Şehitler tepesi boş kalmıyor ama insanın içi acıyor, yüreği yanıyor. Ya asıl ateşin düştüğü ocaklar? Analar, babalar… İlla da analar; “kuzuuum” diye ağıtlar yakan!

“İdlib’de rejim kuvvetleri tarafından Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) unsurları hava saldırısına uğramıştır. Bu saldırı sonucu 33 Mehmetçiğimiz şehit olmuştur.”

Bütün gece ortalık kaynarken, ne olup ne olmadığına dair en son resmi “son dakika” açıklaması böyleydi. Açıklamayı yapan Hatay Valisi Rahmi Doğan, 32 de yaralımız olduğunu, yaralıların durumunun ise tehlikeli olmadığını eklemişti açıklamaya.

9, 22, 29… “33 şehit” dördüncü açıklamasıydı Vali’nin ve Vali aslında kendi ilinin hastanelerine gelenleri saymaktan öteye bir şey yapmıyordu.

Herhalde herkes kabul eder ki; Suriye krizi başladığından beri değil, Kıbrıs harekatından beri sınırlar ötesinde karşılaşılan en ağır askeri tablo ile karşı karşıya Türkiye. Bu tabloya karşı en üst düzey devlet yetkililerinin halkın gözlerinin içine bakarak derhal bir açıklama yapması gerekirken, dün öğle saatlerinde Savunma Bakanı konuşana kadar, hiç kimse çıkıp bir şey söylememişti!

Medyanın konuştuğu ve medyada konuşturulanlar ise büyük ölçüde “Savaşın ilk kurbanı gerçeklerdir” sözünü doğruluyordu.

Perşembe akşamı saat 22.00 sıraları haber medyaya ulaşınca üst düzey yöneticiler haber merkezlerinde toplandılar. Farklı kaynaklardan gelen en küçüğü bile şok edici şehit sayılarını nasıl haberleştireceklerini düşünmeye başladılar.

Onlar bizim askerlerimize dair can acıtıcı kayıpları nasıl vereceklerini durup düşünür ve düşünüp dururken, birden kafalarda bir şimşek çaktı ve “1709 rejim askeri etkisiz hale getirildi” haberleri yapılmaya başlandı. 1709 rejim askeri etkisiz hale getirilirken; “55 tank, 3 helikopter, 18 zırhlı araç, 29 obüs, 21 askeri araç, 4 doçka, 6 mühimmat deposu ve 7 havan” da imha edilmişti.

Ancak bundan sonra, Hatay Valisi’nin açıklamalarıyla yavaş yavaş TSK kayıpları verilmeye başlandı.

Bu arada, hızı yavaşlatılan veya kesilen sosyal medya platformlarında dünyanın dört bir yanından yalan yanlış haberler son sürat yayılmıştı bile.

Orada da; bir yandan “Yansın Suriye, yıkılsın İdlib” diyenler, öte yanda “Idlib kimin toprağı, orada ne işimiz vardı?” diye soranlar vardı. Birbirinin vatanseverliğini sorgulayan, az eleştiri yöneltene “vatan haini” damgası vuranlar…

Aslında, tabandaki bu hava tepeye de hakim ve oradan aşağıya yayılıyor. Vatanseverlikle “iktidar-severlik” eşitlendiğinde, hükümetlere yönelik en küçük eleştiri vatan hainliğiyle damgalanıyor.

Suriye’de yanlış iliklenen ilk düğmenin getirdiği bir noktadayız ve o ilk düğme çözülüp doğru bağlanmadıkça yanlışlar da devam edecek.

Herkes Türk askerlerini vuranın Rusya olduğunu söylerken, Türkiye ilk andan itibaren “rejim”i suçladı. Nihayet, Moskova’dan yapılan açıklamada da, Türk askerlerinin bulunduğu bölgeye Rus uçaklarının saldırı düzenlemediği, Türkiye’nin kayıplarının olduğu anlaşılınca ateşin kesilmesi için önlem alındığı belirtildi. Putin ve Erdoğan da görüştü!

Bunlar, Rusya ve Türkiye’ye, olanlardan sonra hala masaya oturabilme kapısı aralıyor. O kapı açılır ve daha fazla ana kuzusu ölmeden mevcut kördüğümü çözecek bir yol bulunur mu, bilemiyorum. Tersini ise düşünmek bile istemiyorum!

Sahada kullanılacak en önemli silahınız göçmenleri Avrupa’ya doğru ittirmekse oradan kazanılacak pek bir şey olmaz!

Bir askeri uzmanın bana dediği gibi; böyle gidilirse, ana kuzularının canı pahasına bölgede İsrail’e mesafeli bütün ülkeler hırpalanırken geriye çizilmiş yeni sınırlar ve İsrail için dikensiz gül bahçesine dönüştürülmüş bir Ortadoğu kalacak.