UNESCO, 21 Şubat’ı Dünya Anadil Günü olarak ilan etme kararı verdiğinde, 20. yüzyıl bitmek üzereydi. Bu açıdan kararın kendisi gibi zamanı da ilgi çekiciydi. Çünkü 20. yüzyıl boyunca, dünyanın pek çok yerinde yerlerinden-yurtlarından alınan milyonlarca insan ölüme/sürgüne götürülmüştü. Bu uygulamaların iktisadi-sosyal arka planı da vardı elbette ama görünür nedeni dilsel homojen bir toplum yaratmaktı. Bunun için kullanılan kılavuz ise anadil haritalarıydı. Anadile artık bir topluluğun iletişim-anlaşma ve kültür taşıyıcı bir araç olmasının ötesinde anlamlar yüklenmişti. O kadar ki anadil, bir kimlik grubunun hem devlet kurabilmesinin hem de fiziken tasfiye edilmesinin gerekçesi olabiliyordu.

Dünyanın, imparatorluklardan ulus devletlere doğru parçalandığı dönem literatüre modern zamanlar olarak geçmiştir. Milliyetçilik de bu dönemin mirasıdır. Milliyeti/ulusu tanımlayan en önemli kriterlerin başında da anadil geliyordu. Dönem yazınında yer aldığı gibi ‘dil, bir milletin inkişafı üzerine eşsiz bir etki yapardı. Dil, kendini konuşan milleti birbirine bağlı bir kitle yapardı’. Böylece milliyetçilik ve dil birlikte anılır oldu.

Anadilin nüfus sayımlarına konu olması da bu süreçte gerçekleşti. 1853 yılında toplanan ilk Uluslararası İstatistik Kongresi’nde, nüfus sayımlarında konuşma dili sorusu üzerine tartışılmış; 1860’daki 2. kongrede, bu soru devletlerin tercihine bırakılmıştı. 1873’te Petersburg’da toplanan kongrede ise artık anadilin nüfus sayımlarında sorulması için mutabakat sağlanmıştı.

Ondan sonraki süreçte nüfus sayımları, anadil sorusuna verilen cevaplardan hareketle ulusların /etnik grupların çoğunluk olduklarını kanıtlama aracına dönüşecek; dil haritaları üzerinden devletler, uluslar, etniler savaşlara girişeceklerdi. Nitekim milyonlarca insanın ölümü ya da sürgüne gönderilmesiyle ilgili resmi metinlerin çoğunda kimlik ve anadil baskın vurguydu. Artık modern bir diller hiyerarşisi kurulmuştu.

Türk ulusal kimliğinin kuruluşunda anadil vurgusu da aynı düşünce sistemi içinde gelişmiştir. 1927’de Cumhuriyet Halk Fırkası’nın II. kurultayında ‘vatandaşlar arasında en kuvvetli rabıtanın dil birliği, his birliği, fikir birliği olduğuna kani’ olunmuş ve her fırsatta ulus-dil ilişkisinin altı çizilmişti. Vatandaş Türkçe konuş ve Türk Dil Kurultayları hep aynı amaca matuftu. 2510 sayılı İskan Kanunu’nun amacı bile memlekette dil ve kültür birliğini yaratmaktı. Türkiye’de de dilsel hiyerarşi kurulmuş; Trakya Umum Müfettişi, Bulgaristan’dan gelerek yerleşen Pomakları, utanmadan hâlâ kendi dillerini konuşuyorlar diye rapor etmişti.

1927 yılında yapılan Türkiye’nin ilk genel nüfus sayımında herkese anadiliniz nedir sorusu sorulmuş; 13 milyon 648 bin 270 nüfusun 11 milyon 777 bin 810’unun anadilini Türkçe olarak belirtmesi üzerine iktidar çevrelerinde bayram sevinci yaşanmıştı. Ama aynı zamanda Türkiye’de 21 anadil tespit edilmişti.

Verilerin erişime açık olduğu 1965 sayımına kadar bu dillerden Türkçe, Kürtçe ve Arapça ağırlıklarını korumaya devam etmiş; diğer dillerde radikal azalmalar gerçekleşmişti. Mesela 1927’de anadilini Abazca olarak belirtenlerin sayısı 13 bin 655 kişiyken 1965’te 2 bin 272’ye düşmüştü. Aynı yıllar geçerli olmak üzere Arnavutça 21 bin 674 kişiden 14 bin 265’e, Boşnakça 24 bin 613 kişiden 17 bin 627’ye, Çerkezce 95 bin 901 kişiden 58 bin 329’a, Ermenice 64 bin 715 kişiden 33 bin 84’e, Gürcüce 57 bin 325 kişiden 16 bin 351’e, Lazca 63 bin 253 kişiden 11 bin 668’e, Pomakça 32 bin 661 kişiden 11 bin 3’e, Rumca 119 bin 824 kişiden 48 bin 95’e, Yahudice 68 bin 860 kişiden 9 bin 981 kişiye düşmüştü. Bu radikal azalmalar, verilere erişimin mümkün olamadığı 1970 ve sonraki sayımlarda daha da keskin biçimde devam etmiştir. Zira 1970’lerden itibaren, şehirleşme ve dolayısıyla hakim dil ve kültüre dahil olma süreçleri hızlanmıştır.

Bütün bu tarihsel miras üzerine çok şey söylenebilir elbette. Özeti şudur: Modernizmin kurduğu dilsel hiyerarşi insanlığa ölüm, sürgün, katliam gibi olumsuz bir tarihsel miras ve dahası derin bir kültürel fakirleşme bıraktı. Öyle bir fakirleşme ki çoğu anadil için geriye dönülmesi artık olanaksızlaştı. İnsanlık tarihinde geleneksel dil ve kültürleri kesen söz konusu süreci idrak edebilenler için şimdi anadil(ler) her zamankinden daha fazla önemlidir, değerlidir.