An Englishman In New York

Ayşe Alan

Sobalı evin sobalı odasında üç çocuk uyur, üç çocuk bir anne uyanır.

Yıllardan diyelim 90.

Şehirlerden İzmir. Mahalle kömür ve talaş kokululardan biri.

Anne sabah namazını her sabah o odada kılar. Çocukların birinin yanına kıvrılır, kısa uykusuna dalar. İzmir’in rüzgarı sık sık dumanı odaya geri yollar. Penceler açılır, çocuklar yorganlara daha sıkı sarılır.

Sobalı evin sobalı odasında iki kanepe, bir yer minderi.

Her sabah aynı saatte, tek kanalın aynı sabah programı. Çocuklar okula Calimero bittikten 5 dakika sonra gider. Bölüm sonlarında ellerini iki yana açıp, “Ama haksızlık bu öyle değil mi?” diyen, kafasında beyaz yurmurta kabuğu olan kara civciv izlenir. Anne her seferinde çocuklarla birlikte bu sevimli hayvanın başına gelenlere üzülür.

Sobalı evin sobalı odasında anne üç çocuğu doyurur, giydirir, okula yollar. Yollarken mutlaka balkona çıkıp arkalarından bakar, köşeyi dönene kadar bekler. Dilinde bir dua olduğunu bilir çocukları. Ama her seferinde dalıp gittiğini bilmez.

Sobalı evin sobalı odasında bir sabah.

Tek kanalın sabah programı. Ekranda Sting’in An Englishman In New York video klibi. Anne herkesi susturur. Çocuklar yine şaşırır. Bu ilk değil. Annelerinin bu yabancı şarkıyı neden sevdiğini anlamazlar. Anne de bilmez sanki neden sevdiğini. Sevdiğini bilir ama… Uzun boylu siyah paltolu Sting, New York sokaklarında yürüyor. Bir taksiye biniyor, bir bara gidiyor. Yaşlı bir kadını görüyoruz sonra, kadın biraz hüzünlü, biraz neşeli. Biraz susuyor, biraz konuşuyor. Kır saçları nazikçe arkada toplanmış, güzel giyimli, kibar. Kadın bir an kameraya doğru bakıp, gözlerini kısıyor. Göz kenarlarındaki kırışıkları daha belirgin görüyoruz. Sonra tekrar kafasını çeviriyor.

Çocuk elinde tarağıyla annesini dürtüyor. Anne, geç kalıyoruz. Ablamla saçımızı taramayacak mısın? Tarıyor. İki kız çocuğu, ikişer örüklü iki kara kafa. Sobanın yanına, yere serilmiş kalın bir örtü üzerinde ütülenen beyaz kurdelelerle taçlandırılmış örükler. Kızlardan küçük olanı düşünüyor. Bu şarkı hangi dilde acaba? Okulda yabancı dil öğrenmiyorlar. Öğretmenime sorsam? Soramam, şarkının adını bilmiyorum. Peki anneme sorsam? Annem bilmez.
Anneye bu tür meraklarını sormaz. Anne çoraplarım nerede der, anne yemekte ne var der, anne bana ne zaman yeni giysi alırız der. Anneye merakları böyledir.

Sobalı evin sobalı odasında o gün.

Anne televizyonu hep açık tutuyor. Belki adını da bilmediği o yabancı bir dildeki şarkı yine başlar diye. Mahalledeki okul kadınlara okuma yazma kursu açmış, gitsem mi? Utanırım ki, gidemem. Sobanın üzerinde kaynayan su taşar gibi olunca fark ediyor daldığını.

Köyde çeşme başındaydı. O zaman anne değildi. 15 yaşında bir tazeydi. Köy çocuklarının çeşme yanından boyunlarında bez çantalarıyla okullara gidişini seyrederken dalardı da suları taşırırdı. Sokağın sonunda, kaybolana kadar izlerdi onları. Tıpkı çocuklarını her gün izlediği gibi. Evde oğlan kardeşine annesi okul önlüğü dikerken de böyle dalmış, çorbayı taşırınca annesinden azar işitmişti.

O şarkı yeniden ekranda. Acaba ne diyor bu adam? Sesi ne kadar yumuşak. Saçları ne güzel. Ne güzel bir şehir.

Sobalı evin sobalı odasında kendi dilini okuyup yazamayan kadın,
yıllarca türkü söylemiş, dinlemiş bu kadın,
geceler boyu üç çocuğuna ninni söylemiş bu anne
bilmediği dilin peşinden koşup gidiyor.
Aslında anlasa, ne çok şey düşünürdü…

I don’t drink coffe I take tea my dear
Ben kahve içmem tatlım, çay içerim
I like my toast done on one side
Ekmeğimi tek yüzü kızarmış severim
And you can hear it in my accent when I talk
Konuşunca aksanımdan anlarsın
I’m an Englishman in New York
Ben New York’ta bir İngilizim

Sting New York’ta bir yabancı. Anne İzmir’de bir yabancı. Anne de çayı çok sever. Konuşunca aksanından anlaşılır İzmir’de bir yabancı olduğu…
Kapının sesine koşuyor. Çocuklar çok çalmışlar kapıyı, anne dalmış da duymamış. Kızlardan küçük olan anne diyor, hani senin çok sevdiğin şarkı var ya, yabancı şarkı. Evet, diyor anne, ne olmuş şarkıya. İngilizceymiş o şarkı, arkadaşım söyledi. Bir de şey diyomuş, ben New York’ta bir İngilizim diyormuş. Klipteki kadınla da alakası yokmuş şarkının anne. Yani şarkının sözlerinde bahsetmiyormuş o yaşlı kadından.

Anne gülümsedi. Kızı kendince annesinin bu şarkıyı sevmesinin nedeni olarak o yaşlı kadını görmüştü demek ki. Oysa pek ilgisi yoktu onunla. Uzaktaki şehri, o şehirde rahat rahat, şarkılar söyleyerek yürüyen o yabancı adamı, şarkının melodisini, adamın yumuşak sesini sevmişti. Şimdi bulmuştu işte neden sevdiğini.

Sobalı evin sobalı odasında, rüzgâr yine tersten esmiş, oda dumanla dolmuş, pencereler açılmıştı. Akşamın dar vaktinde inceden bir yağmur başlamıştı. Anne usulca pencere kenarına oturdu. Yine dalmayayım diye hatırlattı kendine. Yemeği yakarım sonra.

İçinde ukde kalan ne varsa koca dalgınlıklara dönüşen kadın.
Çeşme başında senelerini tüketmiş, diline yabancı kadın.
Çocuğunun kitabına yabancı anne.
Anlasa o şarkıda neler söylediğini, sanki kendi dilini de yazıp okuyabilecek gibi düşündü bir an.
Okulda kadınlara okuma yazma kursu açmışlar, gitsem mi?
Be yourself no matter what they say
Kendin ol ne derlerse desinler
I’m an alien I’m a legal alien
Ben yabancıyım, ben yasal bir yabancıyım
I’m an Englishman in New York
Ben New York’taki İngiliz adamım
I’m an alien I’m a legal alien
Ben yabancıyım, ben yasal bir yabancıyım

Sting kendin ol diyor, anne hiç kendisi olamadı.
Anne de bir yabancı. İzmir’de bir yabancı.
Ah bir anlasa şarkının sözlerini. Bir dalıp gitmese…