımızda. Ulusal Yarışmanın ön plana çıkarılmış olması ve çoğu yarışma filminin ilk gösterimlerini burada yapmış olmaları değerliydi. Yönetmenlerin merakla beklenen ikinci filmleri, ilk filmlerini seyirci karşısına çıkaran heyecanlı yönetmenler, deneyimli yönetmenlerin olgun filmleriyle ilgiyi taze tutan 12 filmlik yarışma seçkisi izledik. Gerçi dördünü birazdan yazımı teslim edip izleyeceğim. Yarışma filmleri haricinde zaman çizelgesi sebebiyle sadece Cannes Film Festivali’nde Dardenne Kardeşler’e en iyi yönetmen ödülü kazandıran The Young Ahmed filmini ve Cannes Film Festivali’nin en büyük ödülü Altın Palmiye’yi kazanan Parasite filmini izleme fırsatı buldum. Her ikisini vizyona girince değerlendireceğim ama ikisine de bayıldım. Uluslararası seçkinin daha çok seçenekli ve farklı olmasını isterdim. Kerem Akça’nın bu seneki ekipte yer almamış olması bu eksikliği hissettirdi açıkçası. Şehitler ve Uzun Zaman Önce filmlerinden önceki yazımda bahsetmiştim, dördüncü günün sonunda izlediklerimde sıra.

Aidiyet

Tuzdan Kaide filmiyle dikkat çeken genç yönetmen Burak Çevik’in ikinci filmi Aidiyet deneysel bir sinema örneği. Filmin ilk kısmı mekân, ses ile oynayarak seyirciye savcılık raporu benzeri bir cinayet hikâyesi okuyor, okuyan ses eşliğinde kafasında hikâyeyi canlandıran seyirci, film birdenbire kurmaca kısmına geçip yönetmenin hikâyede geçen karakterleri nasıl gördüğünü gösterince bir bocalama ve değerlendirme yaşıyor. Ancak yönetmen, seyirciye hikâyeyi hayal ettirdikten sonra bunu yaşatınca gerçeklikle oynamış olmuyor yani ben buna deneysellik diyemem. 2019’da buna yenilikçi ve akıl açıcı değerlendirmesinde de bulunamam. Burak Çevik’in bu deneysel parçaları artık sinemaya yedirmesi ve üçüncü filminde arzuladığı anlaşılan ilginç tarzını oturtması gerektiğini düşünüyorum.

Kovan

Kovan filminin en büyük handikapı başroldeki Meryem Uzerli. Kendisi sanırım bozuk Türkçesinden fayda sağladığı için bu durumla ilgilenmiyor ama artık şivesiyle ilgili bir oyuncu koçuyla çalışması gerek. Artvin’de doğmuş ve okuması için Almanya’ya yollanmış hiç kimse böyle bozuk Türkçe konuşmaz. Filmin diğer hatası tür karmaşası yaşaması ve yaşatması. Adam Sandlers romantik komedi matematiğinde ilk yirmi dakikalık inşasından sonra türler arası kaymalar yaşayan filmde Meryem Uzerli ve Feyyaz Duman’ın olduğu bazı sahnelerde seyirci, gülsün mü, üzülsün mü bir türlü karar veremedi. Ama doğaya iyice yabancılaşılan bu günlerde filmden faydalı birkaç ders çıkartılabilir.

Görülmüştür

Serhat Karaaslan’ın Görülmüştür filmi bir karakter takibi olarak başlıyor. Gözlemci bir kamerayla öznele yakın bir ilişki kurduruluyor. Ancak bu karakterin hayatına başka bir hikâye eklendiğinde seyirci dışarıya alınıyor. Öznel ve nesnel gidiş gelişler, saplantı haline getirdiği kadın ile devamlı karşılaşması bütün ilgiyi bıkkınlığa bırakıyor o noktada karakteri de bırakıyorsun zaten.

Küçük Şeyler

Bakanlıktan destek alamayınca Tolga Karaçelik’in yapımcılığını üstlenmesiyle bir dayanışma filmi olarak çıktı Kıvanç Sezer’in bu son filmi. Her ikisi de bu ülkenin en umut bağladığım yönetmenlerinden. Ve ben de süreci ilgiyle takip edenlerden ve tepki koyanlardandım. Ancak kimse kusura bakmasın, izledikten sonra, bakanlık bu senaryoya destek vermeyebilirmiş, dedim. Filmi gerçekten sevdim özellikle ilk yarısı çünkü ikinci yarısında tür değiştirerek ciddileşiyor film. Ben o absürtlüklerle geçen bölümlerden sonra açıkçası ciddileşmek hiç istemedim. Film Kıvanç Sezer’in değil de Tolga Karaçelik’in, üstüne üstüne gelen dünyaya absürt komediyle verdiği tepkisel cevabın devamı gibi hissettim. Özellikle alyans ve 500 TL muhabbetli sahnede bu çok bariz değil miydi? Babamın Kanatları filminden, o gerçekçilikten sonra bu derece Lanthimosvari bir yere, en azından filmin bir yarısı, geçiş ve bunun üçlemenin ikinci filmi olarak sunulması bana ilginç geldi. Alican Yücesoy’a boyutlu oyunculuğuyla bu akşam erkek oyuncu ödülü gelebilir.

Bağlılık Aslı

Türkiye’de kullanılan dil bugün hiç olmadığı kadar sert, basit ve kavgacı. Semih Kaplanoğlu da son filmiyle halihazırda bölünmüş ve birbirine kızgın bir topluma tartışmalı bir film hediye edince kavga iyice büyüdü. Baştan söyleyeyim, Bağlılık Aslı filmini sevdim, ödül alırsa sevinirim ama jüri bazlı ilerleyen festival yarışma sonuçlarına bakacak olursak bu ihtimal düşük gözüküyor. En azından Kübra Kip’in değerli oyunculuğu ve filmin muazzam görüntü yönetimi umarım gözden kaçmaz. Filmin eleştirisini kasıtlı olarak yapmıyorum, çünkü öncelikle tarafların barışması gerek. Şu an süregiden sert üslup ve tavır yüzünden bu döngüye dahil olmak istemiyorum ama şunu söyleyeyim kimseye de katılmıyorum. Filmin senaryosuna katkıda bulunan Kaplanoğlu’nun eşi Yeni Şafak yazarı Leyla İpekçi sosyal medya üzerinden yoğun bir şekilde filme dair savunmaya geçerek ve tanıdığı tanımadığı sinema yazarlarını hedefe koydu bazılarını da yazacaksanız böyle yazın diye bir kenara ayırdı, bu vesileyle de kendi kesimini yönlendirdi. İşin ironik tarafı; filmin kadın üzerinden yaptığı politik söyleme, yerdiği hayvan severlere, Babıali gazeteciliğine ve Kaplanoğlu’nun Saray ile yakın ilişkisine sert tavır koyan insanlardır asıl Kaplanoğlu’nun sinemasını anlayacak olanlar. Bu yüzden şunun bilinmesi gerek, sinema şakşakçılarla büyümeyecek kadar derin bir kültür gerektirir. O yüzden öncelikle kendi kesimlerinden olanların Kaplanoğlu sinemasını değerlendirebilecek, anlayabilecek seviyeye getirilmesi gerekli. Bunu hiçbir yere ait olmayan, Kaplanoğlu sinemasını ve Bağlılık Aslı filmini sevmiş bir sinema yazarı kadın olarak tavsiye ederim.