Türkiye’de bir ‘anayasa tartışması’ yapıl(a)mıyor; daha çok, ‘anti militer anayasa’ ve ‘sivil anayasa’ söylemi ile bir ‘rejim dayatması’ süreci işletilmek isteniyor. Daha doğrusu, rejim değişikliği ve anayasa yoluyla, bir toplum mühendisliği tasarlanıyor. Bu nedenle, verili bir ‘kişi’ için yönetim arayışı ‘sıcak’ tutuluyor. Ama tartışılması gereken konular, telaffuz bile edilmiyor.
Bunların başında, parlamenter muhalefetin anayasal statüsü geliyor. Yeni anayasalarda, muhalefeti anayasalaştırma eğilimi açık. Ülkemizin de çok ihtiyacı var buna. Bugün aslında bunu yazmak istiyordum.
Ne var ki, adamların ‘anayasal darbe’ iştahı bir türlü dinmiyor. Tutturmuşlar: ‘fiilî durum’ ve ‘anayasasızlık dönemi’. Bunlar ve benzeri bilgi kirliliği yaratan kavramlar dışında malzemeleri yok. Her konunun uzmanı olduğunu zanneden ‘gazeteci tayfası’ değil sadece; aralarında prof. unvanlılar da var.

‘Anayasasız toplum’ değil...
Neden, Türkiye ‘anayasasız toplum’ değil? Çünkü, 1982 Anayasası yürürlükte. Üstelik, yürürlüğü, AK Parti tarafından da pekiştirilmiş bulunuyor. Aslında, her Anayasa değişikliği, buna katkıda bulundu; özellikle meşrulaşma sürecine.
Peki, bu Anayasa ne zaman yürürlükten kalkar? Kurucu Meclis tarafından hazırlanacak ve referandumda onaylanacak Anayasa, Resmî Gazete’de yayımlandığı zaman yürürlükten kalkar. Sözün özü: Türkiye’nin Anayasası var.

‘Fiilî durum’ yok, ‘ihlâl’ var...
Aynı cenaha göre, Cumhurbaşkanı’nın halk tarafından seçilmesi nedeniyle, ‘fiilî durum’, ‘anayasal düzen’in yerine geçmiş bulunuyor. Bu söylemin hiçbir hukukî dayanağı ve geçerliliği yok. Çünkü, Anayasa’nın emredici hükümleri aynı. Cumhurbaşkanı (CB), bunlara uymak zorunda.
CB, Anayasa’nın öngördüğü yükümlülükleri yerine getirmekten kaçınamayacağı gibi, kendisine, Anayasa’da yer almayan bir yetki de ihdas edemez. Eğer anayasal yükümlülüğünü yerine getirmez ise veya Anayasa dışı bir işlem ve eylemde bulunursa, bunun adı, ‘fiilî durum’ değil, ‘Anayasa ihlâli’dir.
Hiç kimse Anayasa’yı ihlâl edemez; hele hele Anayasa’nın uygulanmasını gözetme yükümlülüğü bulunanların.
Ya ihlâl ederse? Sorumlu olur. Zamanı ve şekli ayrıca tartışılabilir...

Ya dalkavuklar?
“Anayasa sürekli ihlâl ediliyor; bunun hukuk devletinde yeri yok. Eğer, insan haklarına dayanan demokratik bir düzeni amaçlıyorsak, öncelikle yürürlükteki Anayasa’nın bu erekte uygulanmasını savunmalıyız.” demek yerine, “anayasal düzen ortadan kalkmıştır” demek, darbe çığırtkanlığından beterdir.
Bu tür sözlerin sahipleri sürekli teşhir edilmeli.
Hani bankaların reklâmı olurdu, “hizmette sınır yoktur” diye. Burada, ‘sınırsız saray soytarılığı’ yerine, ‘dalkavuklukta yarışma’ diyelim.
Bu güruh ile kesinlikle Anayasa tartışılamaz. Zaten böyle bir tartışma, kendinden menkul zırva söylemlere meşruluk zemini sağlama dışında bir işe yaramaz.

‘Sivil anayasa emeği’
Ne yapmalı şu halde? Anayasa kazanımlarını değersizleştirmek ve öğütmek için her fırsatı kullanan çevrelerin oyununa gelmemek için, üç düzlemde çalışmak gerekir:
-Öncelikle, ‘sivil anayasa emeği’ günışığına çıkarılmalı. Son 15-20 yılda, yeni anayasa hedefinde gerçekleştirilen gönüllü çalışmalar, kayda değer bir birikim yarattı. Bunların ortak paydaları üzerine bile çalışmalar yapıldı. (Örnek olarak belirtelim: Anayasa Kurultayı, Prof. Dr. Yılmaz Aliefendioğlu’na Armağan, Ankara Barosu Yay., 2010). Anayasa malzemeleri adına güçlü bir miras oluşturan sivil toplum emeği üzerinde çalışılmalı.
-Sonra, bugüne kadar yapılan değişikliklerin bilançosu çıkarılmalı: Kazanımlar ve 1982’nin ruhunu derinleştiren değişiklikler şeklinde. Asgari eşiği aşma ve aksaklıkları giderme yolları üzerinde kafa yormalı.
-Nihayet, ‘anayasa süreci’ sosyalleştirilmeli. Bunun için ‘katılımcı anayasa’ kavramı üzerinde de durulmalı. (Katılımcı anayasa süreci üzerine bkz. F. Horchani, ‘Yeni Tunus Anayasası’, Anayasa Hukuku Dergisi, sy. 6, s. 11-22). Darbecileri teşhir etmek ve anayasa tuzaklarına düşmemek için, sürece, örgütlü emekçi kesimlerden başlayarak halk kitlelerini katmaktan başka yolumuz yok.
...Ve ateş çemberi içine atılan ülke: Rusya uçağını düşürmekle Türkiye, daha olumsuz bir geopolitik ve stratejik konuma sürüklenmiş bulunuyor. Çok yazık!
Bu vesileyle, “yurtta barış, bölgede barış” anlayışı öne çıkarılarak, ‘direnme hakkı’ ve ‘barış hakkı’nın anayasal temelleri de hazırlanmalı.