Baştan söyleyeyim: ‘Tokatlamak’ argoda, bir kimseyi dolandırmak, hile yoluyla parasını pulunu almak demektir. Tam da bunu kastediyorum.

Önce ABD Savunma Bakanı James Mattis, “YPG’yi PKK’ya karşı savaştırabileceklerini” söyledi. TC Savunma Bakanı Canikli “Ağam bizle eğleniyi” yerine “ABD, ‘YPG’ye silahları biz vermedik’ dedi. Aksini ortaya koymadığımız sürece ABD’ye inanıyoruz” şeklinde konuştu.

Evet, inandığı ABD’nin Dışişleri Bakanı Rex Tillerson, Türkiye’ye gelmeden hemen önce, “ABD YPG’ye hiçbir ağır silah vermemiştir,” demiş ve “dolayısıyla geri alacağı hiçbir şey yoktur” diye koymuştu noktayı.

Aynı Tillerson, Saray’da tam üç saat on beş dakika kayıt altına alınmayan (mahrem) bir görüşme yaptı ve ertesi gün de Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ile görüşmesi basına açıklandı. Sert Çavuşoğlu, yumuşayarak ilişkilerin normalleştirme noktasında mutabakata varıldığını söyledi.

Bir süredir bütün dünya Türkiye’nin Menbiç’te ABD ile askeri çatışmaya girme ihtimalinden söz etmeye başlamıştı ki Reuters haber ajansı, bir Türk yetkiliye dayandırdığı haberinde Kürt güçlerin Fırat Nehri’nin doğusuna çekilmesini ve bunun ardından da Menbiç’e ABD ile birlikte asker konuşlandırmayı önerdiğini bildirdi. Oysa Çavuşoğlu ile görüşen Tillerson, “Menbiç kesinlikle bizim kontrolümüz altında olmalı” diyordu. Böylece “Afrin’de aslında ABD’ye karşı savaşıyoruz” hamasetinin yerini bir çırpıda Suriye’yi onunla paylaşma görüşmeleri almaktaydı.

Peki ama Tillerson, Saray’da Osmanlı tokadı yedi mi yemedi mi?

Çünkü AKP Genel Başkanı o gelmeden önce ABD’li generalin “Bizi vurdukları takdirde sert karşılık veririz” sözlerine, “Ömürlerinde hiç Osmanlı tokadı yememiş oldukları çok açıktır” diye cevap vermişti. ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Heather Nauert ise bir gazetecinin aktardığı bu söz için “Komik yoruma cevap vermeyeceğim” demişti. Muhtemelen aklında onun kısa süre önce söylediği “Bölge politikamızı ABD ile yürütmek isteriz” ifadesi vardı.

AKP Genel Başkanı, Osmanlı tokadı şeyinden hemen sonra başka bir konuşmasında da “Osmanlının devamıyız” diye sürdürmüştü sözlerini. Malum, bu Osmanlı merakı yeni değil, dokuz yıl önce de zirve yapmıştı. Ki o sıralar ABD ile ilişkiler hararetliyken Neo-Osmanlı tokadı cuk oturuyordu ve ben de öyle yazmıştım bu köşede.

Hani “bizi şu kandırdı, bu kandırdı” dedikten sonra en son “meğer Obama da kandırmış” dediler ya… Bush döneminin Büyük Ortadoğu Projesi, dokuz yıl önce Obama başa geldiğinde inandırıcılığını yitirmekteydi. Ahmet Davutoğlu da yine o günlerde Le Monde gazetesiyle yaptığı söyleşide BOP’un çöktüğünü söylemişti; temel tezi Neo-Osmanlıcılık idi. Çünkü Obama ile birlikte yeni bir sayfa açılıyor, eski icraatlar yeni kelamlarla sürdürülmek isteniyordu. Amerikalı stratejist Dr. George Friedman, “Siz artık AB’yi filan boş verin, yüzünüzü Ortadoğu’ya dönün. Osmanlı tarihi pragmatizmin tarihidir” tespitinin ardından, Türkiye’nin Osmanlı’yı canlandırması gerektiğini söylemekteydi. Yine aynı günlerde başka bir Amerikalı, Fethullah Gülen’e göre de Başbakan Erdoğan Davos’tan sonra Yavuz Sultan Selim gibi karşılanmıştı! Yaptığı benzetme manidardı, çünkü Yavuz Selim hilafet makamını Mısır’daki Memlukların elinden alıp Osmanlı saltanatına geçirmişti. Siyasi İslam, Osmanlı kaftanını giymekteydi. Ve New York Times gazetesinde “Türkiye bir tür Osmanlı misyonu ile kendi bölgesinde etkin güç halini alacaktır” öğüdü yer alıyordu.

Neler olmuş neler, değil mi? Kısacası dokuz yıl önce de Osmanlı tokadı şakırtısından, ‘tokatlamaktan’ ortalık inliyordu.

•••

Ha bir de argodaki anlamı dışında mecazen tokat vardır ki onu da Demirtaş attı. Mahkemesinde ilk gün öğleden sonra tokat gibi sözleri anaakım medyada elbette yer almadı ve en tuhafı mesela Özgürlükçü Demokrasi Gazetesi bile görmezden geldi. Demirtaş, “Öcalan’ın el yazısıyla bir bakan aracılığıyla İmralı’dan yazı getirdiler. Referandumda [2010] ‘Evet’ oyu vermemiz için yapıldı bu. ‘Öcalan’ın talimatı’ diye bunu getirdiler. Ama biz son dakikaya kadar boykot tavrını sürdürdük” dedi. (Gerçi boykot da fiili olarak evet anlamına geliyordu ve FETÖ’nün yargıyı ele geçirmesiyle sonuçlanan referanduma BDP de boykotla destek vermişti.) Demirtaş, Cumhurbaşkanlığı seçim sürecinde de “İmralı üzerinden adaylığının geri çektirilmeye çalışıldığını” söyledi. Ve Demirtaş devam etti: “7 Haziran seçiminde parti olarak seçime girmeyelim diye İmralı üzerinden bize baskı yapmaya kalkıştılar.”

Demirtaş’ın bu açıklamaları karşısında Kürt siyasetçileri, Doktor Kıvılcımlı’nın ünlü deyişiyle tam bir ‘susuş kumkuması’ içindeler. Niye ki?


•••
Son gelişmelerde Barzani bile sıkıntı yarattığına göre, ABD yanında sımsıkı duran yeni tür bir KDP’ye ihtiyaç duyabilir, bu durumda “YPG’yi PKK’ye karşı savaştırabileceklerini” söylerken, PKK’nin yerine (KDP kıvamında) bir PYD’nin öne çıkarılmasını mı düşünmektedir? PKK’nin eski dönemden kalma üst yöneticileri engel olarak görülebilir, ama hemen elinin altındaki YPG zaten ABD kara ordusu diye tanımlanmıyor mu? Yani Kürt siyasi hareketi ‘Ortadoğulaştıkça’ epey sürpriz gelişmeler de yaşanabilir.

ABD, eğer AKP ve ÖSO müttefikliğiyle oluşturulacak bir siyasi İslam coğrafyasına da göz koymuşsa, Fırat’ın doğusunda YPG ile ve batısında da AKP/ÖSO ile tokatlayacak bir coğrafyanın oluşumuna hiç itirazı olmaz. ABD böylece, YPG ve AKP ile ‘çelişkili’ yoluna devam edecektir. Çünkü bu coğrafyada ABD’nin (ve elbette Rusya’nın ve hatta nihayet Çin’in!) asıl derdi barış ve huzur getirmek değil, o bölgedeki insanları silahlarıyla ve siyasetleriyle dolandırmak, hile yoluyla petrollerini ve her bir şeylerini almak, yani tokatlamaktır.


Osmanlı tokadı elbette bir hamasettir. Ama Amerikan tokadı, Rus tokadı acı bir hakikattir. Tokatlamak emperyalist bir politikadır ve kötüdür; Araplar, Türkler ve Kürtler olarak şamar oğlanı olmak ve bunu kabullenmek, işte bu daha da kötüdür.