Bir hafta içinde benzine 3’üncü zam şoku. Benzin “Bu benim için yok hükmündedir” dedi. O esnada İçişleri Bakanımız muhtarlara hitaben yaptığı konuşmada: “Metruk binalarda uyuşturucu kullanılıyor. Muhtarlar diyor ki; ‘Mahkeme kararı var yıkamıyoruz.’ Ya arkadaş sen gece yık, mahkeme kararı bizim arkamızdan gelsin. Kim yıktı biz nereden bilelim ya!” şeklindeki konuşmasıyla hukukun üstünlüğünün altını çizeceğine nedense üstünü çizmeyi tercih etti. Sonuçta vardır bir bildiği, devlet büyüğümüz.

Yani şimdi birkaç sene önce de başka bildikleri oluyor insanların. Hayatlarında bir an geliyor, tüm düşüncelerine, tüm söylediklerine, tüm inandıklarına zıt şeyler yapmaya, söylemeye başlayabiliyor. Ülkemizde bu kendini bulma durumu nedense çok seri bir şekilde yaşanıyor. Dün dediğimiz bir şey, ertesi gün geçerli olmayabiliyor bizim için. Sonuçta hayatta da ve düşüncelerde de bir entropi havası var. Hiçbir fikir, inanç sabit kalamıyor. Zamanla değişiyor ama zaman nedense her seferinde daha da kısalıyor. Fikirlerin aniden değişme frekansı arttıkça artıyor. Adeta düşünsel ve yapısal bir alternatif akımın içindeyiz. Ülkenin en tepesinden, tepelerinin eteklerine çoğu yüksek bölgede fikirler bir anda değişiyor. “Aslında öyle denmedi” adamcıkları çıkıyor da bize yeni durumu açıklayabiliyor neyse ki.

***

Tabii böyle bir inançsal ve prensipsel rotasyonlara çok fazla maruz kalan vatandaş da düşünmeden edemiyor. “Söylenenlerin hangisi doğru?”, “Bize sunulanlara şimdi onay versek, yarın başıma bir şey gelir mi?” diye. Adeta ülkece anı yaşıyoruz. Şu anda ne deniyorsa o. Yarın ya da birazdan başka bir şey de denilebilir. Zamanın ruhunu yakalamaktan başka çare yok gibi. Haliyle böyle bir psikolojiye girince de sıradan vatandaş ister istemez şizofrenleşebilir.
Çünkü siyasetin içinde olmak anlaşılıyor ki sadece “koltuğu sağlama almak”, ya da “bulunduğum yeri korumak”tan ibaret. Geri kalan çoğu şey için de sürekli bahaneler hazır. Yerlilik, millilik, güvenlik, düş güçler… Bunları doğru sırayla söylediğinizde Harry Potter misali büyülü bir şey yapıyor ve çevrenizdekileri peşinizden gelmeye ikna edebiliyorsunuz.

***

Gelin önümüzdeki yıllarda dev bir robot yapalım. Dünyanın en büyük robotu olsun. Adalet saraylarımız, düz saraylarımız, yazlık saraylarımız, kışlık saraylarımız gibisinden devasa bir robot. Tüm dünyaya gücümüzü gösterelim bu vesileyle. (Aslında Ankara’da bu dev robot işi denendi fakat biraz vizyon konusundan fukara olarak test edildiğinden başarılı sonuçlar elde edilemedi, safi masraf ve çirkinlik yarattı).

Oysa gelin yapacağımız dev robota da en güzelinden bir yapay zekâ yapalım. Kadayıflı, kaymaklı, antep fıstıklı güzel bir yapay zekâ. Yapay zekâyı da şu şekilde yönlendirelim (ya da karar verme algoritmasını programlayalım): Yapay zekâ toplumsal duruma göre, o anda en popüler olan, en genele geçer şey neyse, o anda memleketle verilmesi gereken tüm kararları o doğrultuda versin. Bir saat sonra TT mi değişti? Ülke başka bir şey mi konuşuyor, o zaman da ona göre “yapay kafasına göre” bir karar versin.

***

Bu karar azmanı robotu da başkentin en güzel meydanına yerleştirelim. Her vatandaş sıra numarası alarak bu dev robota gitsin. Aklındaki soruları, dertlerini filan da robota iletsin. Robot da işlemcisinin gücüne dayanarak vatandaşlarına o an ne uygunsa uygulamaları gereken kararları söylesin.
Böylelikle kimse kimse için üzülmemiş olur. Siyasileri daha fazla yıpratmayız. Kararsızlığımızı ve tutarsızlığımızı da bu dev yerli ve milli robota yükleriz.
Bir sonraki seçimde bu robotu üreten kazanır. Hoş, plastik banyo terliğinin ya da 40 cm’lik zurna dürümün de kazanacağına işaret eden komikli jpeg’ler internette paylaşılmakta ama…

Bizim için hayırlısı neyse o anda o olsun.