Lübnan asıllı Fransız yazar Amin Maalouf, Beyrut’ta yaşanan patlamanın ardından ülkesinin durumunu değerlendirdi. Dini ve mezhepsel yapının büyük bölümüne hâkim bir yolsuzluk ve rüşvet sisteminin olduğunu vurgulayan Maalouf, “Ülke bir anlamda cemaat liderlerinin koalisyonuna dönüştü. Demokrasi bu değil” dedi.

Amin Maalouf: Lübnan cemaatlerin koalisyonuna dönüştü, liyakat yok

Dünyaca ünlü Lübnan kökenli Fransız yazar Amin Maalouf, Beyrut Limanı’nda 4 Ağustos günü meydana gelen ve en az 180 insanın ölümüne neden olan patlamanın ardından, ülkesindeki siyasal ve sosyal duruma ilişkin hayli çarpıcı değerlendirmeler yaptı.

Dini cemaatlerin Lübnan yönetimindeki ağırlığına dikkat çeken, rüşvet ve yolsuzluğun büyük bir sorun haline geldiğini kaydeden Maalouf, liyakatin de pek çok kurumda göz ardı edildiğinin altını çizdi.

Habertürk’ten Kürşad Oğuz’a konuşan Lübnan asıllı yazar, “Bir yere adam alınırken artık yeteneğe ve liyâkata bakılmıyor, o kişinin hangi cemaat veya tarikata bağlı olduğuna bakılıyor. Üstelik o cemaatte bile o göreve en lâyık ve yetenekli olan değil, cemaat şefiyle en yakın siyasi ve dini ilişkisi olan seçiliyor. Bu, demokrasinin çöküşü demek. Maalesef on yıllar böyle geçti ve bir yerde koptu işte” ifadelerini kullandı.

Maalouf, Lübnan’ın bir cemaat liderleri koalisyonuna dönüştüğünü vurgulayarak, “Demokrasi bu değil” yorumunda bulundu.

Kürşad Oğuz’un Amin Maalouf ile yaptığı söyleşide usta yazarın yaptığı değerlendirmelerden öne çıkan kısımlar şöyle:

‘DOĞAL BİR FELAKET DEĞİL’

-(Beyrut patlaması) Doğal bir felaket değil bu. Yöneticilerin beceriksizliği ve yetersizliğinin sonucu. Yüksek oranda patlayıcı maddenin tonlarcasını bir şehirde uzun süre depolamak nasıl kabul edilebilir? Patlama nasıl oldu bilmiyoruz, öğreneceğimizden de emin değilim. Peki ama bundan özel olarak kim sorumlu? Bence bütün sistem. Her alanda yetersiz ve kokuşmuş bu sistemde hiçbir şey doğru yapılamaz zaten. Dünyada elektriğin yıllardır her gün kesildiği başka ülke yoktur. Lübnan’da pek çok şey kabul edilemez şekilde yönetiliyor. Yani “sorumlu bu” demek gereksiz. Yıllardır bu ülkeyi yeteneksizlik, yozlaşma, rüşvet ve sorumsuzluk yönetiyor.

-Bence dini ve mezhepsel yapının büyük bölümüne hâkim bir yolsuzluk ve rüşvet sistemi var. Lübnanlılar kendilerini vatana ve millete bağlayan en güçlü bağın vatandaşlık değil, klanlar ve tarikatlar olduğunu düşünüyor ve öyle davranıyor.

‘LÜBNANLILAR ÜLKEDEN AYRILIYOR’

-Lübnan çok büyük potansiyeli olan bir ülke. Bölgesinde sosyal kalkınmanın öncüsü olabilirdi. Zaten uzun süre çok müreffehti ve bir çekim merkeziydi. Böyle de kalabilirdi. Çok kalifiye bir toplum ve insan yapısı vardı. Dünyadaki bir çok anahtar sektörlerde, büyük laboratuvarlarda, şirketlerde Lübnanlıları görebilirsiniz. Avrupa’da, Amerika’da, Avustralya’da çalışırlar. Bunu kendi ülkelerinde de yapabilirlerdi ama doğdukları ülkenin sosyal, siyasi ve ekonomik şartları çok bozuldu ve onlar dünyanın her yerine kaçmak zorunda kaldılar.

-Özellikle geçen Ekim’den itibaren insanlar sokaklarda gösteri yapıyor. Ülkelerinin böyle karanlığa gömülmesine isyan ediyorlar. Doğal olarak koronavirüs sürecinde zayıflasa da, bir gençlik hareketi var. Yozlaşmaya, rüşvete, nepotizme yani hısım akraba kayırıcılığına karşı haykırıyorlar; siyasal sistemin ve beceriksiz sorumluların değişmesini istiyorlar. Lübnan’da hâlâ, özellikle gençler arasında kendi rekabetçi yeteneklerini ülke için kullanmak isteyen çok kaliteli insanlar mevcut. Ülkeleri onlara bu imkânı vermediği için umutsuzlar. Bu son şokun insanları uyandırmasını ve ülkeyi yeniden inşa etmeye sebep olmasını ümit ediyorum.

‘DEMOKRASİ BU DEĞİL’

-Bu, mevkilerin ve görevlerin dini aidiyetlere göre dağıtıldığı bir sistem. Antidemokratik diyemeyiz ama demokratik de değil. Bütün cemaat ve tarikatların yönetimde temsil edilmesinin sağlanması tabii ki meşru ve iyi ama bana göre demokrasi bu değil. Lübnan, kurulduğundan bu yana bütün cemaat ve tarikatlara bir yer vermek istedi. Bu açıdan bakıldığında biraz özel bir ülke çünkü 20’den fazla topluluk ve cemaat var ve bunların her birinin kendi tarihi, kültürü, yolu, kendi korkuları var.

-Ülke bir anlamda cemaat liderlerinin koalisyonuna dönüştü. Demokrasi bu değil. Ayrımcılık olmaması iyi bir şey, herkese bir yer vermek ve herkesin kendini vatana ait hissetmesini sağlamak mükemmel bir şey ama her şeyi dini aidiyetlere göre bölmek negatif anlamda çok ileri gitmek demek. Bir yere adam alınırken artık yeteneğe ve liyâkata bakılmıyor, o kişinin hangi cemaat veya tarikata bağlı olduğuna bakılıyor. Üstelik o cemaatte bile o göreve en lâyık ve yetenekli olan değil, cemaat şefiyle en yakın siyasi ve dini ilişkisi olan seçiliyor. Bu, demokrasinin çöküşü demek. Maalesef on yıllar böyle geçti ve bir yerde koptu işte.

‘DEDEM ATATÜRK HAYRANIYDI, KIZINA KEMAL ADINI KOYDU’

-Dedem büyük bir Atatürk hayranıydı. Kızına Kemal adını verecek kadar. Çocuk Aralık 1921’de doğduğunda erkek değil kız olduğu anlaşılıyor. Buna rağmen Kemal adı kalıyor. Teyzem bunun çok sıkıntısını çekmişti. Çünkü her yerde olduğu gibi Lübnan’da da Kemal erkek adı. Hatta bu zorlukları anlattığı küçük bir kitap da yazdı. Ama dedem bu kadar hayrandı Atatürk’e işte…