“Türk” edebiyatı tarihi yazımının klasik anlatısına göre ilk Türkçe roman Şemseddin Sami tarafından kaleme alınan ve 1875 yılında yayımlanan Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat adlı eserdir. Oysa yapılan çalışmalar bu iddianın asılsız olduğunu gösteriyor

Anamorfoz: Milliyetçi edebiyat tarihi yazımının ötekileri

MERT TUTUCU

Gregory Jusdanis Gecikmiş Modernlik ve Estetik Kültür: Milli Edebiyatın İcat Edilişi adlı eserinde edebiyat ile millet tahayyülü arasındaki ilişkiyi şöyle tarif eder:

Edebiyat kanonu bir anlatılar toplamı olarak, bir cemaatin üyelerinin ortak bağlarını anlamalarını sağlayan hikâyeleri kapsar. Edebiyat bir anlamda bir milletin günlüğüdür, onun geçmişinin, şimdisinin ve geleceğinin hikâyesini anlatır. Edebiyat kültürü, millet olarak bütünlüklerini pekiştirmek ve modernliğe hazır olduklarını (gecikmiş olarak) göstermek isteyen etnik cemaatler için vazgeçilmez önem taşımıştır. (…) İster dinsel, ister estetik, isterse de felsefi nitelikte olsunlar bütün kanonlar daimi sürgüne gönderilmiş metinler, birdenbire öne çıkmış başka metinler ve geçici olarak unutulmuş daha da başka metinlerden örnekler içerirler.

Jusdanis’in de belirttiği gibi homojen bir bütünlük içinde tasavvur edilen millet kavramı her zaman için belli bir anlatı bütününün çevresinde inşa edilir. Milliyetçi yaklaşıma göre milleti meydana getiren anlatılar toplamı milletin ruhunu ve bu ruhun temsilcisi olan yazarın milli dehasını ortaya koyan bir göstergeler toplamıdır. Bu açıdan milliyetçi ideolojilerin edebiyata yönelik algısı oldukça bütünsel, geçirimsiz ve kanoniktir. Milliyetçi yaklaşımın atladığı temel mesele yaratılan milli edebiyat thelosunun oldukça metinsel olmasıdır. Thelosun her zaman için techne tarafından tehdit edilmesi gibi metnin saflığı ve bütünlüğü de öteki tarafından tehdit edilir. Her metin kendisinden önceki metinlerin izini taşır diyebiliriz. Her metin ötekinin iziyle işaretlenmiş bir mirasın taşıyıcısıdır. O halde milliyetçi paradigmanın bir mirasyedi kibriyle metafiziksel bir biçimde korunduğuna inandığı saf bütünsellik algısı bir yanılgıdan, illüzyondan başka bir şey değildir. Söz konusu illüzyonun -deyimi yerindeyse- ipliğini pazara çıkarmak için tarihin sayfalarının tozunu hafifçe silkelemek yeterli olacaktır.

“Türk” edebiyatı tarihi yazımının klasik anlatısına göre ilk Türkçe roman Şemseddin Sami tarafından kaleme alınan ve 1875 yılında yayımlanan Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat adlı eserdir. Oysa yapılan çalışmalar bu iddianın asılsız olduğunu gösteriyor. Zannedilenin aksine ilk Türkçe roman Hovsep Vartanyan’ın (Vartan Paşa) 1851 yılında Ermeni harfleriyle Türkçe olarak basılan Akabi Hikayesi eseridir. Murat Cankara’nın Tanzimat ve Edebiyat: Osmanlı İstanbulu’nda Modern Edebi Kültür adlı eser için kaleme almış olduğu “Ermeni Harfleriyle İlk Türkçe Romanlar” başlıklı çalışmasına baktığımızda 1851’den sonra Ermeni harfli Türkçe olarak yayımlanan dört adet roman daha göze çarpmaktadır: Hovsep Vartanyan’ın Boşboğaz Bir Adem: Lafazanlık ile Husule Gelen Fenalıkların Muhtasar Risalesi (1852), Hovhannes H. Balıkçıyan’ın Karnig, Gülünya ve Dikran’in Dehşetlü Vefatleri (1863), Hovsep Maruş’un Bir Sefil Zevce (1868) ve Viçen Tilkiyan’ın Gülünya yahut Kendi Görünmeyerek Herkesi Gören Kız (1868). Dört romanın da yayım tarihi ilk Türkçe roman sayılan Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat’tan öncedir. Ayrıca Cankara, Ermeni alfabesiyle Türkçe olarak 1696 tane kitap yayımlandığını haber vermektedir. Bunların içerisinde Ahmed Midhat Efendi’nin Felatun Bey ve Rakım Efendi adlı eseri de yer alıyor.

anamorfoz-milliyetci-edebiyat-tarihi-yaziminin-otekileri-878409-1.

anamorfoz-milliyetci-edebiyat-tarihi-yaziminin-otekileri-878410-1.

Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat’tan önce yayımlanan Türkçe romanlardan bir diğeri ise Evangelinos Misailidis’in Yunan harfleriyle Türkçe olarak basılan Temaşa-i Dünya ve Cefakar ü Cefakeş (1871-1872) adlı eseridir. Roman haricinde Yunan harfleriyle Türkçe olarak basılan eserlerin tarihi ise daha eskilere dayanır. Evangelia Balta “Karamanlılar ve Karamanlıca Kitaplar” makalesinde Yunan harfleriyle Türkçe basılan en eski metnin Gennadios Sholarios’un İtirafları (1584) olduğunu belirtir. Söz konusu makaleye göre 1711-1935 yılları arasında toplam 628 Karamanlıca kitap yayımlanmıştır. Ahmed Midhat Efendi’nin Yeniçeriler ve Şeytan Kayası eserleri de Karamanlıca yayımlanan (1891) kitaplar arasındadır.

Milliyetçi anlayışın yok saydığı bir başka edebiyat geleneği de Kürtçe edebiyattır. 19. Yüzyıl’da Osmanlı sahasındaki basın-yayından söz eden edebiyat tarihi çalışmaları 1898 yılında yayın hayatına başlayan, Kürtçe ve Türkçe yazılara yer veren Kürdistan gazetesi hakkında sessiz kalma eğilimindedir. 1909 tarihinden itibaren Diyarbakır merkezli olarak Türkçe, Kürtçe, Arapça ve Süryanice dillerinde yayınlanan Peyman gazetesinin sorumlusu ise Türkçü ideolojinin kurucularından olan Ziya Gökalp’tir. Celal Temel 1984’ten Önceki 25 Yılda Kürtlerin Silahsız Mücadelesi eserinde Ziya Gökalp’in Kürtçe bir yazısının da gazetenin 12. sayısında bulunduğunu söylüyor. İlk legal Kürt öğrenci derneğinin yayın organı Rojî Kurd (1913) dergisi ilk Kürtçe hikâye olan Fuat Temo’nun “Çîrok” başlıklı eserine yer vermesi bakımından mühimdir. Kürtçe edebiyatın gelişmesine en büyük katkıyı sağlayan yayın organı ise şüphesiz Jîn (1918) dergisidir. Dergide Kürtçe ve Türkçe yazılar yer alıyor. Ömer Faruk Yekdeş ve Servet Erdem Tanzimat ve Edebiyat: Osmanlı İstanbulu’nda Modern Edebi Kültür için Kürtçe edebiyat hakkında kaleme aldıkları bölümde E. Rahmi imzalı ilk Kürtçe piyesin de yine bu dergide yayımlandığını belirtirler. Ayrıca dergi yazarlarından Kemal Fevzî’nin Diyarbakırlı olan Ziya Gökalp’i Kürt masallarını çalarak Dede Korkut Hikâyelerine eklediği için eleştirdiğini ve Gökalp’ten “nankör Diyarbekirli” şeklinde söz ettiğini de Asım Öz’ün “Jin Dergisi: Yeni Bir Ulus Tahayyülü” başlıklı yazısından öğreniyoruz. Jîn dergisinin bir diğer önemli özelliği de 17. yüzyıl Kürt şairlerinden Ahmedê Xanî’nin Mem û Zîn adlı mitolojik-masalsı eserini ilk defa kitap biçiminde derginin eki olarak yayımlamasıdır.

Gayatri Spivak Madun Konuşabilir mi? adlı eserinde Pierre Macherey’den yaptığı şu alıntıyla bir çalışmanın dayandığı ideolojik söylemin altını oyan tehdidin o çalışmanın söylemediklerinden geldiğini iddia eder: “Bir çalışmada önemli olan, onun neyi söylemediğidir. Bu, ‘neyi söylemeyi reddettiği’ şeklindeki özensiz formülle aynı şey değildir.” Ortaya koymaya çalıştığım bu kısa betimsel izlekte de görüldüğü gibi milliyetçi edebiyat tarihi yazımı çalışmalarında ulusal bir kimlik tahayyülü merkeze alınıyor, bu merkezin dışında kalan her şeye karşı ilgisiz, sessiz kalınıyor. Zannediyorum ki imtiyazlı ulusun merkezsizleştirilmesi diğer bir anlamda mülksüzleştirilmesi bizi yeni bir modele, çoğunluğa değil de çoğulluğa vurgu yapan, çokluğa dayanan bir ilişki biçimine götürecektir.