Anadolu'da kadın izleri ve 2 Temmuz

Banu BÜLBÜL

Her Temmuz başında, binlerce yıldır yangınlarla tehdit edilen bir tarihin bilgisini cesaretle dizelerinde taşıyan ozanların gözleri düşer gecelerimize… Kendimizi Madımak Oteli’nin basamaklarında bekler buluruz, Behçet Aysan’ın hemen yanına çöküveririz öylece… 12 yaşındaki kardeşi Koray’ı korumaya çalışan 14 yaşındaki abla Menekşe’yi düşünürüz. İki kardeşin biribirine bakan gözlerini… Birden karışır görüntüler 20 Temmuz Suruç olur zaman, yer Amara’nın bahçesi… “Murâdı dünyada cennet” olan gençlerin gülüşlerini işitiriz. Akla gönle sığmayan o karanlığı ufkumuz almaz, ne kadar düşünsek de almaz, iyi ki almaz…

2 Temmuz 1993 günü Madımak Oteli’nde toplananlar, Pir Sultan'ın Şeyh Bedreddin'in zulme dirençli sözünü, Anadolu’daki ortaklaşmacı geleneği anmak, yaşatmak için bir aradaydılar. Zulmün sürdürücüleri ise nefretle öldürmek için... Yirmi bin kişiydiler ve 35 kişiyi yakarak öldürdüler.

Sivas’ta söylenmesine tahammül edilemeyen türküler, kadınlarla erkeklerin bir arada dans ettiği, türkü söylediği, çalıştığı, “her yerde her şeyde hep beraber” diyen insanların yaşadığı zamanları anımsatıyordu. Sivas’ta söylenmesine tahammül edilemeyen türküler, Anadolu’da yaşanan ve egemenler tarafından unutturulmak istenen büyük katliamları anlatıyor, onlar için adalet talebinde bulunuyordu. O türküler bu topraklarda yaşayan insanların yüreğinde “böyle gelmiş böyle gitmez” cesaretini, “bozuk düzendeki sağlam çark” olma yanılsamalarını durduran bir yürek canlanmasını, “dönen dönsün ben dönmezem yolumdan” kararlılığını, “ille dostun bir tek gülü yaralar beni” diyen, ihaneti tanıyıp bilen aklı anımsatıyordu. O türküler, egemen olandan ayrı bir hattan ilerleyen geleneği taşıyordu. Sivas’ta yakılmak istenen, türkülerle taşınan ve Anadolu insanı arasında var olan iyicil, ortaklaşmacı bağdır. Bu toprakların insanının yeniden öğrenip yeniden örgütlenirken kökünden güç alarak birbirine iyilikle eşitlikle bağlanma olasılığıdır. Bu geleneğin en önemli damarı şüphesiz ki kadınlara dairdir, dişildir.

2 Temmuz’da yakılan ateş, Ortaçağ’da eşitlik talebiyle çarıklı bayraklar altında dövüşen köylü ayaklanmalarında ve devamında sürdürülen insan avlarında, cadı avlarında yakılan ateşlere benzer. O gün olduğu gibi bugün de başkasının hakkına el koyanın, göz koyanın oluşturduğu kutsalları gerekçe göstererek yakılır ateş. O günden bu yana, kimi zaman kimi ritüellerle linç edilir özgürlüğü düşleyenler… Ama düşler ölmez, türküler yanmaz…

Pir Sultan’ın "bu düzeni kim kurmuş bizler de bilek” diyen devrimci sözünün Sivas topraklarından bugüne taşınması bile tehlikeli algılanır. Hem bu düzenin kader olmadığını birileri tarafından “kurulmuş” olduğunu duymak bile dogmanın savunucusu için dayanılmaz değil midir? Kurulan düzenler bozulabilir. Sınıfsal olan cinsiyete dayalı olan entellektüel alanı zapteden “kurulmuş” bozulabilir... Zembereği boşalabilir, yıkılabilir ve oradan bir hakikat öylece fışkırabilir.

Kadınlar tarihin bir yerlerinde hem de çok uzun yıllar boyunca ikincil cins olmadıklarını, yazılan burjuva, erkek tarihten değil, ruhlarının derinliklerinden biliyorlar, tıbbın ilk hallerinin, sözün edebiyatın ilk biçimlerinin, sanatın başlangıç süreçlerinin, ellerinden dillerinden geçtiğinin farkındalar izlerini sürüyorlar bir sazın tellerinde, bir nakışın ilmeklerinde, bir yemeğin sırlı tarifinde… Ve biliyorlar, biliyoruz Anadolu hatta tüm dünya türküler söyleyip dans eden kadınların olacak yeniden… O vakte dek aramızdan ayrılan kız kardeşlerimizin adı bizimle olacak, bize güç verecek. Madımak’ta yitirdiklerimiz de öyle… Şimdi okuyalım bir kez daha yüksek sesle; Muhibe Akarsu, Gülender Akça, Sehergül Ateş, Belkıs Çakır, Serpil Canik, Carina Cuanna Thuijs, Gülsüm Karababa, Menekşe Kaya, Handan Metin, Huriye Özkan, Yeşim Özkan, Nurcan Şahin, Özlem Şahin, Asuman Sivri, Yasemin Sivri, Edibe Sulari ve İnci Türk… Ve haykıralım sonra… Yüreğimizde tarihimizde türkülerimizdeler.