Yönetmen Kıvılcım Akay: “Bir göçmen belgeselinden bahsediyorsak izleyicide şöyle bir beklenti oluşuyor: Evet, ben burada sefil bir hayat göreceğim ve bunu üzerinden kendi şükürlerimi oluşturacağım. Şükretmek çok acizce bir yaklaşım”.

Amina: İnsanlık onurunun filmi

ÖYKÜ ÖZFIRAT

56. Antalya Altın Portakal Film Festivali son günlerine yaklaşırken festivalin belgesel kısmına da yoğun ilgi devam ediyor. Birbirinden önemli belgesellerin yarıştığı festivalde, Kıvılcım Akay’ın yönettiği Amina da bulunuyor. Belgesel, Türkiye’de kadın göçmen olmayı tüm zorluklarıyla ortaya seriyor. Bunu yaparken asla ajitasyona kaçmak gibi bir hataya düşmeyen belgesel, aynı zamanda “Kadınlık onuru” mesajıyla göçmen ve mülteci kadınların kendi arasındaki dayanışmasını da anlatıyor. Belgeselin yönetmeni Akay ile konuştuk.

AMİNA YEPYENİ BİR DÜNYA

Bu hikâyenin fikri nereden çıktı?

Çok yakın arkadaşım fotoğrafçı Aslı Çeliker’in 2013 yılında Laleli’de göçmen portrelerini yaptığı çalışma ile başladı. Aslı orada birçok siyahi göçmen ile çalışmalar yaptı, fotoğraflarını çekti. Fotoğraf projesiyle aslında Türkiye’de yaşayan siyahilerin varlığına tanık oldum. Evet, biliyorduk varlar ama bu kadar geniş bir şekilde gettolarının olduğunu, burada ciddi anlamda bir hayat yaşadıklarını ve zorluklarından bu kadar haberdar değildim. Suriyeliler zaten çok alışık olduğumuz bir profil artık. Ya da Doğu Bloku ülkelerinden gelen bir sürü insan vardı. Onların gidişi, yeni profilleri gelişi. Aslında bu fotoğraflar bana her şeyden önce “Neden göçmen ve mültecilerle aramızda bu kadar duvar var?” diye sorgulatmaya başladı. Neden tanışmıyoruz neden arkadaşımız değiller diye sorgulamaya başladım. O dönem zaten üzerine çalıştığım başka projeler olduğu için çok ciddi anlamda ilgilenemedim ama gel zaman git zaman Aslı yine o mahalleye gitti ve Amina’yı buldu. Hepimiz çok etkilenmiştik Amina’nın fotoğraftaki duruşundan. 2016 yazına oldu artık ben bir an önce Amina ile tanışmak istiyorum dedim. Amina ile tanışmak benim için yeni bir dünyaya giriş yapmak demekti. Göçmenlik duygusuna hem aile olarak hem de yaptığım işlerden uzak değilim ama bu benim için bambaşka bir deneyimdir. Amina ile biz daha ilk buluşmadan itibaren çok sıcak bir diyalog geliştirdik ve arkadaş olduk. Bundan sonra ben Amina’ya teklif ettim, ben senin hikâyenin üstüne gitmek istiyorum, bir belgesel denemek istiyorum sen de olur dersen diye. Başlarda çok çekimserdi, çünkü her şeyden önce bir korkusu vardı içinde. Benden değil ülkeden kaynaklı. Dostluğumuz ilerledikçe, onun da kafasındaki sorular biraz daha azaldı aslında. Amina’nın ciddi anlamda bir model olma tutkusu vardı. Bir yanda ülkesinde para gönderip eğitimini karşılamak zorunda olduğu kızı var bir yandan burada çalışmak zorunda bir yanda da hayalleri var. Ne onu tam gerçekleştirebiliyor ne diğerini. Bence göçmen olmanın evrensel tabiriydi.

SINIRLARI KORUMAK İSTEDİM

Göçmen ve mülteci filmlerinde ajitasyona kaçma hatası yapılabiliyor. Amina’da bu çizgi çok iyi korunmuş. Nasıl başardınız?

Her yönetmenin baktığı, ilerlemek istediği bir nokta var. İnsan onurundan daha kıymetli hiçbir şey yok dünyada. Ben de en nihayetinde kendi etik değerleri olan bir yönetmen olarak Amina’yı bir malzeme yapıp kendi önüme bana çok prim sağlayacak diye bundan bir ekmek kapısı elde etmenin derdinde değildim. Yoksa ben de o ajitasyonu kurabilirim istesem. Ama benim en büyük savaş verdiğim nokta o sınırları çizgiyi korumaktı. Amina hepimiz gibi, güçlü ve güçsüz noktaları var. Ama bir yönetmen olarak nereden ele almayı tercih ettiğiniz ile ilgili. Çok ciddi anlamda ağır şeyler yaşamışlar, tacizler baskılar ırkçı söylemler. Bunların aslında çok küçük bir bölümünü görüyoruz belgeselde. Bu benim bireysel tercihim. Bunları gösterseydim, şundan eminim ki dünyada çok daha fazla izleyici bulabilirdim. Şimdiye kadar bu film için çok fazla röportaj gerçekleştirdik ama bu noktada bunu konuşabiliriz. İzleyicinin aradığı şeyler bu tarz hikâyelerde.