Biden’ın işbaşı yapmasıyla birlikte Paris İklim Anlaşması’na imza koyulması, Çin’le olan ticaret savaşları, NATO’nun liderliğinin büyük bir zevkle üstlenilmesi gündeme gelecek. Amerikan emperyalizmi bir anlamda “fabrika ayarlarına” geri dönecek

Amerikan emperyalizminde yeni bir sayfa açılıyor

Joe Biden’ın 21 Ocak 2021’de ABD Başkanlığı’nı devralmasıyla birlikte yeni bir dönem başlayacak. Amerikan emperyalizmi bir anlamda “fabrika ayarlarına” geri dönecek. Trump’ın ekonomiyi öne çıkaran pandemiyi fazla önemsemez görünen kayıtsız tavrı yerini kapitalist aklı öne çıkaran, salgınla mücadelede sağlık otoritelerinin uyarılarını dikkate alan bir anlayışa bırakacak. Aynı şekilde Siyahları, Müslümanları, Latinleri, kadınları doğrudan hedef alan ırkçı söylem sona erecek.

Toplumsal cinsiyet, etnik ve dinsel ayrım gözetmeksizin ülkenin yurttaşlarını sömürü mekanizmalarının bir dişlisi, geniş emek havuzunun bir bileşeni kabul eden “piyasacı” normlar egemen olacak. Bu arada önceki Demokrat başkanlar Clinton ve Obama dönemlerinde görüldüğü gibi sinsi ırkçı kültür, başta polisin ön yargılı tutumu gelmek üzere, bürokraside işe alma ve yükseltmelerden, bankalardan kredi kullanmaya kadar uzanan bir yelpazede ayrımcı pratikler varlığını sürdürecek.

Trump, Erdoğan benzeri sağ populist otoriter liderlerin liyakati önemsemeyen, teknokratların uzmanlıklarına prim vermeyen, devleti kişisel ilişkilerle yönetmeye çalışan “keyfi” tarzının yerine bildik bürokratik yönetim tarzı yeniden tesis edilecek. Pentagon'un, Dışişleri Bakanlığı’nın, Hazine’nin bürokratları ABD'nin giderek gerileyen küresel hegemonyasının yeniden tesisi için taze bir şevkle bilgilerine ve deneyimlerine önem verildiğinin bilmenin güveniyle işlerine dört elle sarılacak...

MÜTTEFİKLERLE İLİŞKİLERDE YENİ DÖNEM BAŞLAYACAK

Biden'ın işbaşı yapmasıyla birlikte Paris İklim Anlaşması'na imza koyulması, Çin’le olan ticaret savaşları dahil tüm ticaret uyuşmazlıklarında Dünya Ticaret Örgütü kurallarına gönderme yapılması, NATO’nun liderliğinin büyük bir zevkle üstlenilmesi gündeme gelecek. Bir yönüyle çok taraflılık anlayışı ihya edilecek, ABD’nin liderliğinde “uluslararası liberal düzenin” yeni bir safhasına geçilmesi denenecek. Bir bakıma Trump’ın “önce Amerika” düsturu, daha incelikli bir üslupla, tüm bu örgütsel yapıların genel anlamda “küresel kapitalizmin” esenliği doğrultusunda, özelde de ABD’nin küresel lider konumunun konsolidasyonu için seferber edilmesi yoluyla hayata geçirilmeye çalışılacak.

Hatırlanırsa, George Bush 2004’de başkan seçilmesinin ardından, Amerika küresel iklim değişikliğine karşı Kyoto protokolünü imzalamamış, Irkçılığa Karşı Konferansı boykot etmiş, Antibalistik Füzelerin Sınırlandırılması Anlaşması’na girmemiş, kimyasal silah kullanımının yasaklanmasına ilişkin görüşmelere katılmamış, Birleşmiş Milletleri tamamen hiçe saymaya başlamıştı. Görüntüde dahi demokratik, uzlaşmacı, katılımcı örgütsel zeminlere sahip çıkmamıştı.

amerikan-emperyalizminde-yeni-bir-sayfa-aciliyor-824878-1.

2008’de Barack Obama döneminin başlamasıyla birlikte ABD’nin 90’lardaki dünyanın tek süper gücü rolüne geri dönmesi; ekonomik, politik, kültürel hegemonyasını tekrar inşa etmesi beklenebilirdi. Ama bu öngörü çeşitli nedenlerle gerçekleşmedi. Birincisi, Çin’in küresel ekonomiye entegre olması, ucuz işgücü sayesinde dış ticarette rekabet gücünü artırması, giderek teknolojide de Batı’yı yakalaması, yer yer geçmesiyle ABD’nin ekonomik gücü göreceli geriledi. İkincisi, mesnetsiz gerekçelerle Irak ve Afganistan işgalleri hem ABD’nin inandırıcılığını azalttı, hem de savaşın ekonomik maliyeti bütçeye büyük bir yük bindirdi. Nobel Ödüllü ekonomist Joseph Stiglitz’in hesaplamalarına göre Sırbistan’a askeri müdahale de dahil savaş ve işgallerin faturası 3 trilyon doları buldu. Böylelikle ülkenin altyapı yatırımları, sosyal programları sekteye uğradı. Üçüncüsü de, 2007-2008 Küresel Finansal Krizi’ni Çin göreceli ucuz atlatırken, ABD ve AB ekonomileri büyük yara aldılar. Tatminkar büyüme hızlarını, elle tutulur verimlilik artışlarını bir türlü yakalayamadılar.

Şimdi Biden’ın ABD-AB-Japonya’dan oluşan “kolektif emperyalizmi” liderliğini üstlenerek tekrar ihya etme çabaları ne ölçüde etkili olacak, İngiltere’nin AB’den çıkışı sonrası nasıl bir güç dengesi oluşacak. bilinmiyor. Biden AB ülkeleri yanında Britanya, Kanada, Avustralya, Yeni Zelanda, Japonya ve Hindistan’ın davetli olduğu bir müttefikler zirvesi çağrısında bulunarak bu süreci başlattı bile.

ORTADOĞU'DA BOP YENİDEN SAHNE ALABİLİR

Ortadoğu’da ise, muhtemelen Trump’ın açtığı yoldan Irak ve Afganistan’dan Amerikan askerlerinin çekilmesi süreci devam edecek. Suudi Arabistan ve İsrail’in saldırgan politikalarını törpüleme, daha ılımlı bir çizgi, izlemeye zorlama çabası devreye girecek. Ancak Riyad’daki çağdışı Vahabi rejimin değişmesine, İsrail’in Filistin topraklarındaki işgale son vermesine yönelik köklü bir değişim talebi gündeme gelmeyecek. Trump’ın Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanımasına karşı tavır konmayacak. Bu iki ülke ABD’nin en sadık müttefikleri olmayı sürdürecek.

Hatırlanırsa Büyük Ortadoğu Projesi’nin (BOP) temel amaçlarından biri, özellikle fosil yakıtlardan yana zengin bu bölgenin küresel ekonomiye entegrasyonu idi. “Yapısal reformlar” yoluyla hızlı bir modernizasyon süreci başlatılarak, bu coğrafyada da Doğu ve Güneydoğu Asya’daki gibi tüketim eğilimleri güçlü bir orta sınıf yaratılmasıydı. Müslüman Kardeşler ve İşid gibi Cihatçı Örgütlerden ağzı yanan ABD’nin Biden döneminde BOP benzeri bir modelin canlandırılması için çaba göstermesi, modernizasyona yatkın, Kürtler gibi topluluklarla iş tutması beklenir.

İran’ı sıkıştırarak tekrar pazarlık masasına oturtma planının da Biden’ın gündeminde bulunduğu biliniyor. Bundan hareketle İran ve Rusya’nın etkinlik alanlarını daraltmanın yeni Ortadoğu stratejisinin önceliklerinden biri olacağı tahmin edilebilir. Ancak bölgenin aşırı karmaşık denklemlerinin yanı sıra, giderek yaygınlaşan yoksulluk; Lübran’da, Irak’ta, Suriye’de ekonomik temelli talepler, Biden’ın işinin başkan yardımcılığı yaptığı dönemden çok daha zor olduğunu gösteriyor.

ÇİN VE RUSYA'YA KARŞI YENİ SOĞUK SAVAŞ

Biden’ın, Trump’ın Çin’e açtığı “ticaret savaşları” cephesini terkedip, Pekin’e karşı çok daha hayırhah bir politika izlemesi beklenmemeli. Ama diplomatik bir dille Xi Jinping ile diyalog kurmaya çalışma olasılığı yüksek. Pandemi, iklim değişikliği, Çin’in dış ticarette liberal normlara daha uygun bir politika izlemesi gibi konularda uzlaşma da sağlanabilir.

ABD Biden döneminde Hong Kong, Tibet, Uygurlar üzerinden insan hakları, demokrasi, özgürlükler gündemiyle Çin’i daha fazla sıkıştırabilir. Japonya ile Güney Çin Denizi’ndeki adalar üzerindeki anlaşmazlık, Tayvan’ın tanınması konuları zemininde gerginlikler yaratabilir. Muhtemelen bu sorunlar sıcak çatışmaya dönüşmeden tekrar tekrar ısıtılır.

Gelgelelim Çin’in yapay zeka, 5G, robotik, biyogenetik, Fintek denilen finans teknolojisi, havacılık alanlarında sağladığı teknolojik atılımlar, bu sıçramanın ekonomik etki alanlarını genişletme fırsatı yaratması konusunda Biden çaresiz kalabilir. ABD’nin ekonomik anlamda irtifa kaybı hızlanabilir. Bu çaresizlik de gerginlikleri körükleyebilir.

Rusya’nın petrol kaynakları ve askeri teknoloji üzerinden tekrar büyük güç statüsü kazanması, stratejik konulara ekonomik rekabet merceğinden bakan Trump’a göre, jeopolitik etki alanları konusuna daha fazla ağırlık veren Biden yönetimini epeyce rahatsız ediyor. Öte yandan Putin ile Jinping arasındaki yakınlaşmayı, çatışmaya veya ayrışmaya dönüştürecek ince taktikler devreye sokulabilir. Bu değerlendirmeler Çin ve Rusya’ya yeni bir Soğuk Savaş açılması anlamına gelir.

ANTİ-EMPERYALİST MÜCADELE EKSENİ

Önümüzdeki dönemde Biden dönemindeki stratejik ve taktik değişiklikleri yakından izleyen, buna göre tepki veren anti-emperyalist mücadele çizgisi benimsenmelidir. Aslında NATO üyeliği, ABD’nin Ortadoğu ve dünya politikalarına bakış konusunda AKP rejimi ile muhalefet bloku arasında köklü bir bakış farkı yok. Hatta Millet İttifakı’nda ve liberal çevrelerde Biden’a, Türkiye’deki insan hakları ve demokrasi ihlallerinden yola çıkarak umut bağlayanlar az değil. Bu nedenle öteden beri tutarlı bir anti-emperyalist tavrı bulunan biz sosyalistlere önümüzdeki dönemde, emperyalizmi teşhir etmek, özellikle militarizm konusunda kamuoyunu doğru bilgilendirmek anlamında büyük sorumluluk düşüyor.

Bu duruş asla Rusya’nın ve Çin’in dümen suyuna girmekten, Avrasyacılık ideolojisine sarılmaktan geçmiyor. Tam aksine oralardaki baskıcı, otoriter, anti demokratik rejimlere eleştiriden geri durmayan, emekçi kesime reva görülen haksız muameleye tepkisini koymaktan çekinmeyen bağımsızlıkçı bir hatta sarılmak gerekiyor. Eşitlik, özgürlük, demokrasi taleplerini, sosyalizm tahayyülünü tüm coğrafyalar için ayrımsız talep etme ve mücadelelerine destek olma sorumluluğumuz bulunuyor. Tabii ki tüm bunlar, emperyalistler arası çelişkilerden yararlanmamak, emperyalizmi teşhir ederken bazı öncelikler belirlememek anlamına gelmiyor.