Eski yol arkadaşlarına ithaf olunur. Bir gözünde keder vardı öbür gözünde gülümseme...

Eski yol arkadaşlarına ithaf olunur.
Bir gözünde keder vardı öbür gözünde gülümseme...
“Ama nasıl olur?” demeyin, öyle işte...
Önünde iki kapı vardı, biri kara biri ak...
Ve ak kapının üzerinde kara bir kilit ve kara kapının üzerinde ak bir kilit.
Eline de iki anahtar vermişlerdi.
Anahtarların renkleri de kara ve ak...
Lakin tek bir kapıyı açabilirdi ve bunun için tek bir şansı vardı...
Üstelik anahtarı kilidin rengine göre mi kapının rengine göre mi seçecek, bilmiyordu...
Üstelik hangi kapıyı açması gerektiğini de bilmiyordu.
Bunu da ancak eline anahtarları verenlerden öğrenebilecekti.
Ya birilerinden ya öbürlerinden...
Belki ak kapının anahtarı karaydı, kara kapının anahtarı ak...
Belki ak kilidin anahtarı karaydı, kara kilidin anahtarı ak...
Ve ona söyledikleri son bir şey daha vardı:
Kapılardan biri ölüme biri hayata açılırdı...
Karar vermesi lazımdı...
Keramet kapıda mı, kilitte mi, anahtarda mı?
Birileri ona hayat kapısında hangi kilidin olduğunu bildiğini söylemekteydi.
Öbürleri de hangi anahtarın hangi kilidi açtığını...
Taraf tutmalı, ya birinden ya öbüründen yana olmalıydı.
Ancak her iki taraf da tek şart koşmaktaydı:
Hangi anahtarın hangi kilidi açtığını ya da hangi kapının hayata açıldığını onlardan öğrendiğinde, belki hayatta kalacak, ama mutlaka onlardan birisine köle olacaktı...
Öyleyse, ölmemesi ve köle olmadan yaşayabilmesi için kapıyı kendi başına açabilmesi şarttı...
Ne yapacaktı?
Ya ak anahtarı kara kilide sokup ak kapıyı açacak...
Ya kara anahtarı ak kilide sokup kara kapıyı açacak...
Ya ölümle ya hayatla karşılaşacak...
Açamazsa? Yine el kapılarının önünde Araf’ta kala kalacak...
Ya da...
İşte bunu bildiğini onların bilmediklerini bildiğinden, gözlerine bir gülümseme oturdu.
fiimdi bir gözünde gülümseme vardı öbür gözünde yine gülümseme...
Artık gözleri gülümsüyordu...
Görmüştü: anahtar realiteydi, kilit politika, kapı da reelpolitikaydı…
Keramet kapıda, kilitte, anahtarda değildi.
Keramet kendisindeydi.
Elindeki anahtarları fırlattı attı...
Arkasını kapılara döndü ve yürüdü...
Bu tür ikilemlerin olmadığı bir iklime yürüdü... Kapısını ancak tekmeyi vurunca açacağı kendi özgür hayatını aramaya yürüdü. Kapıları reelpolitikayla değil tekme vurarak açanların yoluna yürüdü...
Çünkü anlamıştı ki marifet ne kapıda ne kilitte ne anahtarda, marifet bütün ikbal kapılarına dönüp arkanı, yoldaşlarınla yürümeyi sürdürebilmek kendi yolunda...
“Ama nasıl olur?” demeyin, böyle olmalı işte...