Amirin memuruna olan sorgulanmaz üstünlüğü anlayışını zorlayan şiddet haberleri çoğalıyor. Yaralama, cinayet ya da intihar olduğunda haber değeri taşıyor; sözlü tartışmalar, kavgalar medyada görünür olmasa da onların sayısında da bir atış olduğuna dair gözlemler var. Örneklerin daha çok polis teşkilatından geliyor olması da anlamlı.

Amir, bu toprakların ortak zihninin temellerinde var. Gündelik hayattan, aile ve kişilerarası ilişkilere kadar yayılan, kurumların işleyişini ve “devlet” ile “vatandaş” arasındaki ilişkinin niteliğini belirleyen en önemli kavramlardan biri. Yetkiye sahip olanın ve “emir veren” in sıfatı olarak amir, Osmanlı’dan Cumhuriyete anlamsal gücü pek de değişmeden gelir (di). Amirin yetkisi sorgulanmaz, talimatı reddedilmez, hikmetinden sual olunmaz(dı).


Evin amiri erkek, sınıfın amiri öğretmen, fakültenin amiri dekan diye giden hiyararşik düzende, amir hele bir de “devlet” in amiri ise, itiraz etmeyi bırakın hazır ola geçilirdi. İki pırpırlı bir jandarmanın bütün köyün gözünü korkuttuğu zamanlar çok uzak geçmişe ait hikayeler değil.

Yüzeyde, Fethullahçıların meşru liyakat ve hiyerarşiyi bozan gizli hiyerarşi sistemlerinin etkisi var gibi görünüyor. İmam rütbeli bir astsubayın generale emir verdiği bir yapının amir kavramının bozulmasına etkisi vardır elbet. Ama Fethullahçılara bu olanağı sağlayan da RTE-AKP zihniyetinden başkası değildi.

DİZİ GİBİ İZLİYORLAR

Aynı zihniyet, liyakat ve yetki kavramlarını “Reise biat” olarak değiştirdi ve giderek daha da yoğunlaştırarak sürdürüyor.

Türkiye’de amir, artık RTE’nin uzantısı olduğunda “emredebiliyor” “hem de yasa, kural hiç bir bağlayıcılığa dayanmadan”! Yetkisini yasadan, yönetmelikten değil, Reisle olan bağlantısından alıyor. O yüzden de yasadan değil Reisle ilişkiden kaynaklı bir dokunulmazlık taşıyor. Basit iki örnek Melih Bulu ve Ruhsat Pekcan. Bulu’nun rektör, Pekcan’ın bakan yapılışları ve gidişleri sadece ve sadece RTE’nin takdiri ile oldu. Bulu’nun intihalleri, Pekcan’ın kendi kurumuna fahiş fiyatla mal satması, yasal bir ön soruşturmaya bile yol açmadı. Muhalefet partileri ve savcılar, Sedat Peker’in itiraf ve ihbarlarını “sedatflix” dizisi diye izliyorlar.

Bugün Türkiye’de özellikle “devlet” içinde kullanılan her yetkinin ve bulunulan amir pozisyonunun RTE ile bağlantılı ve onun onayı/ icazeti ile mümkün olduğu bir hiyerarşi olduğunu söyleyebiliriz. Yandaş medyanın bir gün arayla birbirine zıt fikirleri savunması da aynı sebepten. İletişim başkanının da medyaya talimat verirken RTE veriyormuş gibi davranması da aynı. Hani Anayasa ve mevzuattan aldığım yetkiye bağlı olarak, diye başlayan emretme hakkı, RTE’nin bana lütfettiği imtiyaza bağlı olarak, diye değişti, diyebiliriz.

Peki hal böyle iken artmakta olan “amire şiddet” haberlerini nasıl yorumlayabiliriz. “Amir, dokunulmazdır anlayışı” parçalanıyor. Hem de güvenlik güçleri gibi bir alanda.

Özellikle polis teşkilatında çalışma koşullarının ileri derece kötü olduğu da biliniyor. Geçmişte de kötüydü; örgütlenme, sendika gibi haklar olmadığından polisin amirine karşı boynu kıldan inceydi acısını da “muhaliflerden” çıkarırdı.

DEVRİMCİ İMKÂN VAR

Şimdilerde ise tek tük gibi görünse de ya kendisine ya da amirine yönelik şiddete evrilmeye başladı. Olaylara baktığımızda, amir talebini yerini getirmediği ya da kendisine haksızlık edildiğini düşündüğü için şiddete başvurduklarını görüyoruz. Amirden görev yerini değiştirmesini istemiş o da hayır deyince çekip vurmuş. Amir yapamayacağı bir şey istemiş, baskıya dayanamayıp intihar etmiş gibi.

Amire yönelik şiddet artışı dinamik bir süreç. İlkin, emredici yetkinin yasaya değil kişiye bağlanması, yetkinin meşru olarak kabul edilmesini aşındırıyor. Yetkinin dayandırıldığı kişinin “adil bulunmadığını”, O’na artık “koşulsuzca biat edilmediğini” gösteriyor olabilir. Bu halin devamı olarak da “o zaman ben de kendi istediğimi yaptıracak araçları kullanırım, kendi gücümü gösteririm” düşünceleri yerleşiyor olabilir. Madem en güçlü olan adil değil, öyle ise önemli olan tek şey güçlü olmak, gücü yeten gücü yetene bir dünya burası, anlayışı.

Amirin yetkisinin meşruiyetinin sorgulanmasında, devrimci bir imkan var. Örgütlenmek, gücün sınırlarının yasaya bağlanmasını ve denetlenebilirliğini talep etmek gibi. Ve fakat, önemli olan güçle kendi arzunu gerçekleştirmek ve hakkını güçle savunmak anlayışı, faşizmin en hızlı yetiştiği bereketli ortam.
Bastırılan her devrimci imkanın daha da ağır bir faşizme dönüştüğünü biliyoruz, değil mi?