Soruları sorarak başlayalım: Neden satılmadı şeker eskisinden ucuza? Neden satılmadı buğday, ekmek, un, yağ eskisinden ucuza? Halkı şekere, yağa, ekmeğe erişemez hale getiren bu özelleştirmeler, vergi indirimleri kime yaradı?

Ama ekmek satılmadı  eskisinden ucuza…

Başlıktaki dizeyi Bertolt Brecht’in Yardım Etmek Ya Da Zor Kullanmak adlı şiirinden aldım. Tiyatro oyunları gibi şiirlerinde de toplumsal sorunları konu ediyor Brecht. Sistemin çelişkilerini gösteriyor; tüm adaletsizliği ile omuzlarımıza yüklenmiş, yardıma zorlarken zoru dayatan “Bu bütünü değiştirmeye bakın” diyor. Kapitalist gelişimin toplumsal yaşamda ortaya çıkardığı çatışkıları, incelikli bir biçimde işliyor. Önemli keşiflerin, bilimsel ilerlemenin, alın teri ve akılla kurulan kentlerin ardındaki artan yoksulluğa dikkat çekiyor; tüm bu gelişmelere karşın “ama ekmek satılmadı eskisinden ucuza” derken. Gıdaya erişim üzerine bir yazı yazmak için düşünmeye başladığımda aklıma düşen ekmek kuyruklarının beni Brecht’e götürmesi tesadüf değil. 13 yaşında bir çocuğun “​​Karnımı doyurmak için bazen fazla su içiyorum cümlesinde ifade bulan, bugün yaşadığımız sorunlar üzerine düşünürken sorulması gereken soruları anımsatıyor olmasından kaynaklanıyor. Ekmekle demokrasiyi, yardımla zoru, açlıkla barışı bir arada düşünmenin ufkunu ifade ediyor.

Toplum olarak birkaç aydır gözümüzü, aklımızı kurdaki değişimlerden alamıyoruz. Bu durum hayatımızın en önemli gündemini oluşturuyor çünkü en temel ihtiyaçlarımızın birçoğunun kura endekslenmiş olduğunun farkındayız. Isınabilecek miyiz, yeterli beslenebilecek miyiz, barınabilecek miyiz, geçinebilecek miyiz; nereden, ne kadar kısmamız gerekecek sorularına artık ölçülebilir birer yanıt bulamıyoruz. Toplum asgari geçim standardını yitirmiş durumda. Öyle ki daha geçtiğimiz hafta belirlenen asgari ücretle kaç ekmek alınabileceğinin cevabı her gün değişiyor.

Gıda söz konusu olduğunda daha da can alıcı hale gelen bu ölçülemezlik hali, beraberinde müthiş bir kaygı ortaya çıkarıyor. Çiftçi üretebilecek miyim diye sorarken, toplumun geniş kesimleri de karnını doyurabilmenin kaygısını taşıyor. Sabah, gün daha ağarmadan kuyruklarda sıralara giriliyor uygun fiyatlı ekmek için. Gıdaya erişimde kendini gösteren bu sorun sadece ekmeğe özgü de değil. Aklımıza gelebilecek her türlü gıdanın fiyatının durmaksızın yükseldiği bir dönemden geçiyoruz. Bir yanıyla girdi fiyatlarının kurla birlikte anlık olarak artış gösterdiği ve üreticiyi hareket edemez hale getiren, bir yanıyla da şeker ve yağın sınırlı sayıda satılabildiği, hayvansal ürünlerin erişilemez fiyatlara ulaştığı, bitkisel proteinlerin de yoksullar için lüks haline gelmeye başladığı, sebze ve meyvenin gündelik ve taneyle alındığı veya bazı evlere hiç uğramadığı bir dizi sorun yaşanıyor.

Tüm bu gerçekliğin içinde bugün gıda krizine ilişkin yapılan analizlerde, bunun sanki bugünün değil de geleceğin sorunu gibi tarif edildiği yaklaşımlarının da epey ağırlıklı olduğu görünüyor. “Filanca ayda kriz çıkacak, esas zamları siz bir de yılbaşından sonra görün…” Bu türden yorumlar, gelecek tehlikeyi haber vermesi açısından anlamlı da olsa bugünün hafife alınmasını beraberinde getiriyor. Hâlbuki bugün, bütünüyle küresel serbest piyasaya, şirketlere bağımlı hale getirilmiş bir gıda sisteminin bugüne kadarki en derin krizlerinden birini yaşıyoruz.

Evet, gelecek günlerin daha iyi olmayacağı da kesin. Örneğin daha fazla spekülasyon, daha fazla taklit ve tağşiş, daha fazla stoklama, daha çok fiyat artışı, daha çok açlık gelecek görünüyor. Nitekim bugünkü duruma da birden bire gelmedik. Gıda fiyatlarının uzun yıllardır yıllık enflasyon seviyesinden yüksek seyrettiğini bilmeyen kalmamıştır. Fakat gıda krizi gıdanın yalnızca erişim fiyatına ilişkin bir olgu değil. Kriz, üretimdeki sorunlarla başlıyor. Çiftçinin, köylünün üretim araçlarına erişiminin önüne konan tüm engeller gıda krizinin taşlarını oluşturuyor. O nedenle de tüm bu sorunlara çözüm olarak sunulan faiz vb. uygulamalar fayda etmiyor; ne fiyatlar düşüyor ne alım gücü artıyor ne de üretim artıyor. Aksine, hepsi zorda.

Nasıl geldik buraya, nasıl oldu da buğday ülkesinde ekmek halka lüks hale geldi? Nasıl oldu da karın tokluğunu aratacak bir açlık ortaya çıktı; şeker ve yağ satışına sınırlama, bebek mamasına kilit vuruldu? Tüm soruların yanıtında temelde gıdanın, kırsal emeğin, üretim araçlarından itibaren parsellenip, özelleştirilip, tahrip edilip, şirketlere ve dışa bağımlı hale getirilmesi yatıyor. Raflarda şeker bulunmuyor çünkü şeker fabrikaları zarar ediyor denilerek özelleştirildi. Buğday, un ve ayçiçeği daha pahalı çünkü ithalatta gümrük vergisi indirimlerine gidilerek şirketlerin kollandığı bir politika benimsendi. Üstelik tüm bunlar yapılırken gıdadaki fiyat artışlarının engellenmesi gerekçe gösterildi.

Şöyle demiş Brecht Doğruları Yazmak başlıklı metinde: “Kötü koşullar hakkında gerçekten etkili olacak şeyler yazmak istiyorsanız, o koşulların önlenebilir nedenlerini gösterecek şekilde yazmalısınız. Önlenebilir nedenler tespit edilebiliyorsa, kötü koşullarla savaşmak mümkün olur. Kötü koşullarla ilgili gerçekleri, bu koşulların cefasını en çok çekenlere anlatmamız, ama gerçekleri de onlardan öğrenmemiz gerekiyor. Belli görüşlere zaten sahip olanlara seslenmekle yetinmemeliyiz; içinde bulundukları durum nedeniyle bu görüşlere sahip olması gereken insanlara da seslenmeliyiz.”

Soruları sorarak başlayalım: Neden satılmadı şeker eskisinden ucuza? Neden satılmadı buğday, ekmek, un, yağ eskisinden ucuza? Halkı şekere, yağa, ekmeğe erişemez hale getiren bu özelleştirmeler, vergi indirimleri kime yaradı? Neden su içerek doyurmaya çalıştı 13 yaşındaki çocuk karnını? Neden adilce erişemiyoruz nitelikli, besleyici gıdaya; üretecek toprağa, tohuma? Neden Kanada’dan alıyoruz mercimeği, Çin’den alıyoruz pirinci, Venezuela’dan peyniri! Çiftçiler gübrenin fiyatını öngöremediği için, toprağa erişemediği için, tohum şirketlere teslim edildiği için, üretimi terk etme noktasına getirildikleri için… Çiftçinin üretimi bırakması artık şaşılacak bir şey olmaktan çıkarak olağanlaştığı için… Kırsal alan ve gıda da bütünüyle özel çıkarlara teslim edildiği için.

Brecht’in pasajı aynı zamanda, sorunu yaratanın sorunu çözemeyeceğini göstermenin önemini de hatırlatıyor. Sahnelenenin, hakikati gizlemeye yarayan bir yanılsama olduğunu göstermeye; mücadelenin tam da bunu gösterebilmekte, bunu kavranır kılmakta olduğunu hatırlatıyor. İktidarın dil ve argüman kurgusunda temellenen muhalefet tuzağından çıkmaya ve sorunlardan hareket eden taleplere ve argümanlara yaslanmaya çağırıyor. Başlığa taşıdığım dizenin yer aldığı Halkın Ekmeği kitabının şiir bölümünün açılışında denildiği gibi Halktan ve tabiattan, aşktan ve insandan yana… olmaya.


1https://www.e-skop.com/skopbulten/pasajlar-dogrulari-yazmak/4829