Ana kapıdan geçerken eski normale dönmeyi istiyor muyuz?
Ana kapıdan geçerken sormamız gereken esas soru: Ölü fikirlerimizin iskeletlerinin ağır yükünü sürükleyerek, çatlakları daha da derinleşmiş eski normale dönmeyi gerçekten istiyor muyuz?

Prof. Dr. Özlem Kayım Yıldız
Küçük Şeylerin Tanrısı kitabının yazarı, aktivist Hint yazar ve aktivist Arundhati Roy, The Financial Times’da şöyle yazmıştı:
‘’Tarihsel olarak pandemiler insanları, geçmişle bağlarını koparmaya ve yeni bir dünya hayal etmeye zorlamıştır. Bu kez olan da (Covid-19) farklı değil. Bir dünya ile sonraki arasındaki geçit, ana kapı. Bu kapıdan önyargılarımızın, kinlerimizin, açgözlülüğümüzün, veri bankalarımızın ve ölü fikirlerimizin, ölü nehirlerimiz ve dumanlı göklerimizin cesetlerini ardımızda sürükleyerek geçmeyi seçebiliriz.Ya da başka bir dünyayı hayal etmeye ve bu dünyanın uğruna savaşmaya hazır bir biçimde taşıdığımız az yükle, hafiflikle geçebiliriz.’’
(https://www.ft.com/content/10d8f5e8-74eb-11ea-95fe-fcd274e920ca)
Roy, bu yazıyı 4 Nisan 2020’de kaleme aldı. Dünya alışmış olduğu yolu izlemeyi seçmiş görünüyor; ölü fikirlerinin cesetlerini sürükleyerek kapıdan geçmeyi. Fakat kapının diğer yanı daha karanlık çünkü alışmış olduğumuz, sosyal, ekonomik ve politik eşitsizliklere dayalı sistemin çatlakları derinleşti. Pandeminin başından bu yana yapılan etkili baskılama stratejileri ile virüsün yayılımının ve yoksulluk, işsizlik, açlık ve ruhsal stres gibi ikincil etkilerinin ortaya çıkmasının önlenmesi ve dünya ekonomisinin kapsayıcı, dayanıklı ve sürdürülebilir bir biçimde yeniden inşa edilmesi çağrılarına karşın, pandemi dezavantajlıları daha çok öldürmeye ve yoksullaştırmaya devam ediyor. İşsizlik düzeylerindeki önemli artışa ve yoksullaşmaya ek olarak gıda, tarım, taşıma ve lojistik gibi zorunlu işleri yapan işçilerde pandemi sürecinde ölüm oranlarının belirgin bir biçimde arttığına ilişkin veriler mevcut (Y.-H. Chen et al. Preprint at medRxiv https://doi.org/frx9; 2021). Tüm bu nedenlerle yalnızca bir pandemiden değil sindemiden söz etmek mümkün; halk sağlığını içeren ancak onunla sınırlı kalmayan bir mücadele stratejisi gerekli. Bununla birlikte, karar vericilerin çok azı bu aşikâr gerçeği göz önünde bulunduruyor.
Ülkeler arasında eşitsizlik
Tek sorun toplumlar içerisindeki sosyoekonomik sınıflar değil, aynı zamanda ülkeler arasındaki eşitsizlik. Küresel sorunlar küresel çözümler gerektirir. Önce pandeminin sonlandırılması, sonra pandemi sonrası daha dayanıklı ve sürdürülebilir bir dünyanın inşa edilebilmesi için küresel işbirliği şart. Alışık olduğumuz rekabetçi ve bencil tutumu, ötekine destek olan, paylaşımcı bir anlayışla değiştirme zamanı. Aşıların küresel ölçekte adil dağılımının sağlanamaması Dünya Sağlık Örgütü Başkanı Ghebreyesus’un söylediği gibi ahlaki bir çöküşe işaret etmekle kalmıyor aynı zamanda akıldışı.
Aşıların eşit biçimde dağılmaması
Peki son on yılların en büyük ekonomik küçülmesini yaşayan yüksek gelirli ülkelerin toplum içerisindeki dezavantajlıları ve düşük gelirli ülkeleri finansal olarak desteklemesi nasıl mümkün olabilir? Belki de soru aslında şöyle olmalı: Bu ülkeler toplumsal ve küresel düzeydeki eşitsizliği azaltmak için adım atmamanın sonuçlarını nasıl finanse edebilir? Koç Üniversitesi Ekonomi Profesörü Selva Demiralp ve arkadaşlarının kaleme aldıkları raporda (https://cepr.org/active/publications/discussion_papers/dp.php?dpno=15710#), Covid-19 aşılarının dünya genelinde eşit olarak dağılmaması durumunda zengin ülkelerin ödemesi gereken maliyetin 1,8 trilyon dolar civarında olacağı öngörülüyor. Bunun nedeni, aşılanmamış ülkelerle olan ticaret bağlarının sekteye uğraması. Aşıların küresel ölçekte adil dağıtımı için COVAX’a gerekli olan para ise 27 milyar dolar.
Salgınlar sosyal evrime yön verir
Tarih boyunca salgın hastalıklar insanların sosyal evrimini en az savaşlar, devrimler ve ekonomik krizler kadar şekillendirmiştir.
Vebadan SARS ve ebolaya, salgınlara eşlik eden toplumsal tepkilerin sosyal, politik ve kültürel sonuçları olmuştur. Stanford Üniversitesi tarih bölümü Profesörü Walter Scheidel, tarihteki salgın hastalıkların gelir dağılımını şekillendirerek eşitsizlikleri azalttığını öne sürer. Örneğin 14. yüzyılda Asya, Avrupa ve Kuzey Afrika’da yayılan veba (kara ölüm) çok sayıda can kaybına yol açarak kolektif pazarlıkların yürütülmesine ve feodal bağların zayıflamasına yol açmıştır. Sonuç olarak gelir eşitsizliği azalmış, üst ve orta sınıflar arasındaki keskin çizgi silikleşmiş ve bir orta sınıf doğmuştur. Ayrıca, iş gücünün değerlenmesi daha az emek gerektiren teknolojilerin geliştirilmesinin yolunu açmıştır.
Scheidel, Covid-19 pandemisinin eşitsizlikleri azaltmadığını aksine artırdığını, salgının belirli bir süre içerisinde kontrol altına alınabilmesi ve küresel ekonominin büyük bir depresyona girmemesi halinde ekonomik eşitsizliğin eskiye benzer bir biçimde devam edeceğini hatta artabileceğini ancak salgının dirençli olması ve ekonomik erimenin sürmesi halinde yoksulluk ve hoşnutsuzluğun, radikal bir değişime neden olabileceğini öne sürüyor. Scheidel’e göre bu durumda hükümetler özel sektöre daha çok müdahale edebilir, sağlık hizmeti sunumu ve işçilerin korunması konularında iyileştirmeler yapabilir ve varlıklılardan alınacak olan vergileri artırabilir. Toplumun ne yönde evrileceğini belirleyecek en önemli etkenlerden biriyse bilimsel kazanımların gücü ve hızı. Etkili ilaç ve aşıların hızla geliştirilmesi krizin daha az yıkıcı olmasını ve eski normale dönmeyi sağlayabilir (https://news.stanford.edu/2020/04/30/pandemics-catalyze-social-economic-change/).
Ana kapıdan geçerken sormamız gereken esas soru bu: Ölü fikirlerimizin iskeletlerinin ağır yükünü sürükleyerek, çatlakları daha da derinleşmiş eski normale dönmeyi gerçekten istiyor muyuz?