Binlerce kilometre öteden gelen Afgan çobanların hikayesi, Türkiye tarımının hikayesinden bağımsız düşünülemez. Son 18 yılda tarımda çalışan sayısı 7 milyondan 4 milyona gerilemiş. Ankara Beyobası'ndan çiftçi Sarıoğlu, "Afgan çobanlar ülkesine dönse hayvancılığı sürdürecek kimse kalmayacak" diyor.

Anadolu'nun Afgan çobanları-2: Tükenen çiftçinin hikâyesi Afgan çobandan ayrı değil

L. Doğan Tılıç

Afgan çobanlar konusunu Türkiye tarımının genel durumundan bağımsız konuşmak ve anlamak mümkün değil. Tarım can çekişiyor, hayvancılık can çekişiyor. Bir taraftan tüketici sağlıklı tarımsal ürünleri satın alabilmek için dudak uçuklatan fiyatlar ödemek zorunda kalır ya da hiç alamayıp onlara bakakalırken, üretici de zarar ettiği için, ürününü satamadığı için üretimden kopuyor.

2001 yılından bu yana Türkiye’deki toplam tarım alanları yüzde 8 oranında, işlenen tarım alanları da yüzde 12 oranında azalmış. 3 milyon hektar buğday ekim alanı ortadan kalkmış, buğday ve samanı ithal eder olmuşuz. TÜİK verilerine göre; tarımda çalışan nüfus 2002’de 7 milyon 458 bin kişiyken, 2020 Şubat ayı itibarıyla 4 milyon 157 bin kişiye gerilemiş. Yani, son 18 yılda 3 milyon 301 bin kişi tarımsal üretimin dışına çıkmış ve tarımda çalışan kişi sayısı yüzde 44 azalmış.

Tarım ürünlerinde ithalatın payı hızla artmış, 2002 yılında tarımın gayri safi yurtiçi hasıla içindeki payı yüzde 10,27’yken bugün bu pay yüzde 5’lere gerilemiş. 2002 yılında yüzde 8,7 olan tarım sektöründeki büyüme hızı, 2018’de yüzde 1,3’e düşmüş.


Bu tablo içinde hayvancılığın hali de içler acısı. Çok zor bir yıl olan 2020’nin ardından, kuraklığın da etkisiyle 2021’in çok daha zor olacağı görülüyor. Hangi üreticiyle, hangi yem satıcısıyla konuşursanız konuşun artan yem fiyatlarından yakınıyor. Sektörün ana girdisi olan yemde hammadde bakımından yüzde 50’den fazla dışa bağımlılık, koronavirüsle gelen kısıtlamalar ve dövizdeki artışa bağlı olarak yem fiyatları yüzde 60’a yakın oranda artmış. Tüketici etin-sütün ateş pahası olmasından yakınsa da, üretici açısından çiğ sütün, canlı hayvanın ve karkas etin fiyatı aynı oranda artmadığı için sadece zarar söz konusu. Bu nedenle 2020, süt ineklerinin kesildiği bir yıl olmuş.

Üreticinin anlamadığı konular arasında bir de Venezuela’dan peynir ithal edilmesi konusu var. Onlar anlayamıyor ama belli ki bu ithalattan anlayanlar var!

Hayvancılık yapanlar bankalara borçlu

Ve destek konusu… 2020’de Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren bir konu. Karara göre, sığır başına 65 lira, küçükbaş hayvan başına 6,5 lira yem desteği verilecek, sadece küçük işletmelere… Karar var ama henüz destek gören yok.

Bülent Sarıoğlu, Polatlı ile Ankara arasındaki Beyobası köyünde, köylülerin çoğu gibi hayvancılık yapan bir çiftçi. Köy diyoruz ya, her haliyle köy olan bu yer artık mahalle olmuş resmen. O da, köylüleri de destekten, hibeden bir şey görmemiş. “Ankara’ya 150 koç dağıtılacak, hibe diye. 150 koç benim köyüme yetmez” diyor.

“Hayvancılıktan kazanılmıyor. 1 çuval yem 160 TL. Bir kuzu satılacak hale gelene kadar 3-4 çuval yem yiyor. 600-640 TL bu yem sadece. Başka masrafları da var. İğne, barınak, çoban, kaba yem, yonca, arpa… Sonra en fazla 1000 TL sat. Hiçbir şey kazandırmıyor. Köylü para kazanmıyor. Gübre 4 TL, mazot 7,5 TL. Hepimiz bankadan kredi aldık. Kendim aldım. Asgari ücretle işe girmiş oğluma aldırdım, onu da borçlandırdım. Bütün köylü borçlu. Televizyonda herkes bağırıyor. Et 2 TL arttı mı bağırıyorlar, et ithal ediyorlar. Biz gece 03.00’te yatıyor sabah 05.00’te kalkıyoruz. Hep hayvanın başındayız. Malın, davarın hepsi kredili, bankaya bağımlı. Mera kalmadı. Her taraf bina oldu. Hayvanı besleyeceksin yem alıyorsun, yem pahalı. Hazine arazisi kalmadı hayvan otlatacak. Hazine arazilerine devlet TOKİ yapıyor. Köyde hayvancılık yapan adamın tapulu arazisi kalmadı. Hepsini büyük şirketler aldı. Hazinelerin çoğu satıldı. Tel örgüyle çevirseler hayvan otlatacak yer yok. Eskiden hayvanlarımızı kendimiz güdüyorduk. Kazanç vardı. Şimdi çocuğuma yaptırmam. Kazanç yok, sigorta yok. Hastaneye gitsen çıkamazsın, parmağın kesilse bir sürü para.”

Hayvancılık yapana bir dokun bin ah işitiyorsun. Bir de hayvancı olmayıp hayvancılık yapanlar var! Sarıoğlu onlardan da yakınıyor:

“Doktoru, hâkimi, savcısı 200-300 koyun alıyor, başına da bir Afgan çoban koyuyor. Asıl Afgan’ı onlar kullanıyor. Afganlar gitse biz belki yine hayvancılık yaparız. Ama onlar yapamaz. Afganlar gitse, kim hayvancı kim değil belli olur. Adam hayvanı hiç görmüyor. Devleti biliyor, prosedürü biliyor, sistemi biliyor, eğitimli. İşletme kuruyor, hibe alıyor. Koyuna baksa, hangisi erkek hangisi dişi ayıramaz. Koyunu keçiyi ayıramaz ama kurmuş çiftliği hayvancı oluyor. Biz koyun kuzulayınca ağılda yatıyoruz, bebek gibi bakıyoruz. O hayvancı, biz köylüyüz. Köylünün adı bile geçmiyor hayvancı diye. Ben senede 300-400 koyun yetiştiriyorum, birini kesip yiyemem. Borcum var. Afgan gitse, 70 yaşıma kadar elime değneği alır koyunun peşinde gezerim. O yapamaz.”

anadolu-nun-afgan-cobanlari-2-tukenen-ciftcinin-hikayesi-afgan-cobandan-ayri-degil-887818-1.



Afgan çobanların İstanbul’daki patronu

Hüseyin Ayşen de Ankara köylerinde hayvancılık yapan çiftçilerden. Babadan atadan hayvancı.

Entegre bir sistem kurmuş. Yanında 5-6 Afgan çoban çalıştırıyor. Büyükbaş, küçükbaş hayvanları var. Hem hayvan yetiştiriyor çiftliğinde, kesim için besicilik yapıyor; hem de köylüden hayvan satın alıyor, kasaplık yaparak kestiği hayvanları kendi satıyor. Bu yüzden piyasa koşullarından daha az etkilenecek, daha şanslı bir konumu var ama o da şikâyetçi. Yetiştiriciden satıcıya hayvancılıkta kimsenin kâr edemediğini söylüyor:

“Yetiştirmek çok zor. Biz çocukluktan alıştığımız için yapıyoruz bu işi. Ama köylüden aldığımda daha iyi. Ne verdiğimi, ne alacağımı biliyorum. Köylünün de ağzı dili bağlı, ne desem veriyor malını. Ne yapsın, borçlu. Mecbur. Koyunu, bir ölçüde arazi olduğu için salıp yayıyorsun. Büyükbaşta arazi hiç yok. Tamamen içeride yiyor. Köylü bu sene iyice bitti. Bir haftada 30 kişi geldi bana koyunlarını satmak için. Satıyor, çünkü borç kapıya dayanmış. Tarlada bir şey yok.”

Sarıoğlu’yla; “Eskiden bu zamanlarda buralarda adam boyu ot olurdu” dediği merada, Afgan çobanın ardından birlikte yürüyerek sohbet ediyoruz. Burada artık Memet diye seslendiği Zebiullah, bir elinde değneğini sallayıp koyunları yönlendirirken, öbür eliyle de cep telefonunu kulağına dayamış sürekli konuşuyor.

“Değnek en önemli aracıydı çobanın, şimdi bir de telefon çıktı. Bütün Afganlar birbiriyle temas halinde. İstanbul’da bir patronları var. O ne derse o. Maaşları onun üstüne yatırırlar. Direkt o hesaba yatar, sen getirir çobana dekont verirsin. Temizler. Bunlar çok efendi. Hepsi abdestli, namazlı. Orucunu tutar. Bizim gençlerin hayvancılığa ilgisi yok. Kazanç yok ki. Sigorta yok. Hepsi köyü bıraktı gitti, sanayide asgari ücretle sigortalı iş peşindeler. Afganlar sigortasız çalışıyor. Kuru etmek ver yer, ses çıkarmaz. Afgan çoban itaatkâr, robot gibi. İşi bilmese de neyi yapmasını istersen yapıyor.”

Bu köylerde hayvancılık yapan gence kız vermiyorlar artık. Bundan da dertli gençler, oğlan babaları. “Kız babası maaşlı, asgari ücretli, sigortalı birini istiyor damat olarak. Kızı o zaman bir dairede oturacak, rahat edecek. Hayvancılık yapsa çalışacak.”

Bizim gençler evlenebilmek için hayvancılıktan çobanlıktan kaçarken, Afgan gençler evlenebilmek için çobanlık yapıyorlar.

anadolu-nun-afgan-cobanlari-2-tukenen-ciftcinin-hikayesi-afgan-cobandan-ayri-degil-887819-1.



Zebiullah’ın başlık parası neredeyse tamam

Zebiullah, yemesi içmesi yatması kalkması, elinden düşürmediği telefonun interneti yanında çalıştığı kişiye ait, ayda 3000 lira kadar bir para alıyor. O parayı kuruşuna dokunmadan memlekete gönderiyor. “Parayı İstanbul’a gönderiyorum. Orada bir arkadaş var, o Afganistan’a gönderiyor” diyor.

O arkadaş galiba bu iş üzerinden bir komisyon alan, Afgan çobanlara bir tür çavuşluk yapan bir “organizatör”. İstanbul’da, Ankara’da yaşayan, yasal konum kazanmış, işi olan ve para transferi de yapan Afganlar var. Onlar çobanların maaşlarını genellikle dolara çevirip dolar üzerinden de belli bir komisyon alarak Afganistan’daki ailelerine ulaştırıyorlar. Sarıoğlu’nun parayı gönderip, dekontunu Zebiullah’a verdiği kişi de böyle biri olsa gerek.

Zebiullah buradaki durumundan memnun. “Yemek içmek iyi” diyor. Sigarayı “Faydası yok” diye içmiyor. Ona faydası yok da işverene var! Telefonda buradaki arkadaşlarıyla konuştuğunu söylüyor. Birbirlerini uçan kuştan ve nerede ne iş varsa ondan haberdar ediyorlar. Afganistan’daki anne babasını, bir de bazı Afgan yemeklerini özlüyor. Sigortası yok. 5 senedir burada kaçak çalışıyor.

“Ya hasta olsan?” diyorum. Hiç hasta olmamış, “Allah büyük, Allah yardımcı olacak” diyor. Zaten yakında da dönecek. Nişanlı. Başlık parası toplamak için, bir de ana babasına bakmak için gelmiş; başlık parası da neredeyse tamam. Afgan parasını TL’ye çevirmeye çalışıyor, biraz durup hesap yapıyor, “45 bin lira” diyor. 5.500 dolar kadar yani. Afgan çobanlardan duyduğum en düşük başlık parası. Yine de “Çok para” diyorum. Boynunu büküp, “Böyle” diyor. Nişanlısını da hiç görmemiş.

“Ya çirkinse… Sen burada o kadar uğraşıyorsun para toplamak için, ya çirkinse, beğenmezsen?”

“Kısmet” diyor. “Babam buldu. Geri çevirmek olmaz, zor!”

“Ölüm korkusu olmadan yatabilmeyi bilmiyorlar”

Cemal konuştuğum Afgan çobanların en yaşlısı. 25 yaşında, 5 yıldır Türkiye’de. O da Kunduz’dan, Özbek. Kaçakçılara 1500 dolar verip aynı yollardan geçerek gelmiş Türkiye’ye. Konya Kulu’da çobanlık yapıyor. İneklere bakıyor, besliyor, yaymaya götürüyor, süt sağıyor.

anadolu-nun-afgan-cobanlari-2-tukenen-ciftcinin-hikayesi-afgan-cobandan-ayri-degil-887820-1.

“Burada iş bulmak kolay” diyor, “Herkes çoban arıyor. Bugün çalıştığım yerden çıksam yarın başka bir yerde başlarım.”

Kardeşi askerde ölmüş Cemal’in. O da iki sene askerlik yaptıktan sonra kaçıp gelmiş. Ona göre, “Burada insanlar ölüm korkusu olmadan bir gece yatabilmenin ne demek olduğunu bilmiyorlar.”

Memlekette fırıncıymış. Para olsa burada da bir fırın açmayı düşünüyor. Afgan ekmekleri pişirecek. Geri dönmeyecek. Karnı nerede doyuyorsa oralı. Afganistan’ı seviyor, özlüyor. “Ama orada hayat yok, iş yok.” Keşke burada oturum alabilse. “Okuma yazma bilenler, derneklerle falan ilişkiye geçip daha kolay oturum alabiliyorlar.” Ama onda okuma yazma da yok.

“Anne baba Afganistan’da. Ne kazanırsam oraya gönderiyorum. Asgari ücretten 100 lira yüksek veriyorlardı önce. Şimdi arttı, 4 bin liraya yaklaşıyor. Nişanlım var. Buraya getireceğim. Uğraşacağım, getireceğim. 10 bin dolar başlığa anlaştık. Bitti, az kaldı. Taksit taksit ödüyorum. Senede 2 bin dolar. Halamın kızı. İndirim yaptılar, yapmasalar 12-13 bin dolar.”

Cemal şanslı. Nişanlısını çocukluktan tanıyor, beğeniyor. O da gelince burada çalışacaklar. Annesine babasına para gönderecekler. Fırın açamasa da çobanlık yaptığı yerlerde birlikte kalırlar. “Her yerden çoban arıyorlar. Haymana, Karacaören, Çeltek var, herkes çoban arıyor, yok.”

***

İsa’nın, Eyüp’ün, Mehmet’in hikâyesi

İsa 21, Eyüp 20, Mehmet 19 yaşında… Üçü de Kunduz’dan. Özbekler. Ankara’da Temelli yakınlarında aynı çiftlikte birlikte çalışıyorlar. İneklerin ahırının yanındaki barakada kalıyorlar. Sabah 06.00’da kalkıp hayvanlara bakıyorlar. İçeride olanların yemini verip, altlarını temizliyorlar. Yayılıma çıkacak olanları çıkarıyorlar. Birlikte pişirip, birlikte yiyorlar. Akşam 8 gibi işler bitip dinlenmeye çekiliyorlar. Televizyonda genellikle dizlere bakıp, müzik dinliyorlar. Sabah ilk işi bitirdikten sonra da İsmail Küçükkaya’yı seyrediyorlar.

Onlar da kazandıkları her kuruşu memlekete gönderiyor. “Ankara’da Ulus’ta bir Afgan bakkal var. Biz parayı ona veriyoruz. O da memlekette bir Afgan bakkala gönderiyor. Ailemiz parayı oradan alıyor.” Bu “Afgan bakkal” yüzde 2 komisyon alıyormuş, bankacılık hizmeti karşılığında.

İsa 2016’da gelmiş. Memlekette savaş olduğu, iş olmadığı için. Anası, babası ve kardeşleri Kunduz’da. Yedi kardeşler, onunla beraber üçü Türkiye’de. Afganistan’dakiler de çiftçilik yapıyor; pamuk, patates, soğan, kavun, karpuz ekiyorlar. Asıl gelir Türkiye’den gönderilen paralar.

İsa da nişanlı. Hala kızıyla. Başlık parası olan 6 bin doları biriktirmiş. Kurban Bayramı’ndan sonra dönecek. Adet olmuş, başlık parasını tamam eden Afganlar, dönmeden önce burada bir düğün yapıyorlar. Arkadaşlar toplanıyor, koyun kesiliyor, mangal yapılıyor, Afgan pilavı pişiriliyor. Bir tür Türkiye’ye veda düğünü!

Söz verdi İsa, beni o düğüne davet edecek. Ben de söz verdim, hediyesini alıp gideceğim!

Üçü içerisinde en yeni olan Eyüp. Daha bu yıl gelmiş. Dört aydır burada. İsa, “Gel beraber çalışalım” demiş. Şimdi İsa gidiyor ama yerine Eyüp’ü bırakarak. Eyüp kaçakçılar konusunda şanslı. Demek onlar da ne tuttururlarsa ona getiriyorlar. 1000 dolara gelmiş Eyüp. Pakistan’dan sonra dağlardan yürüyerek, Afganistan’dan buraya 35 gün sürmüş yol. Onun da hedefinde 6000 dolar biriktirmek var. Nişanlı. Burada kalmayı düşünmüyor, başlık parasını tamamlar tamamlamaz dönecek.

Mehmet en küçüğü üç arkadaşın. Geleli 8 ay olmuş. Türkçesi de çok güzel. Neredeyse aksansız. “Afganistan’da da hep Türk kanalları izlerdim. Ondan” diyor. Annesini, babasını ve üç kız kardeşini bırakıp gelmiş. Kazandığı her kuruşu onlara gönderiyor. Nişanlı değil. “Bekarım” diyor ama onun için de şafak başlık parası! Başlık parasını bir tamam etsin, nasılsa nişanlı bulunur.

Zebiullahlar, Cemaller, İsalar, Eyüpler, Mehmetler… Peştunlar, Özbekler, Türkmenler… Afgan çobanları Türkiye’nin. Bir başlık parasıdır gidiyor ama onların asıl hikâyesi savaşın, ölümün, açlığın, işsizliğin ve sömürünün hikâyesi.

Onların hikâyesi, aynı zamanda can çekişmekte olan Türkiye tarım ve hayvancılığının hikâyesi…