Antalya Altın Portakal Film Festivali, büyükşehir belediyesinin AKP’li yönetiminin ardından ‘Öze Dönüş’ temasıyla gerçekleşti. Ulusal yarışma geri dönerken, yarışma filmleri arasında en sevdiğim üç film ise Bilmemek, Aşk Büyü vs. ile Küçük Şeyler oldu

Altın Portakal ile öze dönmeye başladık
İsmine eklenen sadece iki kelime gibi gözükebilir ancak o iki kelimeyi geri kazanmak için çok uğraş verildi. Sancılı, tartışmalı hatta sansürlü yıllar ardından Altın Portakal ile bu sene öze yani geleneksele dönmek için sağlam bir adım atılmış oldu ve ‘Ulusal Yarışma’ geri döndü. Festivalin afişinde Türkan Şoray’ın o enfes pozun varlığı aslında verilen mücadelenin sonundaki zaferin zarafetini özetliyordu.

Kabul etmeliyiz ki bu zafer sebebiyle bu seneki ulusal yarışma belki de festival tarihinin en önemlilerinden biriydi. Bu yazıyı yazarken henüz ödül töreni gerçekleşmemiş olacak ama bence bu senenin kazananını hepimiz biliyoruz.

Peki, sinema bu sene içinde nasıl filmler kazandı diye bakacak olursak genel olarak tüm yarışma filmlerinde hissedilen ortak bir sorundan söz edebiliriz, o da filmlerin bütçe sıkıntısının kendini çok bariz hissettiriyor olması. Bunun dışında filmlerin bir kısmında belli bir konu sıkışmışlığı veya çeşitlilik adına farklı işler yapmaya çalışırken yolunu kaybetme göze çarparken, diyalogların suniliği ve filmlerin final yaratma probleminin hala devam ettiğini de söyleyebiliriz.

Yarışma filmleri arasında en sevdiğim üç film ‘Bilmemek’, ‘Aşk, Büyü vs.’ ile ‘Küçük Şeyler’ oldu. Bilmemek finali ile ‘final böyle yapılır’ örneği verirken, Aşk Büyü vs. filmi usta bir yönetmenin eliyle ile içimize işledi, Küçük Şeyler ise üç tarafı denizlerle çevrili coğrafyamızı aşabilecek tek sinema filmimizdi. Onur Ünlü ise gene bildiğiniz Onur Ünlü’lük yaparak farklılık ile saçmalık arasında bir alanda renk karmaşası içinde Topal Şükran ile karşımıza çıktı. Yönetmenlerin kendi seslerini ararken kaçtıklarını düşündüğüm Dostoyevski merakı gittikçe abartılı bir hal alırken, bitmek bilmeyen baba oğul çatışmasını artık biraz nadasa bırakmaları ve başka aydınlanmalara yelken açarak karakterlerini başka dinamiklerle anlatmaya çalışmaları gerektiğini düşünüyorum. Çünkü artık izlemesi oldukça sıkan bir kısır döngü içine girmiş bulunuyoruz. Kime gidecek ödüller bilemiyorum ama oyunculuklar arasında en doğal oynayarak bizi şaşırtan ismin Bilmemek filmindeki rolüyle Senan Kara, Küçük Şeyler filmindeki katmanlı ve değişkenlik içeren performansıyla Alican Yücesoy olduğunu düşünüyorum. Umarım Alican Yücesoy’un Adana Altın Koza’da en iyi erkek oyuncu ödülünü almış olması buradan da ödül almasına engel olmaz.

Festivallerin illaki olan cadı kazanına bakacak olursak gözlemlediğim iki durum vardı. Bu sene de festival bütçesinin yetersizliği sebep gösterilerek davet edilmeyen değerli sinema yazarlarının olması çoğumuzda burukluk yarattı. Bunun dışında benim izlerken fark etmediğim ancak film sonrasında insanlar konuşurken öğrendiğim üzere yarışma filmlerinden Soluk filminde festival başkanının ufak da olsa rol almış olması etik olarak yadırgandı. Söylemeliyim ki festivaller sinema yazarlarına daha fazla değer vermelidir, konaklamaları için içerisinde çalışma masası olan ve interneti çok iyi olan iş otelleri tercih edilmelidir. Ve basın akreditasyonlarının daha adil olması gerekmektedir. Kimseye kendisi ‘diğerlerinden’ daha az değerli hissettirilmemelidir. Sinema, eleştirisi ile bir bütün olarak büyür. Ama aynı şekilde sinema yazarı da objektif ve adil olmalıdır, ilkesel olarak bağımsız gazeteci gibi davranmalıdır. Bu da sinemanın diğer tarafındakilerle sadece mesafeli ve profesyonel ilişki kurmayı gerektirir, samimi bir ilişki kurulmuşsa da yazarın, o kişilerin filmleri hakkında yazmamayı tercih etmemesi daha doğrudur. Her şeye rağmen olumlu bulduğum Altın Portakal’la ilgili hala bir dileğim var; Altın Portakal’ın ulusala daha büyük önem göstermeyi sürdürmesi ama aynı zamanda uluslararası önemli sinemacıların ve filmlerin de var olduğu bir festival olması.

56. Antalya Altın Portakal Ulusal Yarışma Filmleri puanlamam (festival bazında 5 üzerinden)

Bilmemek 3.5
Aşk, Büyü, Vs. 3.5
Küçük Şeyler 3
Kronoloji 2.5
Topal Şükran’ın Maceraları 2.5
Bina 2
Ceviz Ağacı 2
Soluk 2
Bozkır 1.5
Omar ve Biz 1.5

AŞK HİÇ BİTER Mİ?

altin-portakal-ile-oze-donmeye-basladik-644655-1.

Aşk kaldığı yerden devam eder mi? Üzerinden 20 sene geçse bile edebilir mi? Peki ya sınıf ayrılıkları aşk ile aşılabilir mi? İşte birbirine âşık iki kadına bu soruları soran ve kendi yoluna döşediği melodram içinde bazı cevapları olan bir filmdi o... Festivalin beni en etkileyen filminin yönetmeni ile filmini konuşmak ve fikirlerini duymak için bir araya geldim. İşte ismi kadar güzel bir film olan ‘Aşk, Büyü, vs.’ filminin yönetmeni Ümit Ünal ile yaptığımız söyleşiden kesitler...

Filminizdeki herkesin gönüllü olarak yer aldığını söylediniz. Düşük bütçeli olduğu özellikle vurgulanan filmlerden sonra hep şunu merak ederim, yönetmen aklındaki hayalinde filmi çekmiş midir? Siz kafanızdaki filmi çektiniz mi?

Hikâyeyi elimdeki bütçeye göre kuruyorum, dolayısıyla bittiğinde bir hayal kırıklığına uğramıyorum. Başta kendini elindeki olanaklara göre kısıtlayıp ona göre düşündüğün zaman hayal gücünü de o kadar abartmıyorsun. Keşke şuradan 500 kişilik kalabalık geçse demiyorsun veya helikopter planımız olsa demiyorsun. Daha büyük bütçeli filmlerimde daha fazla hayal kırıklıkları yaşadığım olmuştur.

Küçük bütçe daha mı avantajlı o zaman?

Küçük bütçe tamamen senin kontrolünde oluyor. Karışan görüşen çok az oluyor. Bu filmde üç ortaktık ama beni yaratıcı anlamda çok özgür bıraktılar.

2019 yılında lezbiyen iki kadının seks sahnesini çekmek hala kaygı verici ve zor mu? Filmde bu sahne sıçramalı kesmelerle (jump cut) ile sert geçti gibi geldi.

Ben o sahneyi sert bulmuyorum. Bir huzur duygusu yaratsın diye çektim. Sinemada sevişme sahnelerini uzun uzun gösterirler dışarıdan bir göz seyreder gibi. Hâlbuki onu içeriden yaşadığımızda sıçramalı kesme görüyorsunuz, insan onu bir bütün olarak görmüyor.

Ben suiistimalden kaçındığınızı düşündüm açıkçası. Doğru mu?

Bunu ikisinin yaşadığı bir deneyim olarak algılansın istedim. Seks sahnesi çekilince işin içine evet suiistimal girebiliyor, ondan kaçınmaya çalıştım. Burada benim amacım bir seks sahnesi çekip seyirciyi uyarmak değildi, hikâyenin içinde o kadarı gerekiyordu.

Üç buçuk yıldır Büyükada’da yaşıyorsunuz. Ada’da geçiyor film. Ada bir karakter mi filminizde?

Evet bu hikayede kısıtlanmış mekan duygusu şarttı, İstanbul’un herhangi bir yerinde geçebilecek bir hikaye değil. Kapalı bir yer, izole bir yer duygusu şarttı.

Karşı mücadelede olduğum için izlerken tedirgindim acaba atlı fayton görecek miyim diye ama tam aksine bir duruş var filmde, elektrikli araçlar ve bisiklet gözüküyor ve herkes yürüyor. Bu bilinçli miydi?

Evet bilinçli. Faytonların büyük bir sorun olduğunu düşünüyorum ada için. Ama alternatifini de üretmek çok zor görünüyor. Ben şahsen yürümeyi tercih ediyorum fayton kullanmıyorum. Adanın tadı bence yürüyerek çıkıyor. Yürünemeyecek bir yeri yok. Çok yukarılarda oturanları anlıyorum, onlar için elektrikli araçlar şart ama ada yürüyerek çok güzel yaşanabiliyor.

Eşcinsellerin problemlerinin işlendiği filmlerden ziyade eşcinsel karakterlerin sinemada normalleştirilmesi gerektiğini düşünenlerdenim. Bu filmde bunu hissettim ve LGBTİ filmi olarak konumlamak istemedim. Bu normal bir durum çünkü. Sınıf farkı sebebiyle ayrılıyorlar ve evet eşcinseller. Bu kadar. Bu filmi ben böyle göreceğim.

Eşcinsellik zaten normal bir şey. Bir suçlama gibi neredeyse yönlendiriliyor eşcinsel konuları işleyen filmlere. Normalleştiriyor diyorlar. Bununla neredeyse suçluyorlar. Ama normal bir şey zaten. İnsanların doğuşundan beri eşcinseller var, bundan sonra da olacaklar. Dünyanın her toplumda var. En tutucu toplumlardan en özgür toplumlara kadar.

Peki vurguladığım normal görme/normalleştirme bu filmde var değil mi?

Eşcinsel konulara eğilen filmlerin çoğunda onu ya çok büyük bir konu haline getirerek ya da karikatürize ederek kullanıyorlar. Ben onların hikâyesine daha içeriden bakmayı ve bunu dediğiniz gibi ‘evet eşcinseller ama esas konu bu değil’. Zaten filmin asıl hikâyesi ikilinin arasındaki sınıfsal çelişkiler.

Filmde komik olsun diye yazılmış sahneler var ama kimileri hafif tebessüm ve ciddi bir ifade ile filmi izlerken kimileri kahkahalarla eğlenerek izledi.

Ama benim bütün filmlerimde komedi anları, gerilim anları olayların kendi içlerinden gelen komedi veya gerilim anları. Ben bir dramatik hikâye anlatıyorum onun içindeki bazı şeyler seyirciye komik geliyor. Teyzem filminden beri bu böyle. Teyzem aslında çok acıklı ve ciddi bir film fakat insanlar bazı yerlerinde kahkaha ile gülüyor. Ve çok şaşırmıştım, benim ne acılar çekerek yazdığım şeyi komik buluyorlar diye. (gülüyor)

Klasik sinir bir soru tarzı ile bitirelim o zaman. Gelmiş geçmiş en sevdiğiniz aşk filmi hangisi?

Brief Encounter... Küçükken de izlemiştim, o zaman o kadar anlamamışım, daha olgun bir gözle seyredince insan daha iyi anlıyor.