Yedi Ekim’de Sennur Sezer’i yitirdik. Onu tanıyan herkes biliyor ki, üç gün daha yaşasaydı; Ankara’da, tren garının önünde olurdu mutlaka…
Bilinir ki, edebiyat dünyasının fırtınalı aşkları da, kavgalı ayrılıkları da ünlüdür. Zaman olur, bu öyküler öykü kahramanlarının yazdıklarının önüne geçer. Birden başlar ve birden biter bu gürültülü ilişkilerin çoğu. Onların ise; Sennur Sezer ve Adnan Özyalçıner’in yıllar yılı süren aşkları çok farklıydı. Aşkları ve birliktelikleriyle edebiyat dünyasının anaakımın dışında, hayatın, sokağın içindeydiler. Sahtesiz, yapmacıksız. Sennur ablanın yitimini, öncelikle yaşadığı bu aşkıyla anmak gerekir.
Edebiyat dünyası genelde, yapmaktan çok vitrin düzenlemeye dikkat eder. Seçkin bir vitrinle dükkânın boşluğu ustalıkla gizlenir. Onları hiç ama hiç vitrin derdi olmamıştır. Siyasal düşünceleri ve tavırları ne kadar birincil ise, yazarlıkları da öyle. Her ikisi de usta yazardır. Sennur abla usta bir şairdir. Bu ustalıkları onların aslında keyif çatmalarına, çevrelerine bir mürit halkası oluşturup uçmalarına yeterdi. Ama onlar mürit yerine yoldaşlığı seçtiler. Anaakımın tam tersini yaptılar.

Yine bir anaakım söylemi olan, siyasal olanın edebiyatı teslim alması, siyasalın yaratıcılığı öldürmesi sahte canavarına hiç yüz vermemişlerdir. Yüz vermemesinin ötesinde bu yaklaşımın yanlışlığının da canlı ve başarılı örnekleri oldular. Kalemleri o kadar iyiydi ki, herhangi bir “kötü” siyasetin etkileyebilmesi olası değildi.Yani edebiyatınız, yaratımlarınız siyasetten kötü etkilenmez. Tabi yanlış ve insancıl olmayan bir siyasetin izinde değilseniz! Ve zaten, bu “zarar” söylemi de edebiyatçının siyasetten kaçmasının, uzak durmasının en iyi yolu, süslü yolu, meşrulaştırılmış yoludur. Onlar, ne süslü, ne elit ne de “yolludurlar.” Bilinçli, düşünce üreten eylemci edebiyatçılardır. Çünkü örgütlenmek insanın bağımsızlığı içindir. Bu bilinçle örgütlenirseniz bağımsızlığını yitirmez, tam tersine özgürlüğe ulaşırsınız.

Onlar yetişebildikleri tüm siyasal toplantılara katılırlar. Bir eylem sırasında birisini görünce, bilin ki diğeri de bir elmanın yarısı denli oradadır. Sadece bu yönleriyle bile, yani siyasal eylemlerde her zaman hep birlikte olmalarıyla bile birer roman kahramanıdır onlar. Aşklarıyla da, yaşadıklarıyla da. Öyle doğru, öyle insancıl ve üretken bir hayat yaşamışlardır ki, onları konu alan sayısız roman yazılabilir pek çok roman kahramanına nefes verebilirler. Ömer Asan’ın “Roman Kahramanları” dergisini onlar tek başlarına fazlasıyla doldururlar.

Cenaze töreninde İhsan Çaralan’ın dediği gibi, Sennur abla hem onun bilgisine ihtiyaç duyanların bir sınıf öğretmeniydi, hem de işçi sınıfı için bir “sınıf” öğretmeniydi. Edebiyatın ana akımında bu da pek olmaz. Yine Aydın Çubukçu’nun dediği gibi, inşalar için heybesini durmadan doldurup, o heybedekileri durmadan paylaşan bir mücadele insanı; böyle bir edebiyatçı tanıyor musunuz? Herkesin şişkin egolarıyla dolaştığı, kibir ve istihzanın ana yemek olduğu bir masada onu/ onları görmeniz olanaksızdır.
Son görüşmemizde, Alpay Kabacalı için “Alpay’ı çaresiz özlüyorum” demişti. Şimdi biz de, bu ülkenin ezilenleri, işçileri, çocukları ve kadınları, onu çaresiz özlerken, tek avuncumuz şiirleri, yazıları olacak.
Haftaya dize; “Yüzün hatıra sandığımdır.” (Asuman Susam, Kemik İnadı, Can Y.)