Türkiye Cumhuriyeti yurttaşları olarak hepimizin bağlı olduğu ortak ve tek norm (kurallar bütünü): Anayasa.

Anayasa’nın uzlaşma ve toplumsal barış belgesi olma özelliği, 2004 değişikliğine kadar sürdü. Çatışma aracı yapılmaya, 2007’de başladı; 2010’dan sonra buna ivme kazandırıldı. 2017 Değişikliğinin yürürlüğe girdiği 2018’de, Prof. Soysal’ın deyişiyle Anayasa, “kurşuna dizildi” ve unutuldu. Böylece, Anayasa ile kurulan Türkiye Cumhuriyeti, yüzyıl sonra Anayasasız ve keyfî yönetilmeye başlandı.

2020 Bütçe görüşmelerinde CB yardımcısı, Cumhurbaşkanlığı Hükûmet sisteminin tartışılamayacağını öne sürerek, ‘bin yıl sonra da bu yaşayacak’ dedi.

Eğer Anayasa andına uyulsa idi, 4 yıl önce ‘anayasa suçu’ işleniyor uyarısı ile değişiklik fitilini yakan kişi, bugün, yargı hükümlüsü tetikçiyi göklere çıkarabilir mi idi? Yargı kararı bulunmadığı halde, Demirtaş ve Kavala için müttefiki ile birlikte, ‘suçlu’ diyebilir mi idi?

Böyle bir ortamda, anayasa girişimi, ırkçı-ümmetçi tayfa için “en büyük suç”! Çünkü Anayasa, hukuk devleti ve hukuk toplumu için, haliyle iktidarı sınırlama ve özgürlükleri güvenceleme yolunda ilk adım.

VESAYETE SON/ ‘ANAYASA SUÇU İŞLENİYOR’

12 Eylül 2010’da dayatılan Anayasa değişikliğine hayır diyenlere nasıl saldırıldığı belleklerde. Ne var ki, ‘yetmez ama evetçiler’ gafleti ve ‘boykot’ yanlışı sonucu, ‘Devlet destekli evet’ çıktı sandıktan. ‘Vesayete son’ mesajı ile bütün hâkim ve savcıların nasıl taciz edildikleri, ‘devlet destekli’ olmanın tipik bir örneği. 16 Nisan 2017 için ‘resmi terör’ rüzgârı ise, belleklerde daha canlı. 16 Ekim 2016 günü, ‘Anayasa suçu işleniyor’ sözlerinin ateşlediği değişiklik sürecinde, hayırcılar için, ‘sivil ölüm’ fermanı çıkarıldı: eski ortakları ile mücadele bahanesiyle, AKP Hükûmeti, KHK’ler yoluyla tarihimizin en karanlık ve acımasız toplu kıyımlarını yaptı. OHAL Anayasası ve anayasal OHAL, işte bu resmi terör ürünü.

28 ŞUBAT/27 NİSAN/ 15 TEMMUz/YA ŞİMDİ?

90’lı yıllarda 28 Şubat sürecinden nemalananlar, 2000’li yıllarda 27 Nisan e-muhtırasını kaldıraç yaptı; 2010’lu yıllarda, (her istediklerini verdikleri ortaklarından kaynaklı) 15 Temmuz darbe girişimini nimete çevirmek için Allah’ı kullananlar, 2020’li yıllarda ‘yeni kaldıraç’lar arıyor.

Gerçekten, 28 Şubat, 27 Nisan ve 15 Temmuz musibetlerinden nemalananlar, bu kez her istediklerini aldılar ve Türkiye’yi, tarihine ve ulusal kazanımlarına yabancı ve anayasa dışı bir anlayışla yönetmeye başladılar.

Anayasa “kurşunlandı” ve sıra iktidara geldi:

■ İktidarı elden bırakmamak için her yolu ve aracı meşru görmek,

■ Bu şekilde, “ümmetçi-ırkçı” ittifakla “toplum mühendisliği” yoluyla, demokrasi, hukuk ve insan hakları savunucularını yıldırmak ve sindirmek.

YEREL YÖNETİMLER ÖZERKLİK ŞARTI

Yerel Yönetimler Avrupa Özerklik Şartı (YYAÖŞ), bilgi kirliliği yaratarak saldırının tipik örneği.

YYAÖŞ, Türkiye’nin de kurucuları arasında Avrupa Konseyi belgesi. Hükümetler ötesi bir kazanım. YYAÖŞ’nin bir bütün olarak uygulanmasını istemek, çağdaş demokratik devletin asgari eşiği; ama federalizm ile ilgisi yok.

Bunu bilmeyecek kadar cahiller mi?

Milliyetçi-maneviyatçı kisve ile tarihimize ihanet edenlerin, cehaleti yeğlenirdi. Yalanda, belden aşağı vuruşta, karalamada sınır tanımayanların Anayasa korkusu, Anayasa öcüsü ve düşmanlığına dönüştü. Demokratik anayasa için ortak ilkeler arayışından bu denli rahatsızlık duyan tayfa, Türkiye’nin ulusal ve uluslararası kazanımlarını iktidarlarının bekası için tümden yok etmeye hazır.

Karşı karşıya bulunduğumuz zorlu sınav şu: anayasa tartışmasını, milliyetçilik adı altında ırkçılık ve ayrımcılık sarmalına mı indirgeyeceğiz; yoksa, İnsan hakları, eşitlik ve hukuk devleti ekseninde mi yapacağız? Biraz cesaret! Anayasa’nın, 2020’li yıllarda Cumhuriyet ayracını kapatma kaldıracı olmasına izin vermemek için, demokrasi yanlıları daha cesur olmalı.