ABD askerlerİ, 28 Nİsan 2003’te Felluce’de sİvİllere ateş açtı. Irak şehİrlerİnde, evlere gece baskınlarına başlandı, askerlİğe uygun yaştakİlerİ alıp sorguluyorlardı

Amerika’nın en büyük yıkımlarından birine bakmak

VIJAY PRASHAD - @vijayprashad

“Amerikalılar’ın Bağdat’a elektriği geri getireceklerini biliyordum. Fakat onu kıçımda patlatacaklarını değil.” - Iraklı çevirmen, Mark Danner’e aktarıyor, Eylül 2003

2003’ün son aylarında Irak’taki Amerikan güçlerinin durumunu açıklayan kelime: Hüsran. Beyaz Saray ve Savuna Bakanlığı’ndan gelen bilgi, ABD işgaline karşı bir direniş olmadığı yönündeydi. Brandeis Üniversitesi’nden Kanan Makiya, Bush yönetimine, Iraklıların Amerikalıları çiçek-çikolatayla karşılayacağını garanti etmişti. Oysa öyle olmadı, askerler mermiler ve patlayıcılarla karşılandı. Eski Baasçılar ve Irak askerleri Saddam’ın Fedaileri Ordusu’nu kurdular, ABD askerlerine düzensiz saldırlarda bulundular. ABD güçlerinin geniş teknolojik imkânları geleneksel savaşı imkânsız hale getirdi, Iraklılar için tek yol gerilla savaşıydı. Direnişin sisi ABD komutanlarının üzerine çöktü.
ABD askerleri, 28 Nisan 2003’te Felluce’de sivillere ateş açtı. Irak şehirlerinde, evlere gece baskınlarına başlandı, askerliğe uygun yaştakileri alıp sorguluyorlardı. Iraklıların, askeri konvoylara ateş açmak için meyve ağaçlarını kamuflaj olarak kullanılmasına kızan ABD güçleri, güvenlik bölgelerini genişletmek için, yaşlı meyve ağaçlarını kestiler; hurma, nar, limon ağaçlarını…

ABD medyası bazı generalleri direnişi kırma konusunda uzman kişler olarak lanse etti. Bu bir propagandaydı. Savaş alanında isyana; rastgele açılan ateşler, ’muhit temizlikleri’, gece baskınları ve ‘gelişmiş sorgu’larla karşı koyuluyordu. Petraeus’un el kitabında yazan “Değerlerimizi canlandırın” ve “Uslu misafir olun” gibi ilkelerin savaş alanındaki gerçeklerle ilgisi yoktu. İngiliz Tuğgeneral Nigel Aylwin-Foster’a göre, bütün direniş politikası “teröristleri ve direnişçileri yakala ya da öldür”den ibaretti. ABD komutanları, düşmana yönelik askeri yıkımı stratejik bir hedef, dolayısıyla da meşru görüyorlardı.

Değer miydi? Ders alındı mı? İstihbarat yetkilileri 2006’da, Irak’ta insanların yüzde 70 ila 90’ının yanlışlıkla tutuklandığını söyledi. Amerika yoluna devam ediyor olabilir, ama Irak, bu işgalin sonuçlarıyla yaşamak zorunda. Bunlardan biri IŞİD.

Iraklılar 2003’te kendilerine uygulanan kötü muameleyi açıkça ifade ediyorlardı. Fakat gelen haberler, Amerikalı liberallerin bilincine nüfuz etmiyordu. Duyarlılığı Ebu Garib’den gelen fotoğraflar ayağa kaldıracaktı. Pek çok Amerikalı’nın karşı çıktığı o savaş, şimdi sadece yasa dışı ve gereksiz değil, aynı zamanda ‘çok çirkin’ görünüyordu. 2004’te New Yorker’da yayınlanan bu fotoğraflar Irak savaşının simgesi oldu.

Bu ‘kötü bir savaş’ dedi Senatör Barack Obama, onun için ‘iyi savaş’ Afganistan’dakiydi.

Oysa Irak’taki acımasız ABD pratiğini tanımlayan her şey, doğrudan Afganistan’dan ithal edilmişti. Gece baskınları, genişletilmiş sorgular, kalabalığa ateş açmalar… Ebu Garib’in eski komutanlarından Janis Karpinski, işkence yöntemlerinin ‘Bosna, Afganistan ve Gitmo’dan öğrenildiğini söylüyordu. Ancak Alex Gibney’nin Afganistan’ın Parvan vilayetindeki tutukluluk merkezinde yaşananları anlattığı belgeseli 2004’te New Yorker’de çıkan haberle aynı etkiyi yaratmadı. Afganistan ‘iyi savaş’tı. Orada yapılan vahşet orada kaldı.

ABD’nin bu kirli küresel savaşından yeni deliller ortaya çıkmaya devam ediyor. CIA, tutukluları çırılçıplak soyuyor, fotoğraflıyor, bu fotoğrafları da depoluyor, işkence yapılacak bir üçüncü dünya ülkesine ya da Gitmo’ya yolluyor. Bu fotoğraflardan en az 14000 tane var. ABD Senatosu’nun raporuna göre, bu kişiler nakil edilen tutuklular. Bölgede görev yapan bir CIA yetkilisine göre, 2000’lerde bu tür davranışlar neredeyse ‘rutin’di.

Peki bu fotoğraflar ve işkence, sadece bürokrasinin kontrolü dışında gelişen operasyonlar mıydı? 2004’te CIA Müfettişi John Helgerwon bu tekniklerin ‘Cenevre Anlaşması altında gerçekleştirilen zalim ve onur kırıcı muameleler oluşturduğunu” söylemişti. Helgerwon’un sitemi kimsenin umrunda değil. Çünkü bu ahlaki bir sorun değil. Hücrelerde ve sokaktaki işkence ABD’nin isyanı bastırmak için kullandığı politik şiddet.

İsrail Savunma Bakanı Moşe Yaalon, 2002’de, hükümetinin hamlelerinin İsrail’in politik yapısında oluşan Filistin kanserine kemoterapi olduğunu söylemişti. Yalon, Haaretz’e “Bazıları (çözümün) kanserli organı almak olduğunu söyler ama ben şu anda kemoterapi uyguluyorum” demişti. Yaalon’un vahşet konusundaki dürüstlüğü ABD ordusunda ve CIA’de yok.

Ve üstelik kemoterapi, burada sadece bir metafor olarak kullanılmıyor. ABD Felluce’yi vururken, kullandığı kanserojen uranyum, Yaalon’un sözünü dinlediklerini gösteriyor.

Dr. Chris Busby, Malak Hamdan ve Entesar Ariabi’nin Felluce’de 2005-2009 arasında yaptığı araştırma, bu dönemde çocuk kanserinde 12 kat, bütün kanser türlerinde ise 4 kat artış gözlemlendiğini ortaya koydu. Felluce’de kanser, Hiroşima ve Nagazaki’den daha hızlı yayılıyor. Irak, bu kanser vakalarının da ABD işgali altındaki sosyal hayatlarında yaşanan şiddetin de acılarını hâlâ çekiyor, çekmeye devam da edecek…

Fotoğrafları CIA’e sordum, daha doğrusu, ABD’nin Irak’a karşı uyguladığı “kemoterapiyi”… Sorumu onurlandırmayı arzu etmediler.

Çeviri: Ömür Şahin Keyif