Salı günkü BirGün’de, Dr. Necdet Oral’ın, Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) açıkladığı 2018 yılına ilişkin “Bitkisel Üretim 2. Tahmini” üzerinden yaptığı bir değerlendirme yer aldı. “Tarımda üretim düşüyor, çiftçi tarımdan kopuyor” başlıklı değerlendirmede; “Üretim, 2017 yılına göre, hububat ve diğer bitkisel ürünlerde yüzde 4.2, sebzelerde yüzde 3, meyvelerde yüzde 1.7 oranında azalacak” deniyordu.

Diyen de devletin resmi kurumu TUİK!
2017’de 36 milyon ton olan buğday üretimimiz, 2018’de yaklaşık yüzde 4.8 azalarak 34.4 milyon tona düşüyor!

Yoksullaşan çiftçiler tarımdan kopuyor, tarlalar boş kalıyor, köyler ıssızlaşıyor, insanlar kentlere yığılıyor.

Peki, insanlar yığıldıkları kentlerde karnı tok sırtı pek bir hayat yaşayabiliyorlar mı? Taşı toprağı altın mı kentlerin?

Öyle olsa, işsizim diye kendini ateşe verenler olmaz, oğluna pantolon alamadığı için intihar eden babalar, sığındıkları odalarda çocuklarını ısıtmak için saç kurutma makinasını çalıştırıp kendini asan anneler olmazdı.

Artık mercimeği, domatesi, biberi, patatesi, portakalı, greyfurtu daha az üretiyoruz. 2017’de 2.1 milyon ton olan zeytin üretimimiz 2018’de 1.5 milyon tona gerileyecek.

Bu yıllardır böyle aslında. “Dünyanın tarımsal üretim açısından kendi kendine yeten 7 ülkesinden biri” olduğumuzu söylemekten çoktan vazgeçtik. Artık, samanı bile dışardan alan ülkeyiz!

İyi de, tarımdan ve köyden bu kaçış kaçınılmaz mıdır? Bu kaçış tersine döndürülemez mi? İnsanları doğdukları yerde doyurmak artık gerçekleşmeyecek bir hayal midir?

Bu soruları kocaman bir HAYIR’la yanıtlayan örnekler var Türkiye’de.

Doğru bir dokunuşun ve o dokunuşta ısrar edilip örgütlendiğinde hayatları değiştirdiğinin örnekleri var. Bilinmesini, incelenmesini çok önemsediğim, yaygınlaşmasını arzuladığım başarı öyküsü örnekler.

Kars’ın Boğatepe köylerinden söz etmek istiyorum. 1970’te 215 hane, 10.000 büyükbaş hayvan ve 30 mandıranın olduğu cıvıl cıvıl bir yer. Hep bilinen hikâyeyle, 1999’da günlük ekmeğin köye şehirden geldiği, 63 haneye düşmüş bir yer. Büyükbaş hayvan sayısı 650’ye kadar düşmüş ve 30 mandıradan sadece 2’si ayakta kalmış.

1970’lerin 1500 nüfusundan 1999’da bir avuç insana gerileyen köy bir yok oluş sürecinde. Köyle birlikte, tahılın, sebzenin, etin, sütün, peynirin de yok oluş süreci bu.

2017’ye gelindiğinde ne oluyorsa oluyor; hane sayısı 110’a, büyükbaş hayvan sayısı 4300’e, mandıra sayısı 7’ye çıkıyor!
Ne oluyorsa oluyor; soframızdaki yeri öküzümüzden sonra gelen kadınlar Boğatepe’de öne çıkıyor, karar alma süreçlerine katılıyor, önderlik ediyor, üretimde başı çekiyorlar.

İsviçre köylerinden değil, Kars’ın köylerinden söz ediyorum; kadınlar sabah yoga yaparak güne başlayabiliyor, Fransızca konuşabiliyorlar.

“Ekmeğin kokusu, damağın tadı” geri geliyor. Kendine yetmek ne kelime, artık çevresini değiştiren bir örneğe dönüşüyor Boğatepe. Çeşit çeşit peynirler üreten, yerli buğday tohumunu, yerli havyan ırkını yeniden üretimin merkezine koyan bir örneğe dönüşüyor.

Avrupa’dan yılda 4 bin turistin geldiği, gelip evlerde konuk kaldığı, öğleden önce üretime katılıp öğleden sonra köyün sosyal yaşamına katıldığı bir “dayanışmacı turizm” örneği yaratılıyor Boğatepe’de.

Cuma günü saat 11:00’de, Ankara’da, Başkent Üniversitesi’nde, Cumartesi günü 11:00’de de ODTÜ Mezunlar Derneği Vişnelik’te; Anadolu’dan çıkan bu başarı öyküsünü, Boğatepe Çevre ve Yaşam Derneği’nin başardıklarını, o doğru dokunuşun sahiplerinden dinleyeceğiz.

Ankara’daysanız ve bu memlekette iyi şeyler de olduğunu duyup moral bulmak, umutlanmak istiyorsanız, kaçırmayın!