Kazım Taşkent, Ruhi Su’yu çağırır, Bedii Faik’in yazısından söz eder ve “İstersen sen artık bütün aletlerini ve notalarını alıp evinde çalış” der. Ruhi Su bunu kabul etmez ve her şeyi bırakarak, çıkıp gider.

Anadolu’nun devrimci ozanı Ruhi Su
Fotoğraf: DepoPhotos

OKAN TOYGAR

“…Kıyamet dedikleri
Ha koptu ha kopacak
Yoksuldan halktan yana
Bir dünya kurulacak…”

Ruhi Su


1952 tevkifatı sonrasında Sansaryan Han’da beş ay boyunca ağır işkenceye tabi tutulan Ruhi Su, Harbiye ve Adana Cezaevi’nde beş yıl yattıktan sonra Çumra’ya sürgüne gönderilir. Suçu özgürlükten, emekten, eşitlikten yana olmak ya da kendi sözleriyle “insan olmak”tır. Ozan, Çumra’ya hemen uyum sağlar ama bir an önce Harbiye Cezaevi’nde evlendiği eşi Sıdıka Hanım’ın gözetim altında bulunduğu Ankara’ya nakil olmak ister. Zor da olsa bir süre sonra bu isteği gerçekleşir ve 1958’de Ankara’ya, eşi Sıdıka Su’nun yanına gelir. Etimesgut’ta bir arkadaşlarının, elektriği, suyu olmayan iki odalı evine yerleşirler.

Tarlanın ortasında bulunan kerpiçten yapılmış bir işçi lojmanıdır bu ev. Her şeye rağmen bir arada oldukları için mutludurlar ancak Ruhi Su işsizdir. Birkaç yerde türkü söylemek istese de, Ankara Valisi Kemal Aygün buna izin vermenin “bir komüniste itibarının iade edilmesi” anlamına geleceği için ona türkü söyletmemekte kararlıdır. Ruhi Su bunun üzerine bir nakliye şirketine girer. Yazıhanede oturması için anlaştıkları halde ona eşya taşıtırlar ama Ruhi Su bundan hiç gocunmaz. O günlerde Ankara’ya gelen Atıf Yılmaz ve arkadaşları bu duruma çok üzülürler ve Haziran 1959’da çekecekleri “Karacaoğlan’ın Kara Sevdası” filminde türkü söylemesi için onun Adana’ya gelmesini isterler. Eşini ve henüz iki aylık olan oğlu Ilgın’ı Ankara’da bırakan Ruhi Su, kırk gün Adana’da kalır ve derlediği Karacaoğlan türkülerini bu filmde söyler. Ancak daha gösterime girmeden, türküleri opera gibi söylediği gerekçesiyle Ruhi Su’nun sesi filmden çıkarılır ve onun yerine bir başka operacı olan Aydın Gün’e söyletilir türküler. Amaç sol düşünceye sahip bir sanatçıyı zor durumda bırakmaktır (Atıf Yılmaz 1993’te verdiği bir röportajda, Aydın Gün’ün bunu neden kabul ettiğini hâlâ anlamadığını ve ona bundan dolayı hâlâ kırgın olduğunu söyler).

Bu olayın üzerine Ruhi Su Taksim Belediye Gazinosu’nda sahne almak üzere İstanbul’a gelir. Bir ev kiralar ve Ankara’da yaşayan ailesini yanına alır. Yaklaşık üç ay sonra gerçekleşen 27 Mayıs müdahalesinin sağladığı görece özgürlük ortamında kulüplerde daha kolay çalışma imkânı bulur. Bu sıralarda Ruhi Su’ya Yapı Kredi Bankası’nın kurucusu Kazım Taşkent’ten de bir teklif gelir. Yapı Kredi Bankası’nın her yıl düzenlediği halk oyunları şenliğini banda alarak notaya dökecektir. Ruhi Su, bu teklifi sevinçle kabul eder ve tam beş yıl bunun üzerinde çalışır. Arşiv oluşmuş, kitap basılma aşamasına gelmiştir. Ancak o günlerde Ruhi Su, Duygu Sağıroğlu’nun, büyük kentlere göç eden yoksul köylülerin sorunlarını anlattığı “Bitmeyen Yol” (1965) filminde, Âşık Serdari’nin “Nesini Söyleyim” türküsünü söyler ve “Serdari halimiz böyle n’olacak / Kısa çöp uzundan hakkın alacak” der. Buna tepki gösteren dönemin ünlü köşe yazarı Bedii Faik, 17 Aralık 1965 tarihli Dünya Gazetesi’ndeki “Uyanınız” başlıklı makalesinde “Komünist mahkûmu Ruhi Su’nun sesi herkesin kulaklarına bir kurşun gibi akıyordu” diye yazarak Ruhi Su aleyhinde kampanya başlatır. İktidar değişmiş, iki ay önce yapılan genel seçimde Adalet Partisi, komünizm karşıtı sloganlarla tek başına iktidara gelmiştir. Kazım Taşkent, Ruhi Su’yu çağırır, Bedii Faik’in yazısından söz eder ve “İstersen sen artık bütün aletlerini ve notalarını alıp evinde çalış” der. Ruhi Su bunu kabul etmez ve her şeyi bırakarak, çıkıp gider. Kitap bir süre sonra Sadi Yaver Ataman ismiyle basılır. Ruhi Su bir kez daha düş kırıklığı yaşar. Arkadaşları tazminat davası açmasını önerseler de, o bunu yapmaz, sadece çıkacak olan ikinci baskıda isminin yer almasını ister. Davayı kazanır ancak Yapı Kredi hiçbir zaman ikinci baskıyı çıkarmaz. Kitap ancak ozanın ölümünden yıllar sonra Kültür Bakanlığı yayını olarak basılabilir.

Çocukluğunda Ermeni tehcirini yaşamış ve büyük ihtimalle bu nedenle anasını, babasını hiç tanımamış, Birinci Dünya Savaşı, “Kaç Kaç Olayı” ve Kurtuluş Savaşı’nı görmüş, Adana Öksüzler Yurdu’nda büyümüş olan Ruhi Su, tüm acılara, yoksulluklara, hapislere, sürgünlere, haksızlıklara, ihanetlere rağmen her zaman hoşgörülü, bağışlayıcı ve sakindir. İnandığı ilkelerden hiç sapmaz, çalışmalarını örnek bir kararlılık ve titizlikle sürdürür.
1970’lerde ardı ardına uzunçalarları çıkan Ruhi Su, türküleriyle aydınların ve kent insanlarının halk müziğini tanımasını ve sevmesini sağlar. 12 Eylül 1980 sonrası çalışmalarına ara vermek zorunda kalır. Darbe döneminin baskıcı yönetimi karşısında oldukça kaygılıdır. 1983 yılında prostat kanseri olduğunu öğrenir. Yurtdışında tedavi önerilir ancak 12 Eylül cuntası ve Özal hükümeti gereken pasaportu ancak 14 Haziran 1985 tarihinde, yani iş işten geçtikten sonra verir ve ozan, 20 Eylül 1985 Cuma günü Cerrahpaşa Hastanesi’nde geride binlerce türkü ve mücadele ile geçen onurlu bir yaşam bırakarak hayata veda eder.

İki gün sonra 12 Eylül faşist darbesi sonrasında ilk büyük kitle gösterisine dönüşen cenaze töreninde, binlerce seveninin katılımıyla sonsuzluğa uğurlanır Anadolu’nun devrimci ozanı Ruhi Su. Devlet onu sakıncalı bulmuş, işkence yapmış, hapislerde alıkoymuş, işinden etmiş ama halkı onu bağrına basmıştır.

Dev yürekli, gür sesli sanatçımız Ruhi Su’yu ölümünün otuz yedinci yılında saygıyla anıyoruz. Emekçi halkın özgür, eşit ve onurlu bir yaşam özlemini anlatan türküleri her daim, her kuşakta söylenecektir…

Kaynaklar:

Bu yazı hazırlanırken, 14 Eylül 2021 tarihinde Ilgın Su ile yapmış olduğum röportajdan, belgesellerden, Füsun Akatlı’nın “Bir de Ruhi Su Geçti” ve Ahmet Seyrek’in “Ruhi Su” kitaplarından yararlanılmıştır.