Anahtar kelime; hırsız, katil, yandaşSonbaharın son ayı kasım. Ay itibariyle müntehir yapraklar zamanı sona eriyor. Sırçınar’ın önü sarı kızıl yaprak yığını. Kahveci Şiktan’ın tembelliği üstünde. Hoşaf Sami masadan çay ocağına gönderme yapıyor; “ Kaveyi de bok götürüyo arkadaş…”
Dümenci Sami’nin ağzından lafı anında alıp bir salvo da o gönderiyor; “Kapı önü kuru yapraktan geçilmiyor, Allah muhafaza bir izmarit kaveyi de bizi de yakıverir. Ama nerde bunu görecek kaveci?”

Kasap Hüseyin durur mu, o da katılıyor koroya; “Buradan bakılınca görünen şu ki, kahveci kıç büyütmekle meşgul arkadaşlar.”
Tutturduğu türküyle adamakıllı hasbıhal olmuş Şiktan’sa hiçbirini duymuyor, hem söylüyor hem oynuyordu. Şiktan üzerinden bir şamata çıkmayacağını anlayan köşe masanın müdavimleri;” Eee ne olacak şimdi?”der gibi birbirlerinin gözlerinin içine bakıp konuşacak konu aradılar. Sinek Efe Cenap Hoca’ya dönüp; “Mademki sen de işgalcibaşına ‘hakaret’ edenler kervanına katıldın söyle bakalım bu işin sonu nereye varacak hocam?”
Hoşaf Sami daha Cenap Hoca ağzını açmadan lafa girdi; “Durun! Adamı söyletmeyin şimdi, yoksa davaların sayısı artacak. En iyisi gelin bir oyun oynayalım. Ben anahtar kelimeyi söyleyeyim sizde o kelimeden bir fıkra dökün masaya. Anahtar kelimeden fıkra üretemeyen çayları öder. Tamam mı?”
“Tamam. Ama anahtar kelimeler ne ola ki Sami?”
“Hemen birkaç örnek vereyim abilerime; katil, hırsız, yandaş vb”
İlk anahtar kelime Sami’den Sinek Efe’ye gelmiş; “Çalmak”
Sinek Efe; “Tamam, anlatıyorum, dinleyin! Neyzen Tevfik’e bir gün sormuşlar. Çalarken mi neşelenirsin, yoksa neşeli iken mi çalarsın? Tesadüf bu ya geçmiş olaylar ile bugünün olayları çakışmakta imiş. Neyzen; devlet başkanı değilim ki çalarken neşeleneyim…”
İkinci anahtar kelime Sinek Efe’den Kasap Hüseyin’e; ” Saray” olmuş.
Hüseyin; “Sizi Aristo dönemine götüreceğim. Aristo çiftlik yolunda giderken bir saray görmüş. O sırada saray sahibi saraydan çıkmakta imiş. Aristo, saray sahibi ile biraz konuşup sözlerinin son derece cahilce ve ahmakça olduğunu görünce şöyle demiş: Güzel bir ev, keşke içinde adam otursaydı.”
Kasap Hüseyin’den Hoşaf Sami’ye; “Adalet” kelimesi gelince. Sami hemen alır sazı eline; “Ezop bir gün yolda giderken o bölgenin hâkimine rast gelir. Hâkim ‘Nereye gidiyorsun’ diye sorar. Ezop ‘Nereye gittiğimi ben de bilmiyorum’ karşılığını verir. Bu cevaptan canı sıkılan hâkim etrafındakilere emir verir, Ezop’u yakalatıp hapse koydurur. Bunun üzerine Ezop hâkime der ki: Gördünüz mü, sözüm doğruymuş. Ben hapse gideceğimi nereden bilirdim?”
Hüseyin; ” Olmadı ne bu şimdi?” deyince Sami, “Sokaktan geçeni topladıkları ülke ve hâkimleri işte ölüleri bile yargılar bunlar. Ben işleyen adaleti böyle görüyorum siz başka mı görüyorsunuz? “ Cenap Hoca ;” Bence kabul arkadaşlar. Hadi bana da bir kelime verin!” Hüseyin; “Olur hocam senin kelimen de, ‘Yazar’ olsun.”
“Ehh, bu en kolayı oldu vallahi, öyleyse dinleyin bakalım! Ünlü gazeteci ve yazarlardan Velid Ebüzziya, İstiklâl Mahkemesi’nde yargılanıp beraat ettikten sonra, genç meslektaşlarına nasihat etmiş: Şu sıralarda sakın fincancı katırlarını ürkütmeyin… Yusuf Ziya, başını sallayarak yanıt vermiş: Bu söylediğin imkânsız üstadım, demiş. Zira ortalıkta o kadar çok katır var ki!..”
Bu iyiydi işte katırlara dokunmadan devam edelim sıra Dümenci’de anahtar kelime;
“Kalpazan” Dümenci bir süre düşünmüş, kıvranmış tam hesap önüne gelecekken bağırmış; “Buldum. Dinleyin! Kalpazanlar para basmış fakat 20 bin yerine 18 binlik banknotlar... Ne yapacağız, diye kara kara düşünürken, birinin aklına, halkı saftır, diyerek Türkiye’ye gitme fikri gelmiş. Yola çıkmışlar. Gelince ilk iş bir bakkala girmişler, uzatmışlar parayı; bunu bozar mısın, demişler bakkala. Bakkal bakmış, 18 binlik kâğıt para. Tabii, demiş; neden olmasın, yalnız nasıl olsun, iki tane 9 binlik mi, üç tane 6 binlik mi?”
Kahkahayı basan Cenap Hoca; “Vallahi 1 Kasım analizi gibi oldu, bravo dümenci durdun durdun turnayı gözünden vurdun.”
Gelinen noktada masadakiler çayları yükleyecek birini bulamayınca Şiktan’ı gözlerine kestirirler. Anlatırlar meseleyi ve verirler anahtar kelimeyi; “Hırsız”
Şiktan masada olup bitene kulak misafiridir. Hemen söze girer; “Bir vakitler ağzı pis mi pis bir tiran varmış. Önüne gelene çatar sövermiş. Ayakların baş olamayacağını söyler herkese köpek muamelesi çekermiş. Bir gün dönemin ünlü bir hatibine; ‘Ne havlayıp duruyorsun orada’ deyiverince hatip de;’ ‘Ne yapayım hırsız gördüm de’ deyince…”
“Eeee,sonra?”
Şiktan bir süre susup sinsi sinsi gülerek, “Sonrası çay paraları ödenince beyler. Hadi bakalım pamuk eller ceplere! Ya da bahçeye yaprak süpürmeye!”
Onlar şamata ile akşam güneşini batıradursunlar, biz de yazıyı noktalayalım. Haa unuttum sanmayın, işgal devam ediyor; 157. gün…, adalet vs…