Amerika’nın aşırı sağı ve radikal solu

Donald Trump, ABD başkanlığını devraldıktan sonra neredeyse her gün yeni bir skandal patlak veriyor. Beyaz Saray’a bir danışman geliyor, bir diğeri görevden azlediliyor. Zincirin son halkası, faşist eğilimleriyle nam salan baş politik stratejist Stephen Bannon oldu.

İlk anda Bannon’un tasfiyesi Charlottesville olaylarıyla bağlantılandırılabilir. Trump’ın Nazi bozuntularını ve beyazları üstün ırk olarak gören güruhu net bir biçimde kınamaması Washington’da politik bir kriz yaratmıştı. Düzenin askeri ve tekelci şirketler kanadı gelişmelerden rahatsız olmuştu. Çünkü, ordunun hemen hemen yarısı siyahi, Latin, Asyalı unsurlardan oluşuyordu. Danışma organlarından istifa eden CEO’ların mensup olduğu şirketlerin otomobil, ilaç, beyaz eşya aklınıza ne gelirse, ürünlerinin müşterileri arasında da aşağılanan, beyaz olmayan yurttaşlar bulunuyordu.

Bannon, Trump’ın saflarına katılmadan önce Breitbart News’un başında “alt-right” diye adlandırılan aşırı sağ hareketi örgütlemekle meşguldü. İlahlar bir kurban istiyordu, şimdilik Trump’ın azledilmesi kolay görünmediğine göre, sağ kolu Stephen’in okkanın altına gitmesi şaşırtıcı sayılmamalı. Böylelikle ABD’nin elit yönetici sınıfı kendini Nazizm, ırkçılık gibi illetlerden arındırabilirdi.

Hedefimiz Çin’le ekonomik savaş

Ne var ki, ABD yerleşik düzeni açısından Bannon’un suçlarının aşırı sağa iltisakla sınırlı kaldığı söylenemez. Geçen hafta, ABD’nin sol ulusalcı denebilecek emektar gazetecilerinden Robert Kuttner, “ABD Kuzey Kore’ye Karşı: Kazanan? Çin” başlıklı bir makale kaleme alır. Kuttner zaten küresel ticaret kurallarının Çin’in lehine ABD’nin aleyhine işlediğini düşünmektedir. Yazısında Trump’ın ve Kin Jong-un’un dengesiz kişiliklerinin Çin Devlet Başkanı Xi Jinping’e akil rolü oynama fırsatı verdiğini öne sürer. Çin’in jeopolitik çıkarları Kore Yarımadası’nda statükonun sürmesinden yanadır. Bu nedenle Kuzey Kore’ye ciddi bir basınç uygulanmasına taraftar değildir. ABD, nükleer tehlikeye karşı işbirliği yapayım derken, Pekin’e yaptırımları dayatmak bir yana dursun, giderek onun yörüngesine girmektedir.

Bannon, liberal, ABD jargonunda sol bir dergi olan The American Prospect’te meşrebine uygun böyle bir makaleye rastlayınca hemen telefona sarılır ve Robert Kuttner ile görüşmek istediğini söyler. Kuttner tatilde olduğu için söyleşi telefonda gerçekleştirilir.

Bannon, bilemeyiz artık hesaplanmış stratejik bir açılımla mı, yoksa elverişli bir muhatap bulmuşken samimiyetle mi, incileri dökmeye başlar. Trump’un baş ekonomi danışmanı Garry Cohn ve diğer Goldman Sachs lobicileriyle her gün savaş yürütmektedir. Bu arada hatırlatalım, Bannon’un kendisi de eski bir Goldman Sachs çalışanıdır.

Kuzey Kore çatışması, dünyanın iki büyük ekonomisi arasındaki rekabette, olsa olsa ikincil önemde (İngilizcesi “sideshow”) olabilir. Savunma ve dışişlerine Çin karşıtı şahinleri yerleştirmek için büyük bir gayret göstermektedir. Bannon, “Biz Çin’le bir ekonomik savaş içerisindeyiz. İçimizden biri 25 veya 30 yıl içerisinde hegemon ülke olacak. Böyle devam ederse onlar kazanacak” dedikten sonra, “Çin’le ekonomik savaş her şey ve manyakça bu konuya odaklanmalıyız” diye ekler.

Bannon, Charlottesville’deki faşistleri palyaçolar diye niteleyip aşağıladıktan sonra devam eder, “Demokratlar her gün kimlik politikalarından, ırkçılıktan bahsetsin, biz de ekonomik ulusalcılığı öne çıkaralım, onları ezer geçeriz.”

Neoliberal emperyal konsensusa dönüş

Şaşırtmayan bir kararla 18 Ağustos Cuma günü Bannon görevden alındı. Çünkü herkesin bildiği gerçekleri, Trump’ın baş stratejisti sıfatıyla ifşa etmesi “askeri-sanayi kompleks” tarafından kabul edilemezdi. Bir anlamda eski Goldman Sachs Başkanı Gary Cohn tarafından temsil edilen finans, Ulusal Güvenlik Danışmanı H.R. McMaster ve Savunma Bakanı James Mattis’de cisimleşen askeri ve son olarak Exxon Mobil CEO’luğundan gelen Dışişleri Bakanı Ren Tillerson’da vücut bulan enerji lobileri ipleri tamamen ellerine almış oldu.

Bu ittifakın sıradan insanların yaşam koşulları ve sosyal hakları açısından da, emperyalizmin militarist emelleri göz önüne alınınca da, daha ileriyi temsil ettiği söylenemez. Bannon’un istifası, neoliberalizme, kapitalist küreselleşmeye, finansallaşmaya, bir anlamda onyıllardır süren Demokrat-Cumhuriyetçi konsensusa geri dönüş anlamında bir dönemeç kabul edilebilir.Belki de Trump’ın hizaya getirilmesi yolunda en kritik adım…

Robert Brenner’dan büyük resim

İsterseniz bu gelişmeler ışığında “büyük resme” göz atabilmek için, ünlü Marksist iktisatçı-tarihçi Robert Brenner’a kulak verelim. Çok sık yayın yapmayan Brenner’in “Ekonomide Hızlı Büyüme ve Balon” adlı kitabı İletişim Yayınları tarafından Türkçeye kazandırılmıştı. Brenner, bu yıl yayın hayatına başlayan, “Teori ve Strateji” dergisi Catalyst’te kaleme aldığı “Sunuş” yazısında genel bir dünya değerlendirmesi yapıyor (Catalyst, Bahar 2017, Editorial Introducing Catalyst). İşin ilginç yanı tamamen farklı bir ideolojiden ve farklı kaygılarla, objektif tesbitleri Bannon’la örtüşüyor.

Brenner’in analizinde, “Bannon tartışması” bağlamında iki önemli nokta öne çıkıyor. Birincisi, kapitalizmin tarihinde yakın zamana kadar, “General Motors için iyi olan Amerika için de iyidir” metaforu veri kabul ediliyordu. Bunun anlamı, işçi sınıfı da dahil herkes için işverenin kar edebilmesi hayati önemdeydi. Ancak patronlar sermaye biriktirdikçe, kapitalist mülkiyet ilişkileri devam ettikçe işçi sınıfının yaşam standartları da yükselebilirdi.

Son otuz yıl içerisinde bu klişe de geçerliliğini yitirdi. Çünkü bu dönemde sermaye sınıfının gelirindeki sıçramalar üretimin artışından değil, gelir ve servetin zenginlere doğru tekrar bölüştürülmesinden kaynaklanıyordu. Bir yandan işverenler yatırımları azaltıp, sınırlı üretkenlik artışıyla yetinip, ücretlerin düşürülmesi ve çalışma temposunun hızlandırılmasıyla karları cebe atıyordu. Öte yandan da zenginler ve şirketler çıkarına vergi düzenlemeleri marifetiyle servetlerine servet katıyorlardı. Ne var ki, “Goldman Sachs için iyi olan Amerika için de iyidir” şablonunun propagandasını da yapamıyorlar, çünkü Goldman Sachs gibiler için kar etmenin, kendileri dışında kimsenin yararına olduğunu savunacak hiçbir dayanak bulunmuyor…

Brenner’in üzerinde durduğu ikinci önemli nokta da, radikal sol güçlerin ekonomik olarak berbat durumda, düzene derin biçimde yabancılaşmış beyaz işçi sınıfı mensuplarını aşırı sağın yörüngesinden çıkarmakta başarılı olamamaları. Demokratlar gibi neoliberal partilerin çok kültürlülük ve kimlik politikalarını benimseyerek, sınıf ve sömürü politikalarına muhalefeti reddetmeleri ; aşırı solun da beyazların gerçek olan ve sürmeye devam eden ayrıcalıklarının eleştirisine öncelik verip, beyaz işçiler dahil tüm işçilerin gerileyen yaşam standartlarını ve statü kayıplarını yeterince önemsememeleri…

Aslında bu dersler sadece ABD için değil, Türkiye dahil aşırı sağın yükseldiği tüm coğrafyalar için geçerli. Trump’ların, Modi’lerin, Erdoğan’ların nasıl köpeksiz köyde değneksiz gezdiklerini anlamak için gerekli. CHP gibi partilerin neden aynı hataya düşerek, ağırlığı sınıf ve sömürü politikalarına vermeyip, sağın marjinal unsurlarından medet umduklarını değerlendirebilmek için önemli.

Hem sandık hem sokak

Brenner analizinin sonunda özetle, 2007 krizi sonrası dönemin gereklerinin üstesinden gelecek politik örgütlerin ve programın yaratılabilmesinin önemine dikkat çekiyor.

Diğer önemli bir düşünür Immanuel Wallerstein ise son yazısında, diğer önemli bir soruya cevap arıyor: Radikal sol seçim sandıklarından mı medet ummalı, yoksa sokakların kontrolüne mi odaklanmalı. Wallerstein’a göre, ikilem ikisinin de tek başına iyi sonuç vermemesi. Eğer SYRIZA örneğindeki gibi, iktidar kapıları açılsa da, bunu sürdürebilmek için sayısız taviz vermek gerekiyor. Sokaklara ağırlık verilse de, gücü ele geçirmeden istenen değişiklikleri yapmak imkânsızlaşıyor.

O zaman bugün radikal sol bir programın peşinden koşmak umutsuz bir çaba mı? Wallerstein’a göre, “kesinlikle hayır!” Ne sandıkları, ne de sokakları terk etmeme taktiğine kısa vade de sonuç vermese de sebatla sahip çıkılmalıdır. Kısa vadedeki başarılar orta vadeye hazırlık olarak düşünülmelidir. Soruyor: Başarabilir miyiz? Evet!. Başaracak mıyız? Göreceğiz!... ( Dilemmas of the Radical Left – Immanuel Wallerstein 15 Ağustos 2015 )