“Parçalı yaz aslanım” dediler, dinlemedim. İnadına inadına blok yazılara verdim kendimi

“Parçalı yaz aslanım” dediler, dinlemedim. İnadına inadına blok yazılara verdim kendimi. “Oğlum köşe yazarlığı kısa kısa yazmaya doğru gidiyor” dediler, kulak asmadım, uzun uzun anlattım meramımı. Ama bu hafta teslim oluyorum. Köşe yazarlığının nereye gittiğini çok umursadığımdan değil, anlatacak mevzu çok. Sayfayı yapan arkadaş parçaları güzelce ayırmayı başarırsa tek rakibim Ahmet Hakan bundan sonra...

***

Önceki gün Sabah gazetesinde bir başlık: “Ameleydi, aslan oldu.” Tövbeler tövbesi deyip bakıyor insan ister istemez. Hemen altbaşlığı olduğu gibi alıntılıyorum: “Futbol altyapısı olmayan ve 19 yaşına kadar inşaatlarda sıva ustası olarak çalışan Arjantinli Culio”nun rüyası gerçek oldu. Romanya’da Cluj’da parlayan Tangocu, Hagi’nin referansıyla dün G.Saraylı oldu.” Culio’nun yazarken çift tırnak var ya yukarıda, onu yanlışlıkla yapmadım, altbaşlıkta aynen böyle yazılıyordu. Ayrıca spottaki kötü Türkçe de tamamen gazeteye ait. İki kere üst üste “oldu” diye cümle bitirmelerinin müsebbibi de ben değilim. Ve ayrıca başlıkta “ameleydi”den sonra virgül koyma saçmalığıyla da bir ilişkim yok, sorumlu Sabah’ın spor servisi. Şimdi bir başlık ve iki satırlık spotu bu kadar hatayla tamamlayan arkadaşlar Culio’nun bir vakitler inşaatta çalışmasını aşağılıyor öyle mi? Amele diyerek... Emeği aşağılıyor öyle mi? Valla Culio inşaattan çıkıp, “futbol altyapısı olmadan” futbolcu olmayı yine iyi başarmış. Kariyerinde bir Independiente deneyimi var örneğin. Yukarıdaki spotu yazan, Sabah gazetesinin manşetine “Ameleydi, aslan oldu” başlığını atan arkadaşa da ben bir meslek ve bir kariyer planı uygun gördüm ama hadi onu da söylememiş olayım.

***

Yeni transferinin bir vakitler inşaatta çalışmasını ayıp bir şeymiş gibi aşağılayan güzide memleketimde pek tabii ki futbolun o güzel yüzünü bizlere hatırlatan inşaat işçisini işten atarlar. Hikaye malumunuz; Galatasaray’ın yeni stadında iki işçi arkadaştan birisi Galatasaray atkısıyla poz verince diğeri de Fenerbahçe atkısı açıyor. Bunun üzerine de işinden kovuluyor. Cem Dizdar önceki gün Milliyet’te pek güzel söylemiş: “Aslan yattığı yerden belli olur.” Sahiden de öyle. Mabet’i stadyum olan memleketin ‘kutsal’ı hoşgörü olacak değil ya... Kovarsın gider. Oysa ki biri Galatasaraylı, diğeri Fenerbahçeli iki arkadaşın, harcını beraber kardıkları bir mekanda birbirleriyle tatlı tatlı atışması tam da futbolu anlatmıyor mu bize?

***

Bu kadar saçmalık içerisinde iyi bir şey yok mu peki? Olmaz olur mu! Ernst sözleşmesini 2014’e kadar uzatmış, daha ne olsun. Ernst’in, Ernst gibi olmanın bir karşılığı var hayatta. Kariyer hırsıyla değil işini yapmanın sorumluluğuyla hareket etmek demek Ernst. Zorlama değil elinden geldiği kadar yapabilmek, artist değil fonksiyonel olabilmek demek... Sahaya baktığınızda, tıpkı Matrix filmindeki gibi olan bitenin ardındakini görebiliyorsanız dikkatinizi çeker bu tip oyuncular. Ve sadelikleriyle sizi büyüler. Hemen yanındaki arkadaşa güvenle aktarılan bir pas, vücut vücuda uzun süreli bir mücadele, kaybedilen topun ardından uzun bir depar, büyük baskı altında taca atılan bir top... Futbol minimalisti bu adamın bizim ligimizde olması ne güzel. Ernst’i izleyip sadece ayaktopunda değil hayatta da güzel insan olmayı öğrenmek mümkün. Şükür ki 2014’e kadar buralarda.

***

Futbol dışı bir mevzuyla bitireyim. Derya Büyükuncu tartışması var bir süredir, duymuşsunuzdur. Milli yüzücü, Dünya Kısa Kulvar Şampiyonası’na “Yok Böyle Dans” yarışmasına devam edebilmek uğruna mı katılmadı? İşin hiç burasında değilim. Katılmadıysa cezası varsa verilir veya kendisi havuza veda eder, falan filan... Fakat Derya Büyükuncu’nun ben kendisini bildiğimden beri sürekli “Kimse bana yardım etmiyor” diye ağlamasına dayanamıyorum. En son “Ben 30 yıldır pislik içinde yüzüyorum” demiş Derya. Böyle bir sporcu tipi var. “Elimden tutan yok” tipi sporcular bunlar. Hep bir ağlama... Sadece ağlama olsa yine iyi. Bir de “Ben efsaneyim”, “Beni herkes istedi”, “İlgiden numaramı değiştirdim”, “Bir numaraydım” lafları mevcut ki, böyle ego düşman başına. İnsanın içinden böyle dolu dolu “Yapmasaydın arkadaşım o zaman” demek geliyor. Bir de kendisini beğenmeyenleri “Açın kitapları da başarılarımı araştırın”, “Sokaktaki adam ne yaptığımı bilmez” diye eleştirmiyor mu!