Almanya’da, küçük bir kasaba, yaşlı ve emekli insanların oturduğu sevimli bir kafe… 70’in sonlarında iki adam, bütün kafenin duyabildiği bir yüksek sesle ateşli bir tartışmadalar… Yabancılara, göçmenlere, mültecilere; onlar için hangi kavramı kullandıklarının bir önemi yok, saydırıyorlar…  Bitişik masada oturan, onlar da 70’lerinde iki kadın; “Kesin sesinizi” diye itiraz ediyor. “Böyle konuşamazsınız. Bunları duymak istemiyoruz!” […]

Almanya’da, küçük bir kasaba, yaşlı ve emekli insanların oturduğu sevimli bir kafe… 70’in sonlarında iki adam, bütün kafenin duyabildiği bir yüksek sesle ateşli bir tartışmadalar… Yabancılara, göçmenlere, mültecilere; onlar için hangi kavramı kullandıklarının bir önemi yok, saydırıyorlar…

 Bitişik masada oturan, onlar da 70’lerinde iki kadın; “Kesin sesinizi” diye itiraz ediyor. “Böyle konuşamazsınız. Bunları duymak istemiyoruz!

 Adamlar birbirleriyle konuşmayı kesip kadınlara dönüyorlar; “Ne demek istiyorsunuz? Bizi ırkçılıkla mı suçluyorsunuz?” Kadınlar susuyor…

 Anlaşılan, göçmenlere ağızlarına geleni söyleyen o iki yaşlı Alman için de “ırkçılık” kolay hazmedilir bir şey değil.  

Biraz uzakta tek başına oturan, o da 70’lerinde, saçları ağarmış esmer kadın, kalkıp iki adamın masası önüne dikiliyor ve “Evet, ırkçısınız” deyip çıkıyor.

 Kadını yabancı sandıklarından olsa gerek; “Geldiğin yere git” diye sesleniyorlar ardından.

 O kasabada, artık “onlardan biri” gibi olmuş, iş güç sahibi Türkler ve Yunanlar dışında bir yabancı gördüklerini sanmıyorum. O halde bu adamların yabancı düşmanlığı niye? 

Bu olay ve soru, geçen gün memlekete döner dönmez karşılaştığım o dehşet verici haberle birlikte tekrar aklıma düştü: “Van-Özalp kara yolunda, İpekyolu ilçesi Erçek Mahallesi yakınlarında, Gökhan Sırma yönetimindeki 76 AAC 296 plakalı minibüs, kontrolden çıkarak şarampole devrildi. Kazada 16 kişi yaşamını yitirdi, 51 kişi de yaralandı.

 18 kişilik bir minibüste tam 67 kişi (yazıyla altmış yedi). Bir deneyin; 18 kişilik bir araca 67 kişi sığar mı?

 Sığar; eğer o kişiler göçmen, mülteci, sığınmacı iseler sığar! Onların çaresizliğini paraya dönüştürmek isteyenler 67 kişi sığdırabilmek için minibüsün koltuklarını sökmüşlerse sığar…

 İnsanları ucunda ölüm olan yolculuklara çıkaran koşulları hiç düşünmeden, onların geldikleri toplumlara katkı da yaptıklarını hesaba katmadan, bazen onlardan biriyle hiç temas etmeden, onlara karşı böyle nefret ve öfkeyle dolabilmeyi nasıl açıklayacağız?  

Irak Kürt Bölgesel Yönetimi’nden gelen ve üzerinde memleketlerinin adı yazılı (Kürdistan) atkıları ile Trabzon Uzungöl’de fotoğraf çektiren “turist”leri linç etmeye çalışanlara ne diyeceğiz? 

Medyanın etkisi ve yapıp yapamayacakları konusunda pek iyimser değilimdir. Yine de, 18 kişilik minibüse 67 kişinin doldurulduğu ve dünyanın en yoksul bölgelerinden en zengin bölgelerine kadar hemen her yerin en önemli meselesi haline gelen göç/göçmenler konusundaki algıyı değiştirmekte medyanın önemli bir rol oynayabileceğini biliyorum.

 Dünyanın pek çok yerinde aşırı sağın yelkenlerini şişiren bu konu, ilginçtir, şu son seçimde bizde “sol”un mutluluğunu sağlayan etkenlerin başındaydı!

 Ne yazık ki, göç ve göçmen konusundaki yaygın algının oluşmasında, medyanın bu konuları haberleştirirken olgulardan çok önyargılara yaslanmasının etkisi büyük.

 Sığınmacı, mülteci, göçmen, düzensiz göçmen, yasadışı göçmen, göçmen işçi… Her biri hukuken farklı anlamlara gelen bu kavramları, bu konudaki yasalardan habersiz rastgele kullanan bir medya var.

 İnsanlık ve insani duygular önemli kuşkusuz, ancak duygusallığı öne çıkarıp göç/göçmen haberlerini “acıma” sosuna buladığınızda da resmin bütününü göremiyor, bir süre Aylan bebeğe ağlayıp sonra unutuyorsunuz.

 O iki yaşlı Alman, 18 kişilik bir araca 67 kişinin neden ve nasıl doluştuğunu sorgulatacak haberler de okumuş/izlemiş olsaydılar, gündelik hayatlarında pek de karşılaşmadıkları göçmenlerden/yabancılardan hâlâ böyle nefret ederler miydi acaba?