Size geçen haftadan anlattığım cem mahkemesi her zaman rızayla sonuçlanmaz, taraflar bazen birbirine kızar, tüm köprüleri atar, ölüm küsü yapan sevgililer gibi biribirinden yüz çevirirmiş. Katılımcıların dua, deyiş, gözyaşı, yalvarış ve umutla dolu olduğu o coşkulu anda, adaleti bulamayan taraflar ise sanki orada değillermiş gibi derin bir sessizliğe gömülürmüş. O eski dağ başında ya da o küçük yoksul ev içindeki mahkemede umduğu neticeyi alamayacağını anlayan biçareler, ben davamı ulu divanın dârına bıraktım, deyiverirmiş.

Bu dâr, ne dünyayı ikiye bölünmüş bir eve benzeten, dâr-ül islam, dâr-ül harp, dâr-ül sulh gibi odalar yaratıp, başka toplumlara silah zoruyla inanç dayatan Selefiliğe, ne de mazarat doğuran, acı ve zarar doğuran dârra benzermiş. Dârr tanrının bir adıymış ki, hâşâ tanrı asla acı ve zarar vermeyi arzu etmemiştir, ama kulları tarihte hep birbirine düşmüş, kötülük ve suça bulaşmış ve işi zıvanadan çıkarmışmış. Gerçi, bizim hep unutulmuş yoksulların son şikâyet mercii olarak gördüğü o ulu divanın dârında hangi mesele, nasıl, ne zaman hallolmuş, karar adil miymiş değil miymiş, bilen yokmuş.
Aydınlanma çağına dek, bir bu tarafta, iki o tarafta medet arayan insanoğlu, dermanı göklerde daha fazla aramamış, alıp yeryüzüne indirmiş. Bizimkilerin en son çare olarak bâtın aleme havale ettiği hak, elbette kentlerde de çeşitli kurumlara emanet edilmiş. Batıda bu iş ortaçağda başlamış. Geçen demiştim; yüzyıllarca birer yargıç olarak postta oturan pirlerin karizması, kentleşme ve devrimcilerin darbesiyle tuzla-buz olmuş.

Latinler, herhangi bir hakkını yitiren ve bulmak için bütün yolları bitirip tüketen biçarelerin son bir imkân olarak yüksek mahkemeye gitmesi için amparo denen bir model yaratmış. Amparo Latince'de koruma anlamına gelirmiş ki, İnter Amerikan Mahkemesi bu koruma yolunu olağanüstü hallerde dahi vazgeçilemez olarak tanımış. Amparo, hakkını koruma hakkıymış. Kökleri on üçüncü yüzyılda İspanya'nın Aragon bölgesine giden bu kurum, o dönemin yüksek adalet divanına dayanmaktadır. Ortaçağ’daki İspanyolların adalet divanı demek ki, dağlar içinde saklanmış fukaraların divanı gibi göklerde değil, bu taraftaymış.

Askeri rejim sırasında, bir Latin ülkesi olan Arjantin'in Buenos Aires şehrinde, 1975'te kamu otoritelerince gazetesi kapatılan bir gazeteci, çalışma hakkı ve basın özgürlüğünün korunmasını ceza mahkemesinden istemiş. Başvurusu reddedilince, dava gelmiş yüksek mahkemeye varmış. Mahkeme, basın hürriyeti ve çalışma hakkının Anayasa'nın güvence altına aldığı haklardan olduğunu belirterek yargının bu özgürlükleri koruması gerektiğine hükmetmiş. Arjantin'de askeri faşist bir rejim işbaşında bulunmakta iken dahi, Arjantin Anayasa Mahkemesi amparo modelini hayata geçirmiş.

Pirlere, ateşe, yerde gökte aranan adalete, tekrar yere inen hukuk arayışına yönelik haftalardır bu kadar lafı boşuna etmiyorum. Türkiye, geçen on beş Temmuz'da kimin ne amaçla tezgâhladığı hâlâ tartışılan bir darbe denemesinden geçti. Beş gün içinde olağanüstü hâl ilân edildi, yirmiden fazla kanun gücünde kararname hükümetçe çıkarıldı ve resmi gazetede adları yayınlanan yüz yirmi bin kişi terörist ilân edilip, bir vuruşta işsiz, evsiz, pasaportsuz, maaşsız, sigortasız sokağa fırlatıldı. Elli bini hapishanelere gönderildi ki, bu kadar kısa sürede bunca insanın tutuklanması görülmüş şey değil. Yüz yirmi bin mağdur, astığı astık, tuttuğu hapse attık sulh ceza yargıçlarına gitti, işini, evini, pasaportunu, maaşını, sigortasını geri istedi, savunma dahi alınmadan temel haklarının askıya neden alındığını sordu. Sulh yargıçları, dut yemiş bülbül gibi sustu, bir kaç ayda elli bin kişinin dosyasını okuyup, ağır suçlu diye içeri tıkan cevval yargıçlar, birden tembelleşiverdi, tüm itirazları, tek satır dahi gerekçe yazmadan ve defalarca geri çevirdi.

O vakit, aylardır yaşanılan büyük acı ve zararı içeren duygu dolu cümlelerle hazırlanan şikâyetler, hapishanelerden ve postahanelerden bu güzel ülkenin en yüksek mahkemesi olan Anayasa Mahkemesi'ne postalandı. Öyle Arjantin'de, Bolivya'da olduğu gibi, elli-yüz yıldır bireysel hakları koruma geçmişi olmayan, sadece beş yıldır bu işlere bakan Anayasa Mahkemesi, sekiz aydır tek bir dosyanın kapağını dahi açmaya gerek görmedi. Amparo lafını hiç duymamış gibi davranan bu mahkemenin üyeleri, Arjantin'de askeri rejim sırasında, kırkı aşkın yıl önce o adsız gazetecinin haklarını koruyan mahkemenin kıyısından dahi geçmedi.

Sonra geçen bir baktım, bizim Selo başkanın partiden mebus arkadaşları, ellerinde birer kalın mavi dosya, varmış gitmiş Anayasa Mahkemesi kapısına, söylenip duruyor, siyaset ve örgütlenme özgürlüğü, ifade hakkı, falan filan deyip, amparo hatırlatması yapıyor. (Sibel İnceoğlu'na saygıyla)