Özellikle HDK ve HDP projesi üzerinden yeni bir ittifak modelinin uygulandığı bugünün Türkiye’sinde Amerikalı komünistlerin deneyimleri incelenmeye değer ayrıntılarla yüklü

Amerikalı komünistlerin trajik hikâyesi

HACI ORMAN

Bir zamanlar Türkiye’nin kod adı, “Küçük Amerika”ydı. Demokrat Parti’nin meşhur “Türkiye’yi Küçük Amerika yapacağız” vaadi, daha sonra AP, ANAP, DYP gibi partiler tarafından da benimsenmişti. “Rüya Ülke” Amerika ile “Cennet Vatan” Türkiye arasındaki bu özdeşlik, senelerce politik literatürümüzün popüler esprilerinden biri oldu. Öyle ki, yazar Haluk Gerger’in 2002’de vizesi olduğu halde ABD sınırında alıkonulması üstüne başlayan tartışmada, gazeteci Ragıp Duran, “Adnan Menderes, Türkiye’yi ‘Küçük Amerika’ yapmak istiyordu. George W. Bush, ABD’yi ‘Büyük Türkiye’ yapmak istiyor” diyecekti.

Derken zamanın ruhu değişti, “Küçük Amerika” rüyası cazibesini kaybetmeye başladı. Egemenlerin vizyonunda Türkiye’nin rol modeli artık Osmanlı İmparatorluğu. Tam da bu koşullarda Amerika ile Türkiye’nin en çok da komünistlerinin birbirine benzediğini gösteren bir kitap yayımlandı. Hayatın ironisine bakın ki, kitabın yazarı da Haluk Gerger. “Canavarın Ağzında: ABD Komünist Partisi Tarihi” başlıklı iki ciltlik çalışma, tarihten güncele ışık tutan özgün bir eser, meraklısı için paha biçilmez bir kaynak. Parti’nin “kuruluş ve çocukluk dönemi”ni inceleyen birinci cilt, 1919-1927 arası tarihsel kesiti kapsıyor. Birinci Dünya Savaşı’nın hemen ardından başlayarak “büyük buhran” olarak bilinen meşhur 1929 dünya ekonomik bunalımının öngününde sona eren sıcak mı sıcak yılları anlatıyor Gerger. Haliyle ABD Komünist Partisi de henüz oluşum sürecinde bulunuyor, belirsizlik ve arayışlarla çalkalanıyor. Haluk Gerger, işte bu ilginç dönemi yıllarca sürmüş titiz ve zahmetli bir araştırmayla inceliyor, eşine az rastlanır bir sadelikle sergileyip sonuçlar çıkarıyor. Usta işi bir kurguyla, kompakt bir çalışmaya girişiyor ve spesifik olarak Amerikalı komünistlerin iç ilişkilerine odaklanıyor.

Kitapta illegal örgütlenme ve legal parti, program ve strateji tartışmaları, ittifak politikaları, iç çekişmeler, bölünmeler, ihanetler, parti genel sekreterliğinden CIA elemanı olmaya kadar uzanan tuhaf savrulmalar, bir gerilim romanını aratmayacak inanılmaz hikâyeler yer alıyor. Emperyalizmin merkezinde, tam da “canavarın ağzında”, Amerikalı komünistlerin sürprizlerle dolu macerasında, Türkiyeli sosyalistlerin kendi hikâyesini bulacağı, şaşkınlıkla yüzleşeceği çok şey var.

Türkiye sol hareketinin fraksiyonlarla dolu yarım yüzyıllık serüveninde, kimisi Sovyetler’i, kimisi Çin’i, kimisi Latin Amerika’yı, kimisi de Arnavutluk’u kendi ülkesinin tarihinden daha fazla bilen örneklerle doludur. Oysa kendi dramına olağanüstü derecede benzeyen Amerika Komünist Partisi, hiçbir zaman incelenmeye gerek duyulmamıştır. İnsanlar, doğal olarak, başarı hikâyelerini incelemeye eğilimlidirler. ABD KP gibi, bırakalım dünya komünizm hareketinde, Amerikan toplumsal muhalefetinde dahi kayda değer önemi bulunmayan bir partiye ilgi gösterilmemesi, anlaşılır bir durumdur. Nitekim Amerikalı komünistler, tarihleri boyunca, bir dönem ırkçılığa ve cinsiyetçiliğe karşı siyahların ve kadınların hak mücadelesinde, sendikal örgütlenmede, kültür-sanat alanında yaratılan kazanımlar dışında, anlamlı bir politik başarının öznesi olamamışlardır. Bugün ise, Demokratlar’a eklemlenmiş küçük çaplı bir “lobi grubu” olmaktan başka etkisi olmayan, adı dışında kuruluş felsefesiyle ilgisi bulunmayan bir partiden söz ediyoruz.

Öyleyse Haluk Gerger gibi konularını daima özenle seçmiş bir siyaset bilimci, Amerika Komünist Partisi’nde araştırmaya değer ne görmüş olabilir? Sorunun yanıtını kitabı okuduğumuz zaman buluyoruz. Zira Gerger, toplumsal mücadeleler tarihine merak duyan okuyucuların tarihsel bir roman gibi de okuyabileceği akıcılıkta ama bir yandan da oldukça spesifik bir inceleme yapıyor. Özellikle bir başarısızlık hikâyesi anlatmak, belki de yenilginin diyalektiğini sergilemek istiyor.

Haluk Gerger, kendi yorumlarını olabildiğince geride tutarak, sözü esasen Amerikalı komünistlere bırakıyor. Dönemin Amerika’sını, o günün dünya koşullarını anlamamızı sağlayacak belgelerle birlikte, daha çok da Amerikalıların kendi aralarında ve Komintern’le yaptıkları yazılı tartışmalara yer veriyor. Tamamı orijinal kaynaklara dayalı ve İngilizceden ilk defa çevrilen belge ve fotoğraflar, bu tarz bir kitabın özel okuyucusu için hazine değeri taşıyor. Gerger’in kaynaklar hakkında yaptığı açıklamadan, bu belgeleri özellikle Almanya ve ABD’de kâh kütüphanelerde, kâh arşivlerde, kâh sahaflarda süren uzun ve meşakkatli araştırmaların sonucunda, adeta samanlıkta iğne ararcasına, gün yüzüne çıkardığını anlıyoruz.

Lenin, Zinovyev, Buharin ve Stalin gibi Sovyet siyasetinin önde gelen aktörlerinin AKP’ye müdahaleleri, teorik-pratik sorunlar girdabında SBKP’nin ve Komintern’in arayışları, bu araştırma-incelemenin özgün boyutlarından birini oluşturuyor. AKP tarihinde sol sekter uçtan başlayan yolculuğun sağ sapmanın egemen çizgi haline gelmesiyle sonuçlanması, solculuktan sağcılığa doğru radikal savruluş, yazarın üstünde ayrıca durduğu, tezler geliştirdiği özgün bir inceleme alanı olarak beliriyor. Gerger, bu yolculuğun dönüm noktalarında, önemli karakterlerin görüşlerini yansıtmanın yanı sıra, yeri geldiğinde onların hayat hikâyesini de anlatıyor. Böylece partinin istikametini tayin eden kişiliklerin fikirleriyle hayatlarını birlikte değerlendirme imkânı buluyoruz. Bunları dönemin ABD’sinin toplumsal-ekonomik koşulları, dış politikası, kültürel-moral durumunu kapsayan tasvirler tamamlıyor. Böylece kitap, üç boyutlu bir kontekse oturuyor.

“ABD Komünist Partisi Tarihi”nde, Türkiyeli örgütler kadar, Türkiye sol aydınının da yer yer kendisini bulabileceği renkli bölümler yer alıyor. Ayrıntılı, göz kamaştırıcı, hatta kendi içinde tutarlılık taşıyan bazı teorik görüşlerin kimi durumlarda nasıl da gerçeklik algısını bulandıran gösterişli fantezilere dönüştüğünü görmek eğlenceli olduğu kadar, hazin çağrışımlar uyandırıyor. Özellikle kitabın ortalarında sahneye çıkan sol sekter aydın John Pepper’in tartışma yöntemi, Türkiyeli okura hiç de yabancı gelmeyecektir. Kızıl Napolyon namlı Pepper’in kuramsal şovlarının yerli muadilini tahmin etmek zor olmayacaktır. Fakat Türkiyeli okur için bundan da önemlisi, kitapta ittifaklar politikasının incelendiği bölümlerdir. Sovyetler Birliği’nin ve Komünist Enternasyonal’in (Komintern) henüz kurulduğu koşullarda, ABD KP üzerinden yaşanan ittifak denemeleri ve arayışları, günümüze de ışık tutabilecek nitelikte. Özellikle HDK ve HDP projesi üzerinden yeni bir ittifak modelinin uygulandığı bugünün Türkiye’sinde Amerikalı komünistlerin deneyiminin incelenmeye değer ayrıntılarla yüklü olduğunu söyleyebiliriz.